AKADEMİK BİR SORU: REJİMİN ADI NE?
Aslı Aydıntaşbaş
17 Şubat 2014 Pazartesi 08:41
Ertuğrul Özkök dünkü yazısında Türkiye’de hukuk devletinin ”fiilen askıya alındığını” söyleyerek ”Bu rejimin adı artık demokrasi değildir” diyor.
Özkök’ün alt alta sıraladığı maddeler (Kopenhag kriterlerine veda etmiş olmamız; son çıkan HSYK yasasıyla kuvvetler ayrılığının yok edilmiş olması; iktidar üyeleri ve ailelerinin fiili dokunulmazlık zırhına bürünmesi vs) kuşkusuz Türkiye’nin demokratik karnesini ayıplı hale getirmiştir. Hatta bunlara ek olarak, son yıllarda medyaya uygulanan baskıları, iktidarın ekonomik alanı düzenleme hevesini, yolsuzluk dosyalarının kapatılmasını ve hâlâ 12 Eylül’ün yasakçı anayasasıyla yönetiliyor oluşumuzu sayabiliriz.
Peki, bu rejimin adı ne? Özkök bu soruyu sorup, yanıtsız bırakıyor.
Benim de bir süredir kafamda ”Mevcut dönemi nasıl kavramsallaştıracağız?” sorusu var. Batı’da artık Türkiye’yle ilgili en sık duyduğunuz kelime ”otoriter” ya da ”otoriterleşme.” Ama bu terimde flu, belirsiz bir durum var. Çin’den Mısır’a kadar çeşit çeşit otoriter model var. Ayrıca kamuoyu ‘otoriter’ lafının ‘demokrasiden sapma’ olarak algılamıyor. Disiplinli, eve geç gelen çocuğunu azarlayan sert mizaçlı baba/lider modeliyle karıştırıyor. Ataerkil Türk aile yapısını da düşünürseniz, ille de negatif bir anlam yüklemiyor. Hatta dönüp CHP liderine ”Niye Erdoğan gibi yönetmiyorsun partini!” diye kızıyor. Ben Başbakan’ın bile ”otoriter” olarak anılmaktan çok rahatsız olduğunu sanmıyorum.
”Diktatör” lafı son dönemde duyulur oldu ancak bu Erdoğan’a haksızlık. Bütün gücüne, belagatine rağmen Erdoğan diktatör değil. Diktatörlük, klasik anlamda Suriye’dir, Saddam dönemi Irak’tır. Tek parti rejimiyle, tek adayın yüzde 90 oyla seçildiği, tek bir muhalif sesin olmadığı ülkelerdir. Bırakın Twitter’da sallamayı, burnunuzu çıkartamazsınız. Alır götürür, iki hafta sonra cesedinizi teslim ederler. Erdoğan’a ne kadar kızsanız da Türkiye bu değil. Günün sonunda Erdoğan köy köy dolaşıp oy toplamak, insanları kendisine oy vermeye ikna etmek zorunda.
Zaman’ın genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı bir süre önce mevcut duruma ”parti-devlet” eleştirisi getirdi. Ancak teknik anlamda parti-devlet, yani 1930’ların Türkiye’sinde de olan ve valilerin bile iktidar partisine üye olduğu model değil bugünkü. Kuşkusuz Ak Parti’nin ‘devleti’ sahiplenme, devletle entegre olma süreci var; ancak bu parti-devlet yapısının klasik örneği ‘Baas’ gibi hastalıklı bir noktada değil. Yasal altyapısı yok.
Sık sık ”Putin modeli” benzetmesi yapanlar var. Doğru, Rusya’da otoriter bir rejim var ve Putin’in medya ve iş dünyasını tanzim etmek amacıyla vergi denetimlerini, yargıyı kullanması, kendine sadık bir işadamları (oligarklar) grubu yaratmış olması, fazlasıyla tanıdık. Putin açısından önemli olan, televizyon. Neredeyse bütün kanallar oligarkların elinde; yazılı basında eleştirel sesler olsa da ekrandaki frekanslarda ”çatlak ses” neredeyse yok. Bizde ise her şeye rağmen daha canlı bir tartışma ortamı var! Rusya’da Putin’in kızdığı işadamı, Michael Khodorkovsky gibi kendini anında kodeste buluyor. Orada gazeteciler, sadece işsiz kalmıyor, Anna Politkovskaya gibi bir kör kurşunla gidiveriyor. Ayrıca Rusya nispeten daha homojen bir toplum. Türkiye ise, etnik, siyasi, mezhepsel, sınıfsal açılardan tek bir kişinin kontrol edemeyeceği kadar çeşitlilik gösteriyor.
Peki, memleketin haline ne diyeceğiz?
Bugünlerde Nuray Mert’in birkaç yıl önce kullandığı ”İslami otoriterlik” ve ”sivil dikta” kavramları sıkça anılıyor. Taraf’ta Mücahit Bilici’nin ”dini cumhuriyet” kavramı ve son dönemi tanımlarken getirdiği ”istibdat” ifadesini de not edelim.
Ancak mevcut iktidarın temel problemi, dini bir dayatmadan ziyade demokratik zaaf. Hak ve özgürlükler alanındaki kötüleşen karnesi. Reformların durması. Bu zaaf da mutlak güçlü oluşundan değil, sürekli ‘güçsüz’, ‘çaresiz’ hissettiği için çıkıyor.
Bir de bütün bunların üzerinde yeni rejimin temel karakteri Tayyip Erdoğan figürü etrafında şekilleniyor oluşu. Soyut ve yüzünde maske olan bir otoriterleşmeden söz etmiyor kimse. Seçimlerde dev binaları kaplayan ‘Usta’ figürü etrafında şekilleniyor Türkiye’de siyaset. Hologramıyla, soruşturmasıyla, belagatiyle, mizah dergilerinin kapakları ve Alo Fatih sistemiyle, sabah-öğle-akşam sürekli konuştuğumuz tek insan, Tayyip Erdoğan.
O zaman, sadece akademik bir egzersiz olarak, soruyorum. Buna ”Erdoğan Rejimi” diyebilir miyiz?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.