AK PARTİ - BDP GÖRÜŞMESİ: YENİ BİR DÖNEM Mİ?
Ali Bayramoğlu
27 Eylül 2010 Pazartesi 16:19
Referandum sonrası siyasetin en yakıcı gerçeği varlığını tekrar hissettiriyor. Kürt sorunu...
Bu sorun temel hak ve özgürlükler rejimini etkiliyor, demokrasi algısı ve uygulamalarına değiyor, milliyetçilik patlamalarına, toplumsal gerginliklere yol açıyor, istikrar sorunu olarak karşımıza çıkıyor, askeri ve asayiş kokulu bir düzenin varlığını sürdürmesinde rol oynuyor...
Kabul etmek gerekir ki resmi politikadaki yumuşamaya, liberalleşmeye, demokratik açılıma rağmen Kürt sorununu son iki yıldır tepeden tırnağa yöneten güç, örgüt ve onunla hareket eden yapılar oldu.
Silah musluğunun açılmasından kısılmasına, sineyi millet girişiminden Öcalan'ın siyasi alana dolaylı taşınmasına, demokratik özerklik talebinden anayasa değişikliği sürecindeki güç gösterisine, kepenk kapatmalardan okul boykotlarına uzanan eylemlerle, bu güç, oyuna artan oranda hâkim.
Bu hâkimiyetin şekli ve anlamı üzerine düşünmekte yarar var.
Burada kritik olan husus, Kürt hareketi açısından "silah ve siyaset arasındaki köprü ve ilişki"dir. PKK, tekrar eylemlere başladığı 2005'ten bu yana "silahı gitgide yoğunlaşan siyasallaşma ve toplumsallaşma çabalarının aracı" kılmıştır.
Bu durum, siyaset ve şiddeti iki karşı cephe olarak ele alan, "talepler siyasi yoldan dile getirilirse şiddet olmaz" fikrinin altını çizen tüm yaklaşımlar açısından sıkıntı yaratan bir tablo oluşturuyor.
Nitekim 2002 yılından bugüne temel hak ve özgürlükler alanının Kopenhag kriterleri etrafında ve Kürt kimliğini doğrudan ilgilendiren bir istikamette genişlemiş olması şiddeti azaltmadı.
Neden?
Azaltmadı zira ortada (Kürtlerin tanımını ödünç alacak olursak) "ulusal" bir mesele var. Kürtlerin kendi siyasi alanlarını özgürleştirme ve kurma iddiası var. Bu iddia içinde, silahın onlar açısından koruyucu ve özgürleştirici bir işlevi var.
Azaltmadı zira, çünkü hâkim Kürt hareketinin beklentisi sadece "mevcut sisteme o sistemin demokratik niteliklerini arttırarak entegre olmak" değil, önce "Kürt sorununun resmi temsilcisi olarak tanınmak ve Kürt alanının yönetiminde söz sahibi olmak"...
Siyasi iktidarın tekrar eşit güç olarak oyuna girmesi, sorunu çözme istikametinde adımlar atması, önce gelinen bu noktayı sindirmekten geçiyor.
Tekrar altını çizelim:
1. Farklı Kürt eğilimlerinin ortak noktası, meseleyi bir ulusal sorun olarak tanımlamaları ve (bir ölçüde) kendileri yönetmeyi talep etmeleridir.
2. PKK ve BDP bu sorunu temsil tekelini ve bu çerçevede açık ya da kapalı bir müzakereyi ön koşul haline getirmekteler.
İlk husus sindirilmeden Kürt sorununda yol alınamayacağını sanırız artık hükümet de görmektedir.
Çözüm ışığı aranıyorsa, yerel yönetimler reformu, ademi merkeziyetçilik, özerklik gibi düzenlemeler önümüzdeki dönemin artık kaçınılmazlarıdır.
İkinci husus ise bir sıkışıklık kaynağıdır.
Bir yandan gerek siyasi iktidarın zihniyeti gerek sistemin dengeleri bu açıdan bir engeldir. Kaldı ki, ilkesel açıdan bakıldığında devletin masaya oturmaktan başka yapması gereken pek çok iş vardır. Demokratik alanı alabildiğine büyütmek ve Kürt siyasi sahasının çoğulculaşmasını sağlamak bunların önde gelenleridir. Çünkü bunlar, temsil tekeli soruna deva olabilecek yegâne siyasi araçtır.
Öte yandan, demokraside derinleşebilmek için silahın susturulması gerekmektedir. Bu ise Kürt hareketinin temsilcileriyle temas demektir. Bu noktada ise BDT'nin varlığı bu temasın meşruiyetini artıracak bir imkân sunmaktadır.
Bugün yapılan sanırız budur, MİT, emniyet, hükümet üzerinden gerek İmralı'yla gerek BDP'yle görüşmeler sürmektedir.
Referandum sonrasında ve referandum sonuçlarına göre buna siyasi iktidarın da ihtiyacı var, Kürtlerin de...
Dün BDP-AK Parti görüşmesi bu istikamette yol alınmaya başlandığını gösteriyor.
Umarız öyledir...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.