ADALETİ YERİNE GETİRİRKEN...
Fehmi Koru-
29 Mayıs 2013 Çarşamba 08:36
Birbiri ardına çıkarılan yargı reform paketleriyle daha önce ‘suçlu’ sayılarak tutuklu yargılanan kişilerin bazısı özgürlüğüne kavuştu; yargılandıkları davalar da düşüyor.
Türkiye’nin terörü bitirme amacıyla girdiği süreç bunu gerektiriyor... Beğensek de beğenmesek de, sürecin başarıya ulaşacağı umutları artıp yeni yasalar çıktıkça bu yumuşama daha da pekişecektir.
Dün baktım, Barolar Birliği’nin yeni başkanı, bu gerçekten hareketle, “Toplumsal barış sağlanmak isteniyorsa, sadece KCK davasındaki tahliyelerle yetinilemez; Ergenekon ve Balyoz davalarında (..) tutukluluklara da son verilmesi zorunludur” demiş...
Barolar Birliği “Hukukla, adaletle, vicdanla izahını mümkün görmediği” gerekçesiyle Ergenekon ve Balyoz davalarıyla yakından ilgileniyor zaten...
Ancak aralarında genelkurmay başkanlığı, kuvvet komutanlığı yapmış kişilerin de bulunduğu çok sayıda askerin yargılandığı davalarda tutukluluk halleri devam ediyor. Tutuklu sanıklar arasında yanlış yere yargılananlar da herhalde vardır.
Tutuldukları cezaevlerinden kendilerinin veya yakınlarının gönderdiği ‘yanlış yargılandıklarına’ dair mektuplar bana da geliyor...
Kullandıkları ifadelerden özgürlüklerini kısıtlayanların bunu ‘ideolojik’ sebeplerle veya siyasi önyargılarla yaptığına inandıkları anlaşılıyor.
Tek bir kişinin cezaevinde haksız yere bir gün yatmasındansa, çok sayıda suçlunun serbest kalmasını arzu ederim. Adalet en değer verdiğim kurumdur ve adalet perisinin gözündeki şalın hep öyle kalmasını, yargıçların önlerine gelenler arasında ayırım yapmadan, hakkı teslim etmelerini beklerim... Bu sebeple, cezaevlerinden yükselen “Suçsuz olduğumuz halde burada yatıyoruz” itirazlarına kulaklarımı tıkamam mümkün değil...
Acaba şikâyet edilen bu durumun sebebi ‘mesleki dayanışma’ olabilir mi? Ellerindeki kanıtlar ve tanık ifadeleri ‘suç’ işlendiği konusunda kendilerini yargılayanlarda hiçbir tereddüde mahal bırakmıyor, buna karşılık yargılananların ‘özelliği’ yüzünden ‘suçlu’ bulunamıyor olabilir mi?
Şu günlerde gazetelere haber olan 28 Şubat’la ilgili davanın iddianamesi ekleri bir dönemin genelkurmay karargâhının seçilmiş iktidarı yerinden etmek için nasıl çalıştığına dair ‘belgeler’ ile dolu. Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) nasıl oluşturulduğunu görüyoruz o belgelerde... Oysa, dönemin yetkili ağızları, daha ilk günden, “BÇG diye bir grup yok” deyip durmakta. En yetkili kişi, “Denilenleri yapmışlarsa bile benim hiç haberim olmadı” diyebiliyor.
Galiba sorun da buradan kaynaklanıyor: Yargıç gözüyle ortada ‘suç’ teşkil eden eylem/ler varken, kimsenin sorumluluk üstlenmeyip herkesin inkâr yoluna sapması, yargılayanların hepsine aynı gözle bakmasını getirebilir...
Hiç değilse bana göre böyle...
Peki de yargılayanlar, asker mesleğinin ‘emir-komuta zinciri’ içerisinde yerine getirildiğini ve astların âmirlerinden aldıkları talimatları yerine getirmekle yükümlü olduklarını bilmiyorlar mı? “Kanunsuz emire uyulmaz” hukuk kuralının bayağı esnetilerek uygulanması gereken bir uğraş alanı değil midir askerlik? Suçlamalarda belli bir rütbede çizginin çizilmemesi, en tepe komutan ile astsubayı aynı ‘suç’tan yargılamak, hele dava konusu ‘darbe girişimi’ ise, tuhaf kaçmıyor mu?
Çizgi doğru yerden çekilir ve sorumlu olabilecekler arasında ‘suçlu’ aranırsa, sanıyorum, itirazlar da azalacaktır.
Meslek dayanışmasını da azaltır doğru çizilen çizgi...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.