21 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara14°C
  • İzmir21°C
  • Berlin3°C

AÇLIK GREVİ; KAZANDIRDIKLARI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Aziz Mahmut Ak

26 Kasım 2012 Pazartesi 18:00

Kürt tutsakların açlık grevi bitti. Şimdi bu eyleme ilişkin eleştirilerimizi sesli olarak dillendirebilir, eylemin küçük bir muhasebesini yapabiliriz.

Neden sesli eleştirilerimizi bugüne erteledik?  Çünkü tamamı insani ve önemli bir yanıyla da siyasi olan talepler için açlık grevi gibi bir eylem tarzını devreye koymanın yanlışlığının yanı sıra, talepler için yüklenici seçiminde de doğru bir tercih yapılmadığını düşünüyorduk. Ancak grev için destek arayışları başladığında eylem artık kritik bir aşamaya gelmişti. 30’uncu günler aşamasında, -üstelik talepler bizim de taleplerimiz iken- sesli eleştirinin o anda moral bozmaktan başka bir işe yaramayacağı açıktı. Bu nedenle eyleme desteği öne çıkardık, eleştirilerimizi ise başta BDP yetkilileri olmak üzere dostlarımızla paylaşmakla yetindik.

Aslında eleştirilerimiz, Öcalan’ın açlık grevini bitirirken aktardığı eleştirilerin aynısıydı, ama biz söyleseydik eylemciler üzerinde aynı etkiyi yapmazdık. Halk deyişiyle lafımız para etmezdi. Eylem bittikten sonra yapacağımız değerlendirme ne işe yarayacak gibi bir hayıflanma tutumunda değiliz. Çünkü ödenmiş tüm bedellere rağmen, başta açlık grevi yapanların talepleri olmak üzere ulusal özgürlüğe yönelik taleplerimiz orta yerde duruyor ve bu süreç daha çoook eylem kaldırır. Dolayısıyla, bu kısa değerlendirmemiz gelecek eylemler için olumlu bir işlev görürse amacına ulaşmış demektir.

***

Evet, anadilde savunma ve anadilde eğitim hakkı ile Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talepleri, çağdaş dünyada artık çok yadırganan yasak ve kuşatmayı kırmaya yönelik Kürt talepleriydi. Bizim de taleplerimizdi. Ancak bu talepler uğruna eylem türü olarak süresiz açlık grevinin tercih edilmesi de, taleplerin yüklenicisi olarak tutsakların devreye girmiş olması da doğru değildi. Çünkü özellikle de “anadilde eğitim” gibi Türk rejiminde zihni ve yapısal değişimleri zorlayacak olan bir talep için daha uzun soluklu ve etkili bir mücadeleye ihtiyaç vardı. Bunu da ancak dışarıda mücadele yürüten güçler üstlenirlerse altından kalkabilirlerdi.

Kürt hareketi artık büyüdü. Kürtler hakları için ayakta. 1980’li darbe yıllarında olduğu gibi tüm siyasal hareketlenmelerin odağının cezaevleri olduğu yılları çoktan geride bırakmış bulunuyoruz. Bu nedenle, tutsaklar istese bile bugün onlara bu ağır yükü yüklememek gerekir.

Eylem türü ve yüklenici tercihine yönelik eleştirilere rağmen, süresiz açlık grevinin kazanım hanesi boş değil elbette. Taleplerin kapsayıcı özelliği, BDP’li olsun olmasın neredeyse tüm Kürt siyasal örgütlerinin ve halkın ciddi bir kesiminin desteğini almaya yol açtı. Destek açıklama ve eylemlerinin, Adalet Bakanlığı üzerinde çözüm baskısı kurmaya dönük görüşme trafiğinin, hele de özellikle Diyarbakır’da etkili olan gürültü yapma eyleminin üzerinde ciddi durulmaya değer. Yani duyarlı kesimden insanlarımız en azından balkon korkuluklarına, tava-tencereye vurarak destekte bulundu. Bu anlamda eylem, Kürt ulusal bilinci ve insani bir haslet olan vicdanın yeniden uyanışına vesile oldu. En önemlisi de potansiyel ulusal ittifak güçlerinin ilişki trafiğini yoğunlaştırdı. Bu arada, destek konusunda Türkiye solunun bir kesiminin fedakarlık yüklü çabalarının da altını çizmek gerekir.

Süresiz açlık grevi, Kürt halkının özgürleşme yolundaki taleplerini ve bu talepler uğruna Türk hapishanelerinde yaklaşık on bin Kürdün tutsak bulunduğunu dünya kamuoyuna bir kez daha duyurmuş oldu. Bu ilgi tazelenmesini azımsamamak gerek.

Yine bu eylem, Türk egemenlik sisteminin gerçek yüzünü bir kez daha teşhir etmeye yaradı. Konu Kürtlerin insani ve ulusal hakları olunca, Türk yönetim eliti içinden değişimciliği ağzından düşürmeyeninin bile nasıl diktatörleşebildiğini Kürt halkı en çıplak haliyle gördü. Başbakan Recep’in, bakanlarının düşünce ve girişimlerini bile takmayarak hızla “Kral Reco”ya dönüşmesi için Kürtlerin kırmızıyı göstermesi yetiyormuş demek ki!..

