ABD TÜRKİYE’Yİ IŞİD’LE SAVAŞMAYA MECBUR ETTİ
Kadri Gürsel
07 Eylül 2016 Çarşamba 02:28
Türkiye’yi 23 Ağustos’ta Suriye’de himayesindeki cihatçı gruplarla birlikte “Fırat Kalkanı” operasyonuna girişmeye mecbur eden ana faktör IŞİD’den ziyade, PKK’nın uzantısı olarak gördüğü Kürt PYD’ye ABD’nin verdiği askeri destektir. Bu Amerikan desteği olmasaydı PYD’nin silahlı kolu YPG, Fırat’ın batısına geçip IŞİD’den Mınbiç’i alamayacak ve bu sayede gündeme gelen Afrin-Kobani Kürt koridoru ihtimali Ankara’nın uykularını kaçırmayacaktı. Ve sonunda Türkiye bugüne kadar yapmadığını yapmak, yani Suriye’ye düzenli ordu birliklerini sokmak zorunda kalmayacaktı.
Ankara IŞİD’i, PYD’nin sınır komşuluğuna tercih etmiştir. Lakin ABD’nin IŞİD’e karşı PYD’yle yaptığı ittifak koşulları dramatik biçimde değiştirdi ve Ankara’yı IŞİD’e karşı nihayet gerçekten de savaşmaya itti. Ve bu yazı yazıldığı sırada gelen bir son dakika haberine göre savaşın açıklanmış hedefine varılmıştı: Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca uzanan 90 kilometrelik Azez-Cerablus hattı boyunca batıdan ve doğudan ilerleyen Türk birlikleri ve müttefikleri, harekâtın 12’nci gününde birbirlerine kavuşmuşlar ve sınırın tamamını IŞİD’den temizlemişlerdi.
Türk müdahalesinin bundan sonraki seyrinin ne olacağı, şimdi bölgedeki bütün aktörlerin cevabını merakla beklediği soru olmalıdır.
Azez-Cerablus hattı boyunca fiili bir “güvenli bölge”nin meydana getirilmekte olduğu aşikâr. IŞİD tehdidi ve bir yıpratma savaşı ihtimali sürdüğü müddetçe bakalım bu güvenli bölgenin savunulması nasıl mümkün olacak? Bu amaçla Türk birlikleri, batıda rejimin, doğuda da YPG’nin denetimindeki bölgeler arasında kalan koridordan güneye, El Bab’a doğru inmek durumunda kalacaklar mı?
Bu bakımdan Fırat Kalkanı’nın Türkiye açısından en büyük zaafını “Özgür Suriye Ordusu” (ÖSO) adı altında derleyip toparladığı cihatçı grupların kifayetsizliği oluşturuyor. Bu grupların savaş alanında Türk zırhlı birliklerinin yakın desteği olmadan ilerleyebilmesinin zorluğu, Azez-Cerablus hattının ortasında kalan El Rai’deki (Çobanbey) IŞİD direnişi sayesinde görüldü.
2 Eylül’de IŞİD’in El Rai’de dört köyü ÖSO’dan geri aldığının haber verilmesinden sadece bir gün sonra Türk zırhlı birliklerinin bu bölgeden Suriye’ye girerek ikinci cepheyi açmaları bir rastlantı olamazdı. El Rai’de yaşanan bu durum, Türk ordusunun Suriye’nin derinliklerine çekilmesinin küçük ölçekli bir modeli olabilir. ÖSO’nun yetersizliği sonucu savaşa karadan müdahil olan Türk ordusunun açığı kapatmak için her seferinde daha çok sayıda askeri güçle biraz daha fazla güneye ilerleyerek sonunda Suriye, YPG, Hizbullah ve Rus faktörlerinden biri, birkaçı ya da hepsiyle aynı anda karşı karşıya gelmesi...
Bu aynı zamanda Türkiye’nin “Suriye batağı”na saplanması da demektir. Türk ordusu günün birinde kendisini Suriye’de çıkışı olmayan bir yıpratma savaşının içinde bulursa ki bu pekâlâ mümkündür, o zaman “Türkiye’nin Suriye’de batağa saplandığını” tespit etmek durumunda kalacağız.
