ADALE(T)
Ufuk Uras
04 Aralık 2012 Salı 07:18
Adaletin t’si düşünce, geriye kalan adale kuvveti de kuvvetler ayrımının bir parçası oluyor.
Can Yücel derdi ya, “Bizde kuvvetler ayrımı, Kara, Deniz ve Hava kuvvetleridir,” diye; topladın mı hepsinin yekünü de adale kuvveti oluyor.
14.5 yıldır süren Pınar Selek davası memleketteki hukukun nasıl işlediğinin örnek bir vakası.
Bütün kuşların anatomisini, hepsini kesmeden, tek bir kuşla anlamak nasıl mümkün ise, tek başına 3 kez beraat almış Selek davasının birdenbire bir nöbetçi hakimle nasıl hamhumşaralop, ağırlaştırılmış müebbet hapis talebine dönüştüğüne bakarak tüm adalet sistemini anlamak mümkün.
Sen Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji bölümünü birincilikle bitireceksin, işin gücün araştırma, kitap, sokak çocuklarıyla atölye çalışması olacak, ama bir gün ağır bir işkence ile kamuoyuna bombacı ve 7 kişinin katili ilan edileceksin.
Bu arada ne yaralılarda, ne ölenlerde bomba izi olacak; mekanda herhangi bir bomba emaresi olmadığına ilişkin analitik kimyacılar, hocalar rapor verecek, ama sen uyduruk jandarma raporları ile insanların yaşamını karartma azminden vazgeçmeyeceksin.
Hrant’ın katledilmesine neden olan şahsiyet haklı tepkiler karşısında ombudsmanlıktan istifa ederse, onun boşluğunu doldurmaya benim adayım, Selek davasındaki 2 çuval belgeyi bir bakışta hatmeden nöbetçi hakimdir, sanırım adale mücadelesinde kimse onun bileğini bükemez.
AİHM’e gittiğinde yine her zamanki gibi adale devletinin ağır bir cezaya çarptırılacağından şüphem yok, ama ödenen bu paraların yurttaşın vergisinden değil, bu nöbette duran hakimden, İçişleri Bakanı’na, vs., onların maaşlarına rücu edilmesini talep ediyorum.
Ama siyasilerimiz öyle bir düzenleme yapmışlar ki, bu tür parasal ceza bedelini sorumlulardan rücu etme uygulamaları sadece alt düzey bürokratlar için geçerli oluyor, siyasi elitin kendini yine garanti altına alarak siyasi sorumluluklarına nasıl yasal kalkan ördüklerini biliyoruz.
Yani onları parayla de terbiye etmek mümkün değil.
Bu dava beraatle sonuçlanınca, eldiveni tersine çevirerek bu ülkenin yurttaşlarına tuzak kuran, zarf açan, sahtekarlık yapanlar aleyhine karşı dava açarak mahkum ettirmekten başka çare yok.
Yargıca bakar mısınız, geçen haftaki duruşmada kararı önceden yazdırmış, usulen savunmadan görüş istiyor ve tesadüfen katibin acemiliği yüzünden bu skandal ortaya çıkarılıyor.
Duruşmanın esas hakiminin aldığı sağlık raporunun bitmesinden önceki bir yakın zamana alelacele dava günü veriliyor.
Bu tür alaturkalıkların hesabı AİHM’den dönecek, Pınar Selek de aramıza dönecektir, ama hukuku olan devletten hukuk devletine geçiş için daha kaç vakit geçecek onu kestirmek güç.
Yargı mensuplarıyla yapılan anketlerde, karar verirlerken çoğunluğunun devletin çıkarını esas aldıklarını öğreniyoruz. Adaleti, hukuku ve vicdanı, uluslararası hukukun kazanımlarını esas alan bir adalet düzeninin “t” sinin hiçbir zaman düşmeyeceği günleri özlüyoruz.
Ankara’ya gittiğimde bazen Hakimler Evi’nde kalıyorum, orada insanlar ne sohbetler yapıyor, kendi aralarında nasıl şakalaşıyorlar, ne yiyip ne içiyorlar, vs. o kısımları hiç anlatmayayım, moraliniz daha da bozulmasın.
Rejim bekçiliğinden hukuk ve adalet bekçilerine dönüşüm en büyük zihniyet devrimi olacaktır.
Selek davasının belki de bunu sağlayabilmesi, 15 yıllık travmanın atlatılmasının bir tesellisi olacak mıdır, bilemiyorum.
Ama Mısır Çarşısı’ndaki gaz kaçağı, Filistin askısı, elektrik, sanıklara tuzak kurma, zarf açma ve her türden Kafkaesk acayiplikten geriye mutlaka insan onurunun asla teslim alınamayacağı gerçeği ve kararlılığı kalacaktır, başka bir şey değil, bunu bilesiniz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.