***

Eylemin kazanımları olan yukarıdaki girdiler sevindirici, ama eylemin asıl hedeflerine ulaşmadan sonlandırılması, dahası sonlandırılma biçimi ise düşündürücüdür.

Olaya yaklaşımımızın vicdan muhasebesi kısmını geçtik… Çünkü söz konusu talepler için pek de doğru görmediğimiz bu eylem türünün ölümler olmadan sonlandırılmış olması, insan olarak bizi bir nebze rahatlattı denilebilir. Ama olayın siyaset muhasebesini es geçmek olmaz. Bu açıdan bakıldığında ise, açlık grevindeki tutsakların, talepleri konusunda ciddi bir pazarlık bile yapmadan grevi sonlandırdıkları anlaşılıyor. Pazarlığın olumlu somut sonuçlar ortaya çıkarıp çıkaramayacağından bağımsız olarak, süresiz açlık grevi gibi bir ölüm-kalım eyleminde bu aşamanın yoğun olarak yaşanmamış olması bile sonucun olumsuz kısmına yazılacak girdilerden biridir. Yani eylemin somut bir başarıyla mı, yoksa bir yenilgiyle mi sonuçlandığı bile muğlaktır. Zaten en kötüsü de bu! Çünkü tarihsel hak mücadelelerinde açık/somut yenilgiler bile tamamen kayıptan sayılmaz, mücadelenin geleceğine yatırım olarak değerlendirilir.

Anadilde savunma hakkı talebinin, AKP Kongresi’ndeki bu yönlü vaat hızlandırılarak ve de her tarafı özürlü şekilde kısmen karşılanmış olması, eylemin sonucu konusundaki eleştirimizi boşa çıkarmaya yetmez. Eylemin bu yasanın çıkışında sadece hızlandırıcı bir işlevi olmuştur, o kadar.

Bir de eylemin sonuçlandırılma biçimi var ki, bir Kürt siyasetçisi bu biçimle övünmeli mi, kaygılanmalı mı, tartışılır. Bu tarz, yakın vadede, lider odaklı örgütsel disiplini ve iç uyumu göstermesi bakımından kendi icracıları için bir övünç durumu yaratsa da, uzun vadede Kürdistan’ın geleceğine dair bir ufku ve kurumsal bilinci olan her Kürdü derinden düşündürecek bir tarzdır. Lider “eylemi tereddütsüz bitirin” demiştir ve içerideki-dışarıdaki herkes aynı anda gerçekten “tereddütsüz” bitirmiştir. Bu zamanda bu tarz! Üzerinde düşünmeye değmez mi!? Liderin bu konuda doğru yapıp yapmadığından bağımsız olarak -ki bu “eylemi bitirin” çağrısı bizce doğrudur-, tarzın kendisi düşündürücüdür. Liderin hata yapma olasılığını tamamen yok sayan bir tarih bilinci ve örgütsel kültür, bu eylemin sonuçlandırılma biçiminde belirleyici olmuştur. Eylem bütünüyle net şekilde başarılmış olsaydı bile, bu karar mekanizması tarzı eleştirilmeliydi. Çünkü zaman değişti. Genel olarak tekil liderliğin kurtuluş mücadelelerindeki tarihsel fonksiyonu da değişti. Bu nedenle günümüzde, önceleri bir derli-toplu kuvvet göstergesi olan bu türden işleyişlerin, gelecekte toplu bir zaafımıza dönüşmeyeceğinin garantisi yoktur. Bunun bilincinde olmamız lazım. Kürt siyasal hareketi, yakın zaman ideolojik ve kültürel birikimleriyle kolektif bir öncülüğü hak etmektedir. Ve rengi ne olursa olsun tüm devrimci örgütlerin kendi bünyelerinde bu hak edişe doğru yönelmeleri gerekmektedir.

İmralı’dan gelen “bitirin” çağrısıyla bitirilen açlık grevini tamamen başarısız saymak ne kadar yanlışsa, salt çağrı Öcalan’dan geldiği için bu sonucu tam bir başarı olarak takdim etmek de o kadar yanlıştır. Ağırlıklı boyutuyla Öcalan’ın liderliğini bir kez daha teyit ettirip müzakere gücünü arttırmayı amaçladığı anlaşılan bu kapsamlı eylemin, bütünlüklü somut sonuçlar elde edilmediği halde “zafer” olarak sunulmasının ikna düzeyi, kişinin fetvadan teselli bulması kadardır.

Eylemin kendi doğasından kaynaklı genel kazanımları hiçe sayma yanılgısına düşmeden şunu söyleyebiliriz: Süresiz açlık grevinden geriye, fedakarca ortaya konulmuş büyük bir Kürt enerjisi ve buna karşılık “bizden görünmeyen pazarlık ve müzakerenin yapılmış olması ihtimali” kalmıştır. Bu ihtimalin tamamen gerçekleşmiş olduğunu varsaysak bile, bunun somut sonuçlarını ne zaman göreceğimiz, dahası görüp görmeyeceğimiz belirsizdir. Bizce, eylem de talepler de son derece açıktı, -varsa eğer- pazarlığı da olabildiğince açık olmalıydı.