23 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara12°C
  • İzmir18°C
  • Berlin1°C

AHLAKİ İDRAK

Etyen Mahçupyan

27 Haziran 2012 Çarşamba 08:16

Dezenformasyon ve manipülasyon bu topraklara gireli epeyce uzun bir süre oldu. Küresel liberalleşme döneminin kuşatması altında uyum zorluğu çeken Osmanlı dünyası, 19. yüzyılın ikinci yarısında ispiyonculuğu, halk casusluğunu ve iftira kampanyalarını tedavüle soktu.

Cumhuriyet ise daha ziyade kişiler üzerinden yapılan bu kaotik jurnalciliği basın sayesinde sistemleştirdi. Medya devletin resmi ihbarcısı haline geldi ve bu sayede en büyük jurnalciler devlet erkanının yamacına ilişmiş parazitlere dönüşüp 'kariyer' yaptılar. Jurnalci kelimesinin Fransızca gazete anlamına gelen 'journal'den türetilmesi, herhalde devletin medya mensubundan beklentisine de bir göndermeydi... 

Resmi Ergenekon düzeneğinin işlediği 28 Şubat'ta ve muhalif Ergenekon organizasyonlarının işlevsel olduğu ikibinli yıllarda, bu işlevi Hürriyet gazetesi taşıdı. Burada atılan işaret fişekleri bir anda devletçi medya tarafından iştahla kullanıldı ve herkes devlete kendisinin ne denli makbul olduğunu kanıtlama peşine düştü. Bu süreçte çok kişi adım adım ölüme yönlendirildi... Ama bu cinayetlerin en 'kusursuzu' muhakkak ki Hrant'ın katliydi. Çünkü her şey anonim düzeyde kaldı ve böylece cinayet 'doğallaştırıldı'. Medya yanlış anladı, asker tedirginliğini beyan etti, 'sivil toplum' misyoner tehlikesi karşısında çaresizliğe kapıldı ve tüm güvenlik bürokrasisinin iki yıl süren ihmali devam ederken, Hrant'ı hiç tanımayan, onu bir kez bile okumamış biri 'Türklüğünün' duygusal tepkisiyle onu öldürüverdi. Resmi tarih olayı böyle anlatmaya çalışacak, ama gerçeği herkes bilecek: Medya, asker ve 'sivil toplum' kendilerine düşeni bilerek yaptılar, bürokrasi bilerek gözünü kapadı, bu arada detayları düşünülmüş bir plan kotarıldı ve eylem özellikle cahil birine yaptırıldı. Böylece cinayet bütün Türk milletine mal edildi, Türklüğün doğal tepkisi olarak sunuldu... Hürriyet'in ba şyazarı bu söylemi cinayet sonrasında da utanmadan taşıdı. 

Ancak 'utanma' beklentisini sadece o başyazarla sınırlı tutmak haksızlık olur. Doğrusu, bu beklentinin ne denli anlamsız olduğunu fark etmektir... Çünkü bu insanların utanma duyguları hiç olmadı. Onların utanmayı işlevsiz kılan bir ideolojileri var... Ve bu nedenle utanma ve onun gibi ahlaki duyarlılıkları tümüyle dışlayan bir kurumsal yapının parçası olarak yaşayabiliyorlar. 

İstikrar kazanan AKP dönemi altında Hürriyet'in işini şimdi üstlenenler ise, ciddiye alınmaması tavsiye edilen marjinal gazete ve web siteleri. Şimdi haber önce orada üretiliyor ve 'büyük' basın 'görmezlikten gelemeyeceği için' o haberleri gönül rahatlığıyla 'ballandırabiliyor'. Günümüzün kritik meselesi ise artık misyonerler değil... Bilindiği gibi onlar bir anda buharlaştılar... Bugünün meselesi İslami kesim ile laik demokratlar arasındaki bağın kopartılması ve böylece İslami kesimin yeniden ideolojik açıdan 'Türkçü' kuşatma altına alınabilmesi. Hedef alınabilecek çok sayıda insan da doğrusu yok... Ama en 'iyisi' Ali Bayramoğlu... Yeni Şafak'ta gazetenin en itibarlı yerinde haftada beş kez yazıyor. Hem hükümete yakın, hem de onu eleştirecek kadar özgür. Ama derinde yatan asıl tahrik edici neden galiba başka: Ali ahlaki duruşa sahip çıkmak için elinden geleni yapan bir gazeteci. Satın alınması mümkün olmayan, manipülasyona alet edilmesi çok zor olan biri. Ali sembolik önemde bir gazeteci... Laik demokratlarla İslami camia arasındaki temasın en sıcak, en hakiki, en işlevsel noktası. Onun Yeni Şafak'tan, hele İslami kesimin tepkisi nedeniyle ayrılması, kim bilir Türkçü çevreleri ne denli mutlu ederdi... 

Dolayısıyla Ali'nin Ermeni olduğu gibi gülünç ötesi bir duyum üretiliyor ve esas sorunun etnik kimliği değil 'Ermeniciliği' olduğu söylenerek ırkçılıktan kurtulmaya çalışılıyor. Bu girişimin ilkelliği bir yana, tabii ki asıl niteliği ahlaksızlığıdır. Hedef Ali olduğu ölçüde bu ahlaksızlık daha da sırıtmakta, olayı tezgahlayanların kimliksel özelliği olarak ortaya çıkmakta. 

Birçoğumuza ilk duyuşta yadırgatıcı gelebilir, ama bütün milliyetçilikler ve bu meyanda milliyetçileşmiş dindarlık ideolojileri ahlaksızlığı içselleştirmeye, hatta onu işlevselleştirmeye son derece yatkındır. Bu Ermeni milliyetçiliği için de böyle, Türk veya Kürt milliyetçiliği için de... Aynı şekilde Katoliklik veya Sünnilik üzerinden milliyetçilik üreten ideolojiler için de... Doğruyu bilmekle yetinmeyen, doğruyu hayata geçirmek üzere her türlü aracı mubah gören yaklaşımlar, bir süre sonra önlerinde engel gördüklerini yalan ve iftira ile kirletmeye teşebbüs ederler ve onları bir biçimde sistemin dışına atmayı kazanç sayarlar. Siyaset onların gözünde bir dizi fethedilecek kale, talan edilecek sosyal zemin, ganimetinden yararlanılacak siyasi imkandır... Bu amaç uğruna gözleri körleşir, utanmayı unutur, hayasızlığı kendi kişilikleri haline getirirler. 

Ali gibi insanlar doğal olarak korunmasızdır... Onlara 'vurmak' kolaydır. Ama bu tür olaylar toplumsal ahlakın da ölçüsü olurlar. Hrant bu ahlakın sükut ettiğine dair bir örnekti. Bakalım geçen zaman İslami kesimde yeni bir ahlaki idrak uyandırmış mı...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.