AKILLARA BAK AKILLARA
Ahmet Altan-
03 Ekim 2012 Çarşamba 07:20
Bu dönemde hem “demokrat” olup hem de AKP’yi desteklemeye uğraşmak zor iş, bin bir dereden su getirmek gerekiyor, o suyu getirmek için dereleri dolaşanlar da var ama dolaşmaktan yorulduklarından sorulması gereken soruları sormaya mecalleri kalmıyor.
Başbakan Erdoğan, Ruşen Çakır’ın da vurguladığı gibi gittikçe daha çok Erbakan’ı andıran konuşmalar yapıyor, “milli görüş” iskelesine yanaşıyor.
Türk-İslam sentezinin bütün ırkçı ve dinci anlayışını benimsiyor.
“Siyaset gazinosuna” dönüştürdüğü kongrede ne Kürt sorununun çözümüne değiniyor, ne Avrupa Birliği’ne, ne özgürlüklere, ne demokrasiye.
Kuvvetle “başkan olma” isteğinin altını çiziyor.
Muhafazakârların lümpen kesiminin gönlünü çalacak milliyetçilik ve dincilik marşlarının bütün melodileri konuşmasında yer buluyor.
Kongrenin yabancı misafirleri ise Batı’dan kopuşun tüm işaretlerini veriyor.
Başbakan, demokrasiye değmeyen sığ bir konuşma yapıyor, ama davetlilere AKP’nin hangi organının kabul ettiği, Kongre’nin hangi komisyonundan geçtiği belli olmayan bir kitapçık dağıtılıyor.
Orada Başbakan’ın konuşmasında hiç değinmediği konular var.
Demokrasiyle ilgili vaatlerini o kitapçığa saklamış.
Konuşmayı dinleyenlerin o vaatlerden haberi yok.
Bir AKP’li yönetici de Melih Altınok’a, “Başbakan AK Parti’nin yapacaklarını demeyecek, Başbakan’ın diyemediklerini AK Parti yapacak” diyor.
Şimdi benim görebildiğim kadarıyla, o bin bir dereyi dolaşan demokratların sorması gereken soru şu:
Niye Başbakan AKP’nin yapacaklarını demeyecek?
Neden halka söylemediklerini bir kitapçığa yazıp dağıtıyor?
Niye Başbakan’ın söyledikleriyle yazdıkları arasında bu kadar büyük bir fark var?
Neden demokratik olanları yazıyor da, demokratik olmayan ırkçılığı ve dinciliği bangır bangır bağırıyor?
Demokratikleşmekten bir zarar göreceğini düşünüyor demek ki.
Peki, o “zarar” ne?
AKP on yıl önce yüzde 34’lerde başladığı iktidar macerasında yüzde ellilere “demokratik” söylemlerle geldi, Avrupa Birliği’ni benimseyerek geldi, Kürt açılımlarıyla geldi, Alevi açılımlarıyla geldi.
Demokratlığın şahikasına ulaştıkları 12 Eylül referandumu öncesinde “PKK’yla ve Apo’yla görüşeceğini” bile açıkladı, yüzde 58 oy aldı.
Demokratikleşmenin böyle “denenmiş, garanti” oyları ortada dururken, Başbakan da ne yapılması gerektiğini kitapçıklara yazacak kadar bildiğine göre, neden ırkçı, milliyetçi, dinci konuşmalar yapıp, demokratlığın yanına bile yaklaşmıyor?
Bu soruları sormadan hem demokrat hem AKP destekçisi olmak zorlaşır.
Erdoğan, “sadece başkan” olmak isteseydi, 2002’den beri sürdürdüğü ve son seçime kadar sürekli oylarının artmasını sağlayan “demokratlıktan” vazgeçmezdi.
Demokratlık onu başkanlığa taşırdı.
Neden bu yoldan vazgeçti?
Neden 12 Eylül referandumunda ona yüzde 58 oy getiren demokrat çizgiden uzaklaşan, lümpenleşen, Türk-İslam sentezinin çağ dışı hırkasına bürünen bir kimlikle halkın karşısına çıkıyor?
Çünkü o demokrat bir ülkede demokrat bir “başkan” olmak istemiyor.
O, her şeye kendi karar vereceği bir “tek adam” olmak istiyor.
Demokratlık, onu başkanlığa taşıyabilir ama “tek adamlığa” taşıyamaz.
Onun için o konuşmaları yapıyor, öfke üstünden “tek adamlık” inşasına girişiyor.
Ve, “tek adam” olmak için “başkanlığını” bile riske atıyor.
O demokratlıktan uzaklaştıkça onun başkanlığını isteyenlerin “oranı” düşüyor ama tek adamlık ihtimaliyle öylesine gözleri kamaşmış, kendisiyle öyle büyülenmiş vaziyette ki bu gerçeği bile görmezden gelmeyi tercih ediyor.
Batı’dan uzaklaşıyor çünkü onun özlemini çektiği “düzenler” Rusya’da, Çin’de, Şanghay Beşlisi’nde, Ortadoğu’da var, oralara dönmek için manevralar yapıyor.
“Tek adamlığı” alkışlayacak “lümpen” kesimlere hitap eden konuşmalar yaparken, bu halkın vicdanı olan “demokratları” susturabilmek, onların kendisini sorgulamalarına, gerçeği halka anlatmalarına engel olabilmek için de “kitapçıklar” dağıtıyor, “AKP’nin yapacaklarını Erdoğan söylemeyecek ama AKP onları yapacak” diye çocuk kandırır gibi laflar yayıyor.
“Yapacaklarımın tersini söyleyerek başkan olacağım ama başkan olduktan sonra söylediklerimin tersini yapacağım” diyen bir siyaseti “dürüst ve inandırıcı” bulabilen bir demokrat, sadece demokratlığından değil zekâsından da şüpheye düşmeli bence.
Özgürlükleri kısarak, yazarları susturmaya çabalayarak, Uludere’de olduğu gibi gerçekleri halkından saklayarak, ırkçılaşıp dincileşerek, Erbakan’ın çizgisine dönerek “başkanlığa” tırmanan bir siyasetçi, başkan olduktan sonra bu “kazandıran” oyundan niye vazgeçsin?
Var mı bunun mantıklı bir cevabı?
Dereleri dolaşmayın çocuklar, yorulursunuz, demokrat olmak zorunda değilsiniz, “tek adam yönetimi de iyidir” deyip rahata erin.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.