ABDÜLHAMİT, EVREN, ÖCALAN
Halil Berktay
31 Mart 2012 Cumartesi 07:15
Gelelim Türkiye’ye. KCK Sözleşmesinin 11. maddesinin Öcalan’a tanıdığı özel, hukuk-üstü statü ile karşılaştırılabilir ne var diye bakarsak, karşımıza önce 1876 Kanun-u Esasî’si çıkıyor.
Hegel’in “Doğu despotizmleri”nde veya 17-18. yüzyıl Avrupa monarşilerinde mutlakiyet var ama anayasa yol ve dolayısıyla böyle anayasa hükümleri de yok, demiştim. İşe bakın ki, 19. yüzyıl sonu Osmanlı İmparatorluğu’nda, tarihî bir “gecikmişlik”ten ötürü her ikisi yan yana mevcut. Hem padişah, hem anayasa –ilginç sonuçlara yol açıyor.
Örneğin 4. madde, “Zâtı Hazreti Padişahî... bilcümle Osmanlı Devleti halkının hükümdarı ve padişahıdır” derken, 5. madde aynı “Zâtı Hazreti Padişahî”nin şahsını “mukaddes ve gayri mesul” (kutsal ve sorumsuz) ilân ediyor. 7. madde, herhangi bir mercie hesap verirliği olmayan bu padişahın, vekillerin atanması ve azli, ordu ve donanmanın başkomutanlığı, savaş ve barış ilânı, para basma, Mebusan Meclisi’nin toplanması, tatili veya feshi ile ilgili, keza “mukaddes” (kutsal) hak ve yetkilerini sıralıyor. Abdülhamid’in üzerinde özel olarak israr ettiği bilinen, ünlü 113. madde, devlet güvenliği için tehlike oluşturduğu sırf polis incelemesi (idare-i zabıta tahkikatı) ile “sabit” olanların sürgüne gönderilmesini “Zâtı Hazreti Padişahî”nin “yed-i iktidar”ına bırakıyor.
Aradaki maddelerde sen istediğin kadar kişi özgürlüğüne dokunulamaz (hürriyet-i şahsiye her türlü taarruzdan masundur) veya işkence yasaktır (işkence ve sair her nevi eziyet katiyen ve külliyen memnudur) de. Düzenin ne yapıp yapamayacağını, Öcalan’ın –pardon, padişahın bu üstün yetkileri belirliyor. (Nitekim Mithat Paşa ve diğer Osmanlı liberalleri, 113. maddeye dayanarak tasfiye edildi.)
Cumhuriyet anayasaları ise (tabii KCK Sözleşmesi ilerilik ise) bu açıdan bir geriliği ifade etmekte. 1921 ve 1924 anayasalarında, (örneğin kuvvetler birliği gibi) başka ne tür otoriter boyutlar bulunursa bulunsun, kişi adı geçmiyor ve herhangi bir kişiye hiçbir özel konum veya yetki tanınmıyor. Vahim bir “kişi kültü” tabii mevcut. Atilla Oral’ın Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu başlıklı bir kitabından yola çıkarak, Temmuz-Ağustos 2011’de yirmi yazı yazdım bu konuda. Koca koca Türk Tarih Kurumu üyelerinin ettiği ebedî bağlılık yeminlerini; Nâzım’ın Mebus Tahsin’inin sözleriyle “pençesinin ne kadar ağır” olduğunu hatırlattım.
Daha yakın zamanda, Stalin ile Öcalan’ın çevrelerine muamelesini karşılaştırırken de kafamın gerisinde gene denklemin üçüncü bir köşesi olarak Atatürk, çevresi ve sofrası vardı. Nitekim, geçen gün değindiğim Pokrovsky’nin trajedisi de bana Köprülü’yü çağrıştırır. Fuat Köprülü 1920’lerde yeni sosyal ve ekonomik tarihçilik adına “büyük adamlar” yaklaşımına karşı çıkmışken, Türk Tarih Tezi saçmalığına haklı muhalefeti yüzünden kendini açıkta, ayazda bulduğunda, tarihi genel olarak büyük adamlar yapmasa da Türk Devriminin liderinin bu açıdan müstesna bir konumu olduğuna dair bir övgü yazısı yazıp, tekrar mebusluk ve (Halk Evleri’nin yayın organı) Ülkü dergisinin editörlüğü konumuna yükselmeyi başarmıştı.
Tek Adam’la takışmamak, mümkünse ona yakın olmak açısından böyle benzerlikleri vardı Sovyet ve Türk “Tek Parti” rejimlerinin. Ne ki, o “Tek Parti” rejimi bile bir kişi adını, ya da hattâ Ebedî Şef ve Millî Şef ünvanlarını anayasaya koymayı düşünmemişti. T.C. anayasalarının bir nebze Kuzey Kore’ye benzemesi için, 1960 ve 1980 askerî darbelerini beklemek gerekti. İlk defa, 9 Temmuz 1961 tarih ve 334 sayılı 27 Mayıs anayasası, Başlangıç bölümüne “Türk Milliyetçiliği” ve “Atatürk Devrimlerine bağlılık” formüllerini koydu. 12 Eylül anayasası ise bu ifadeyi “Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri...” biçiminde uzatıp ayrıntılandırdı. Böylece, Çin ve Kuzey Kore anayasalarında da gördüğümüz türden millî bir “izm”i, herkes için bağlayıcı bir ideolojiyi, bir “devlet çizgisi”ni toplumun tepesine oturtmaya kalktı. Hâlâ da değiştiremiyor, ideolojisiz bir anayasa haline getiremiyoruz.
Ama sonuç olarak Atatürk 44 yıl önce ölmüş bir insandı ve o ândan itibaren tekrar vücut bulan askerî vesayet rejimi için de genel bir ideolojik kalkandan ibaretti. Türkiye’nin gördüğü bu en korkunç 1982 anayasası dahi, yaşayan bir insanı başlı başına en üst “organ” ve “önderlik kurumu” ilân etmeye kalkmadı. Tersine, hangi nedenle olursa olsun, nasıl izah ederseniz edin, başka çağdaş anayasalar gibi o da, “egemenliği... millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı”nı hükme bağladı.
Özetle, KCK Sözleşmesi 11. maddesinin uzaktan yakından bir benzeri, Kenan Evren hediyesi 1982 anayasasında bile yok. Buna karşılık, KCK Sözleşmesinin öngördüğü hemen bütün hak ve özgürlükler T.C. anayasasında da var. İşkence ve idam cezası orada da yasak, örneğin. Lütfen bana “kâğıt üzerinde var” demeyin, çünkü ona bakarsanız her ikisi de öyle, kağıt üzerinde. Kürtlere özgü talepleri bir kenara koyun. Sadece “aynı toplum” için iki ana metin gibi düşünün. Sırf işbu 11. madde yüzünden, KCK Sözleşmesine kıyasla 12 Eylül anayasası bile daha demokratik duruyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.