AF BİR LÜTUF DEĞİL
Etyen Mahçupyan
17 Mart 2015 Salı 02:38
Çözüm sürecinde ‘yan yana açıklama’ aşamasıyla birlikte somut adımların tartışılması daha gerçekçi hale geldi. Henüz ‘birlikte açıklama’ noktasında değiliz ve belki çok uzun zaman da olmayacağız. Çünkü ‘yan yana’ kaldığınız sürece kendi tabanınıza yönelik ve epeyce muğlak bir söylem tutturmanız mümkün. Bu aşamada hâlâ her iki taban da esas olarak ötekinin ne yaptığını konsantre olmuş durumda. Güvensizlik ve tedirginlik tam olarak izale edilmiş değil. Dolayısıyla kendi tarafınızın tam olarak ne dediğine, neyi kastettiğine, o denilenin ne derece adil, gerçekçi veya meşru olduğuna çok da dikkat etmeyebiliyorsunuz. Oysa ‘birlikte açıklama’ somut, detaylı ve gerçekçi çözümlemeleri gerektiriyor. Bunların kamuoyuna açıklanacağını beklememek lazım… Ama eğer bir gün taraflar ‘birlikte’ tek bir ses olarak konuşurlarsa, bu adımın ardında çok önemli bir emeğin, yeni bir güven ilişkisinin ve ortak bir gelecek tasavvurunun olacağını bilelim.
Ne var ki böyle bir noktaya gelmek hiç kolay değil. Çünkü tarafların zihninde ve stratejik yaklaşımlarında ‘birlikte söylenebilecek olan’ ile ilgili bağlam epeyce farklı. Hükümet silah bırakma, kültürel hakların verilmesi ve siyasetin önünün açılmasından oluşan bir paketi meşru görüyor. Buna karşılık KCK neredeyse Türkiye’yi yeniden inşa edecek bir modeli, içine kadın hakları ve ekolojiyi de ekleyerek masaya sürüyor. Öyle ki KCK kendisini hükümetin ‘ortağı’ olarak sunuyor ve AKP’nin de buna ‘evet’ demesini bekliyor. Oysa bırakalım Türkiye’yi, KCK Kürtlerin bile ancak yarısını temsil etmekte. Eğer elinde silahın olması ilave bir meşruiyet getirecekse, her talep sahibi silahlanıp sonra da tüm toplumu kendi hayaline göre belirlemeye kalkabilir.
Kürt siyaseti demokratik taleplere sahip olduğu için kendisini demokrat sanabilir ama siyaseti güç kavgası çerçevesinde tanımlayan klasik bir otoriter yapılanmadan ibaret. Bu da onun Türkiye üzerinde söz sahibi olma şansını ortadan kaldırıyor. Diğer taraftan eğer mütevazı olmayı becerebilirse, KCK’nın tüm toplumu etkileyebilecek demokrat adımlar atması da mümkün. Örneğin siyasetin önünün açılması bağlamında kaçınılmaz olarak gündeme gelecek olan ‘affın’ meşruiyet zemininin genişletilmesine katkı sunulabilir. Yani hangi siyasete dâhil olursa olsun bütün siyasi mahkûmların affı talep edilebilir. Ya da sağlık koşulları kritik veya fazlasıyla kötü olduğu için tahliyesi istenen Kürt siyasetinin mensuplarının sayıca artırılması pazarlığının yanına, sağlık sorunu olan tüm siyasi mahkûmların birlikte ele alınarak bir çözüm getirilmesi istenebilir.
Tabii bu iki yaklaşım için de sadece Kürt siyasetinin sorumlu tutulması pek adil olmaz. Aynı beklentiyi hükümete de yöneltmemiz doğaldır. Bu olayın bir ‘pazarlık’ malzemesi olmaması gerektiği, geleceğe ‘namuslu’ bir geçiş yapmanın geride insani hiçbir leke bırakmamasını elzem kıldığı açık. Siyaset özgürlüğü sadece KCK’lıların değil bu çatışma içinde yer almış bütün ‘yargı mahkûmlarının’ hakkı…
Murat Nart bunlardan biri. Diyarbakırlı, 46 yaşında bir gemi makinisti. 1997 yılında Hizbullah’tan ayrılarak Fransa’ya gitmiş. 2003’de çıkan 4959 no’lu Topluma Kazandırma Yasası’na başvurarak kendiliğinden teslim olmuş. Diyarbakır 4. Ağır Ceza ‘örgütten ayrıldığı ve teslim olduğu’ gerçeğine binaen oy birliğiyle Nart’ı 30 yerine 9 yıl hapse mahkûm etmiş. Ancak savcı karara itiraz ederek müebbet hapis istemiyle davayı Yargıtay’a göndermiş. Yargıtay 9. Daire ise, Yargıtay Başsavcısı’nın yerel mahkeme lehine görüşüne rağmen, müebbet hapsin daha uygun olduğuna hükmederek kararı bozup geri göndermiş. Ancak Diyarbakır 4. Ağır Ceza kendi kararında direnmiş. Böylece dosya yeniden Yargıtay 9. Ceza’nın önüne gelmiş ve Daire yerel mahkeme kararını yeniden bozmuş. Nihayet Yargıtay Genel Kurulu’na gidilmiş… Yargıtay Başsavcısı yine yerel mahkemenin kararının doğruluğu yönünde mütalaa vermiş ama Genel Kurul Nart’ı müebbet hapse mahkûm etmiş…
Birçoğumuza bir masal gibi gelebilir. Ama insanlık dışı bir eziyetten, vahşetten söz ediyoruz. Murat Nart 12 yıldır hapiste. Daha 18 yılı var… Biri 13 diğeri 18 yaşında iki kızı var. Kendisinin, karısının ve büyük kızının ruh ve beden sağlıkları yitip gitmiş.
Savcının Gülen cemaatine mensup olduğu sonradan ortaya çıkmış. Yargıtay 9. Daire’nin niçin hukukun temel ilkelerini reddeden bir yargı pratiği ürettiği de… Örgüt kavgası, kendi rızası ile ülkeye dönüp yasadan yararlanarak cezasını çekmek isteyen bir insanın hayatını mahvetmiş. Şimdi bunları onarma zamanı. ‘Af’ bir lütuf değil… Sadece borçlu olduğumuz bir ‘özür’.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.