İstikrarsız Halep dengesi
Türk ordusu ve müttefiklerinin Azez-Cerablus hattını birleştirdiği gün Halep’te de muhaliflerin denetimindeki bölgenin yeniden rejim güçlerinin kuşatması altına girmesi sadece bir rastlantı olabilir. Lakin Şam’ın müttefikleri Rusya ve İran’ın, Fırat Kalkanı bahsinde Ankara’nın sadece Mınbiç bölgesinde YPG’ye yönelik saldırılarına itiraz etmeleri, IŞİD’in egemenliği altındaki alanlardaki operasyonlara ses çıkarmamaları tesadüf değildi. Bu durum, taraflar arasında, Halep’in rejime teslimi karşılığında Türk birliklerinin de sınırı IŞİD’den temizlemek amacıyla Suriye’ye girmeleri hususunda bir mutabakat olduğunun güçlü bir karinesi.
Diğer taraftan, ÖSO kifayetsizliği ve IŞİD tehdidi sürdükçe Türk ordu birliklerinin hat konsolide etmesi mümkün olmayabilir. Bu istikrarsızlık Türkiye’nin sahadaki diğer aktörlerle varmış olduğu mutabakatın sürdürülmesini olanaksız kılabilir.
Türk birliklerinin devam edegelen bir IŞİD tehdidini bertaraf etmek gerekçesiyle güneye çekilmesi ihtimali gerçekleşirse bu, Türkiye’nin doğudan yaklaştığı Halep üzerinden Suriye’nin geleceğinde daha fazla söz sahibi olmasını mümkün kılacak. Bu durum Ankara’daki bazılarının yeniden fütuhatçı rüyalar görmeye başlamasına bile yol açabilir.
İlginç bir paradoksla karşı karşıyayız: ABD’nin terörist örgütler listesindeki PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD ile IŞİD karşıtı bir ittifak kurmasının başlıca nedeni, Türkiye’nin IŞİD’e karşı savaşmakta, ülkesindeki IŞİD hücrelerini dağıtmakta ve Suriye sınırını güvence altına almaktaki ısrarlı isteksizliğiydi. Türkiye’yi Fırat Kalkanı’na mecbur eden ABD-PYD ittifakı ise, ABD’yi de PYD’yle ittifaka mecbur eden Türkiye’dir.
Şimdi, PYD’nin ABD için önemini tali plana iterek, Kürt örgütünü kendisi için bu bakımdan da bir tehdit olmaktan çıkarmak amacıyla Suriye’ye giren Türkiye, nihayet IŞİD’le savaşıyor. İlk bakışta bu, ABD çıkarları açısından fevkalade olumlu bir durum imiş gibi görünebilir. Öyle ya, 15 Temmuz darbe girişiminin yol açtığı tüm olumsuzluklara rağmen üstün bir kuvvet olmaya devam eden Türk Silahlı Kuvvetleri dururken, IŞİD’e karşı YPG’ye ne hacet var? Lakin işler göründüğü gibi değil.
Bir kere, ABD ile Türkiye’nin öncelikleri çok farklı. ABD’nin önceliği IŞİD’i zayıflatmak ve yok etmek. PYD bu bakımdan bir sorun değil, tam tersine çözüm. Türkiye’nin önceliği ise PYD’nin yayılmasını durdurmak. Bu ABD IŞİD’le savaşı sadece Türk ordusuna güvenerek sürdüremez. Çünkü derindeki amaçlar farklı.
Sadece Türk ordusuna dayanmak, Türkiye’nin Rusya ve İran’la vardığı zımni mutabakatın çökmesine, Kürtlerle çatışmaya, Türkiye’nin Suriye’de batağa saplanmasına ve savaşın daha da içinden çıkılmaz bir hale gelmesine yol açabilir.
Amaç bu değilse şimdi ABD, nihayet Suriye’ye girip IŞİD’le savaşan Türk birliklerinin ileri harekâta mecbur kalmamasını temin etmek gibi bir mükellefiyetle de karşı karşıya. Bu bakımdan IŞİD’le mücadelede YPG ile işbirliği eskisinden de önemli hale geldi ve dolayısıyla yeni hedefler ışığında devam etmesi en kuvvetli ihtimaldir. (Al Monitor)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.