24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara1°C
  • İzmir6°C
  • Berlin4°C

AB’YE GERÇEKÇİ BAKIŞ

Nabi Yağcı

19 Mart 2012 Pazartesi 07:41

Tarih boyu Avrupa ile ilişkilerimizi “aşk-nefret” metaforuyla açıklamak hiç de yanlış olmaz. Ama hiçbir zaman bu ilişki olgun insanlar arasındaki abartısız ilişkiye dönüşemedi, çünkü aradaki bağıntı tek yanlı bağımlılık ilişkisiydi. Değişen dünya ve değişim sürecine giren Türkiye koşullarında bu tek yanlı bağımlılık ilişkisi değişmeye, taraflar birbirlerine hiç değilse eskiye oranla farklılaşmış yeni bir gözle bakmaya başlamışlardı. Bunun sonucunda Türkiye önce AB aday üyesi, daha sonra da adaylığı müzakere edilen ülke statüsünü elde etti. Ne var ki o noktada fren sesleri duyulur oldu.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliğinin tetiklediği “Ortadoğu’nun ve hatta Kafkasların lider ülkesi” olma aşkı, Avrupa aşkının yerini aldı bu kez. Düne kadar kurulan oyunları dışarıdan seyreden, oyunda kendine verilen rolü sorgulamaksızın oynayan Türkiye bu kez kendisi oyun kurucu olarak sahneye girdi. Doğru da oldu bu hamle. Ne var ki oyun kurmada geniş bir manevra alanına sahip olduğunu sanmakla yaşamsal bir hata yaptı iktidar. Bu yanılgıyla AB’ye karşı ilgisini adım adım soğuttu. Bu soğumada AB içinde Almanya ve Fransa’nın Türkiye’nin AB üyesi olmasındaki isteksizliklerinin yanı sıra Kıbrıs sorunu da etkili oldu. Kürt meselesinde AB’den gelen baskının da rolünü atlamamak gerek.

Nedenleri ne olursa olsun sonuçta AK Parti iktidarı, uzmanlar düzeyinde farklı düşünülüyor olsa bile kamuoyu karşısında AB üyeliği için “olsa da olur olmasa da” tavrına girdi. Avrupa’yı saran kriz, özellikle Yunanistan krizi bu uzaklaşmayı hem meşrulaştıran hem de hızlandıran etkiler yarattı.

Tarih olarak geride kalmış olsa bile, AK Parti’nin düzenlediği “Lider Türkiye” konulu bir toplantıda Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın bir konuşmasını yukarıda söylediklerim açısından dikkate değer olduğu için aktarmak istiyorum. Yılmaz AB’deki krizden kalkarak “AB’ye alınmamış olmamız, bize bir ayrımcılık yapılmış olması, belki ilk bakışta negatif gibi gelebilir. Ancak şu an gösterdi ki, belki o birliğin içinde olmamak Türkiye’nin lehine. Yunanistan’a yardım ettiler kurtaramadılar. Yunanistan hâlâ krizden çıkabildi mi? Tartışmalıdır. Dolayısıyla Türkiye bu dönemde çok daha iyi durumda. İnşallah çok daha iyi duruma gideceğiz” diyor ve konuşmasının devamında ABD’nin Türkiye’ye gösterdiği ilgiye vurgu yapıyor. ABD Genelkurmay Başkanı’nın “Biz Türkiye’ye dostumuz demekten gurur duyuyoruz” demesinin öneminin (!) altını çiziyor.

Bir hükümet üyesinin AB üstüne böyle bir konuşma yapması hükümetin meseleye bakışının ipuçlarını veriyor. AB ile müzakerelerini sürdüren bir ülkenin hükümetinin bir bakanı böyle bir konuşma yapıyorsa ortada bir samimiyetsizlik var demektir. Ama yalnızca bu değil, AB’nin konumu ve sürmekte olan krizin doğru değerlendirilmediğini, bu konuda gündelik medya yorumları düzeyinde, “AB bitti, bitiyor” havasında bir yorumlama düzeyinde kalındığını gösteriyor. Ya da bu söylem en azından, iktidarın kendi kamuoyunu daha gerçekçi bilgilerle donatmak yerine “lider ülke” ajitasyonunu öne çıkarma hevesinde olduğunu yansıtmakta.

Arap devrimiyle durum değişti

Ama önce değişen bu durumu anlayabilmek için ilkin AB konusunda krizi de hesaba dâhil ederek daha gerçekçi değerlendirmeler yapmakta fayda var. AB’nin yalnız mali değil siyasal bir kriz içinden geçmekte olduğu görünen bir gerçek ama bu görüntü gerçeğin bütünü de değil. Başka deyişle AB projesinin sona doğru gittiği şeklindeki bir algı ve buna dayanan yorumlar gerçekçi olmadığı gibi Türkiye-AB ilişkisini de doğru yansıtmaktan uzaktır.

Ne dış politika ne de AB uzmanıyım, burada benim aradığım soru, Türkiye’nin AB üyeliği perspektifinden uzaklaşmasına dayanak oluşturacak ciddi nedenlerin olup olmadığıdır. Çünkü böyle bir uzaklaşmanın Türkiye’yi içine kapatacağı ve bu kapanmanın ise içeride otoriter milliyetçi eğilimleri arttıracağı endişesini taşıyorum.

Finansal ve siyasi kriz içindeki AB üstüne güvenilir yorumlar incelendiğinde AB’nin Fransa-Almanya mihveri etrafında hem mali hem siyasi yeni bir yapılanma içine girerek yoluna devam edeceği görülüyor. Yani bir çöküş değil ama AB sancılı uzun bir yeniden yapılanma dönemine giriyor. Bu yeniden yapılanmada bir mihverin ağırlık taşıyor olmasına karşın bu merkeze mesafeli duran farklı çevrelerin de olacağı ama farklılıklara rağmen entegrasyon ve birliği güçlendirme yönünde yürüneceği, hiçbir ülkenin bu birlikten kopmayı göze alamayacağı genel olarak paylaşılan bir yorum.

Devam edeceğim.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.