10 Mayıs 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır24°C
  • Ankara24°C
  • İzmir23°C
  • Berlin22°C

ABDULLAH ÖCALAN'A EN FAZLA İMRALI DİYEBİLMEK

Pınar Öğünç

14 Ocak 2013 Pazartesi 03:30

Dünyadan çözüm önerileri: 'Müzakere karşılıklı talepler mezarlığına dönmesin'. İsmali Beşikçi'nin uyarısı başka.

İmralı’nın talepleri zorlar mı? Kandil, İmralı’nın sözünü dinleyecek mi? İmralı’ya 37 ekran televizyon... Böyle tamlamalar uçuşuyor havada. 

Dağların ve adaların canlanıp konuştuğu fantastik bir öykü gibi. Ortada ne döndüğünü hiç bilmeyen birinin asla anlayamayacağı dilde yazılmış politik bir fabl. 

İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı ve BİA Eğitim danışmanı Prof. Dr. Sevda Alankuş, Bianet’ten Nilay Vardar’a tam da bu dönemde kritik neticeler verebilecek barış gazeteciliği üzerine bir söyleşi vermiş. İşte orada güzel anlatıyor İmralı’nın bir şahsiyet haline geliş mecburiyetini. Barış gazeteciliğinin olan biteni hakkıyla anlamlandırmak için bundan kaçınması gerektiği uyarısını da yapıyor: 

“...Barış gazeteciliği yapmak hem çok kolay hem çok zor. Kolay çünkü, hiç de öyle editoryal tercihlere gerek kalmadan bireysel tercihinizle, illa da ‘gerilla’ demek zorunda değilsiniz mesela ama ‘terörist’ de demek zorunda değilsiniz. 

Çünkü günün birinde mutlaka masaya oturacağınız, müzakere edeceğiniz insana kapalı kapılar ardında ‘Sayın Öcalan’ derken, kamuoyu önünde ‘terörist başı’ ya da ‘bebek katili’ deyip durduğunuzda, işte o gün geliyor ve siz sonra, ondan en fazla ‘İmralı’ diye söz edebiliyorsunuz.” 

‘Buna müzakere demeyin’ 

Barış İçin Öcalan’a Özgürlük Platformu, bir yıl önce kurulduğunda hava hiç de bugüne benzemiyordu. Dün uluslararası katılımcıların da sunumlarıyla Taksim’de yapılan ‘Çözüm ve müzakere süreçlerinde liderlerin rolü’ başlıklı panelin mazisi ise beş-altı ay öncesine dayanıyor. Araya giren açlık grevleri gündemi, planlarını değiştirir gibi olduysa da, bu toplantı sanki geçen hafta planlanmış gibi. Türkiye’de rüzgârlar da hızlı değişebiliyor böyle bazen. Önemli olan bu rüzgârla ilerleyebilmek. 

Bu yazıya son nokta konana kadar takip edebildiğim iki oturumdan, bu sürece anahtar olabilecek çok not aktarmak mümkün. Çok azı sığacak. 

Güney Afrika’da 15, Kuzey İrlanda’da 10 yılını müzakerelere adayan ve 2000’lerin ortasından beri de Bask çözümü için çalışan Güney Afrikalı avukat Brian Currin, ihtilafların çözümünde zanaatkâr tecrübesine sahip bir isim. O da başka bir tashih yaptı; “Daha müzakere başlamadı, bu öngörüşme, buna müzakere demeyin” uyarısında bulundu. Bu tür dönemlerde her bileşene güven sağlayabilecek dürüst ve vizyon sahibi liderlerin kilit rolünden söz etti. Bir de kritik yaklaşım tercihini sundu: Müzakerede taraflar içgüdüsel olarak ‘tavırsal’ davranmaya meyletse de, yapıcı olanın ‘ihtiyaca dayalı’ yaklaşım olduğunu söz etti. Tavırdan vazgeçmek değil, tavra neden olan ihtiyacı ön plana çıkarmak. Currin’e göre yoksa diyalog karşılıklı talepler bataklığına dönüşebilir. 

İsmail Beşikçi’nin temel bakış açısıyla ilgili uyarısı da bir o kadar mühim. Görüşmeler yapılırken sorunun temelinden, tarihselliğinden uzaklaşmamak gerektiğini vurguladı Beşikçi. Hep yaptığı ve davalık olduğu gibi... Kürtleri kendi kaderini tayin hakkından alıkoyan ‘anti-Kürt’ uluslararası camiadan söz etti. Kimbilir kaç kez anlattığı şey, öfkesini hissediyorsunuz. “Dünya değişiyor, Kürtlerin durumu değişmiyor” diyor. Milletler Cemiyeti döneminde parçalanan Kürdistan’dan, mesela nüfusu 1 milyon olan Katar’ın, Beşikçi’ye göre 50 milyondan fazla Kürt’ün kaderini belirleyebildiği şu günlere kadar... “Anadilde savunma hakkının müzakeresi olmaz. Müzakere dediğimiz bunlar üzerine kurulur” diyor Beşikçi.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.