ABD-İRAN UZLAŞMASI VE BARZANİ’NİN RANDEVU İPTALİ!
Sinan Çiftyürek
09 Şubat 2014 Pazar 14:10
Ortadoğu’da beklenilmeyen gelişmeler yaşanıyor. Rusya, ilk kez Kürt kartını açarak “Kürt meselesinde ben de varım” dedi. Mesud Barzani ABD’ye planlanmış davetini iptal etti! Suriye rejimi, “erken yıkılır” beklenti ve öngörüleri ters yüz ederek 3 yıldır ayakta. İran 34 yıl aradan sonra “büyük şeytan” ABD ile uzlaşma-anlaşma adımlarını atıyor. Tersinden de ABD düne kadar yıkmayı hedeflediği İran rejimiyle bölgesel işbirliği arayışında. Öyle ki ABD, Irak BAAS rejiminin devrilmesi ardından hedef tahtasına koyduğu İran ile uzlaşmanın ötesinde yeni Irak’ı yönetme de ortaklaşmayı hedefliyor! İsrail olanlardan rahatsız, S. Arabistan ve Sünni Arap Körfez ülkeleri ise yakınlaşmayı korkuyla izliyor!
ABD Avrasya’da Dimyata Pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya başladı!
ABD ile İran yakınlaşmasına nereden gelindi sorusuna yanıt aranırken üç nokta önemlidir.
Birincisi, ABD’nin “soğuk savaş” sonrası, yani SSCB ve Sosyalist bloğun dağılmasının hemen ardından geliştirdiği ve en az “soğuk savaş” süresi kadar uzun ve maliyetli stratejinin yani Avrasya Üzerinde Egemenlik Kurma Stratejisinin, Afganistan ve Irak işgalleri üzerinden çökmüş olmasıdır. Biz ilk günden, “ABD küresel imparator olamaz”, “Avrasya stratejisi çökecek ve ABD Atlantik’in öbür yakasında soluğu alacak” demiştik.
İkincisi ise, İran rejimi, İslam devrimini bölgeye ihraç etme potansiyelinin sınırına varmanın yanı sıra içerde de devrimin tıkanmış olmasıdır. Öyle ki çoktandır halkların üzerinde sopa zoruyla ayakta durur hale geldi.
Üçüncüsü; bu iki gelişmeye; ABD ile İran’ın, Suriye üzerinde ki bilek güreşlerinde yenişememeleri ve Irak’ın yönetilmesinde ABD’nin giderek İran’a ihtiyaç duymasını ekleyelim. Bunları makalenin kısa sınırları içerisinde açarsak:
Afganistan ve Irak askeri işgalleri ABD’ye pahalıya mal oldu. Afganistan ve özellikle Irak işgalleri sırasında Bush; “önleyici vuruş”, “ABD, çıkarları için meşruluk aramayacak” diyerek giriştiği askeri işgallerden yara bere içerisinde Irak’tan geri çekildi, Afganistan’dan ise çıkma takvimini açıkladı, sancılı da olsa çıkacak.
Daha önce sıklıkla belirttiğim gibi, ABD bu iki ülkenin işgaliyle; Ortaasya ve Ortadoğu’ya yerleşmek, Asya’nın güçlü aktörleri olarak önce İran sonra Rusya ve Çin’i hedeflemişti. Dahası coğrafik olarak “çok büyük” dediği Rusya, Çin ve İran’ı parçalama hedefi tam tersi sonuçlar verdi. İran, bu süreçte bölgesel aktör olarak konumunu güçlendirirken, Rusya küresel aktör olarak ABD ile Ortadoğu’nun geleceğini pazarlık yapan konuma yükseldi.
Rusya’nın yanı sıra Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) diğer belirleyici gücünü oluşturan Çin’de de benzer bir durum yaşanıyor. ABD, Çin ile 21. yy’da Pasifik’te büyük hesaplaşmaya hazırlanırken, Çin sınırlarının çok ötesinde Afrika ve Ortadoğu’da ekonomik, kültürel, siyasi ve giderek askeri olarak yani “her hücresiyle Batı’ya meydan okumaya” başladı.
Rusya, Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerini Batı ittifakı NATO’ya kaptırsa da kuşatmayı erken yardı. Önce Ukrayna, Gürcistan ve Tacikistan’da ABD ve Batı’dan rövanş aldı sonra Ortadoğu’da Suriye üzerinden küresel aktör konumunu pekiştirdi. ABD “Rusya 17 milyon km kareyle çok büyük, parçalanması gerek” diyerek harekete geçerken, Rus emperyal milliyetçiliği geliştirdiği iç ve dış hamlelerle sınırlarının çok ötesinde Ortadoğu’da küresel aktörlüğünü ilan etti. Üstelik ataları gibi ABD de bölge ile parlamenter demokrasi, modernizm gibi alanlarda doku uyuşmazlığı yaşarken, Rusya’nın ise genlerinde taşıdığı Doğu despotizmi ile zaten sorunu yok! Kısacası, ABD, on yılı aşkın bir savaşın ardından; “Afganistan’dan nasıl çıkarım”, Irak’ta ise “nasıl etkinliğimi sürdürebilirim” telaşına düşerken; Doğu ekseninin özelde de ŞİÖ lideri olarak Rusya gerek Kafkasya, Ortaasya ve Ortadoğu’da küresel emperyal güç olarak pozisyonunu güçlendirdi.
Tam da Cenevre-2 Konferans görüşmeleri yaklaşırken patlak veren Ukrayna isyanı; bir yanda AB yanlısı Ukraynalıların Rusya ve müttefiki Ukrayna hükümetine öfkesini dile getirirken diğer yandan ABD ve Batı, Cenevre’ye gidilirken Rusya’ya “ayağını denk al bak kendi çulunu bile sudan çıkaramıyorsun” mesajı vermek istediler.
Ortadoğu güç dengelerinde yaşanan kaymalar…
Ortadoğu siyasal güç dengeleri yeni gelişmelere gebe, Bunları özetlersek:
a - Öncelikle “Türk model”i çöktü. Siyasal İslam’ın parlamenter demokrasi ile “uyumunu” ve küresel kapitalizmle entegrasyonunu temsil eden Türk modeli bir yanıyla çöktü. Halen G-20 üyesi olarak Türkiye’nin bölge ile Batı kapitalizmi arasında entegrasyon köprüsü olma işlevi devam ediyor. Ancak İslam ile demokrasinin, parlamenter sistem üzerinden uyumunun simgesi anlamında model çöktü. Türk hükümetinin, izlediği Suriye siyaseti, bölgesel rolünün sorgulanmasına ve giderek çöküşüne yol açtı. Mısır’da İhvan deneyimi ve Türk hükümetinin Mısır politikası ise modelin sorgulanması ve çöküşünü hızlandırdı. Cemaat ile AKP kavgası ve kavgayı besleyen nedenler de eklendiğinde, Türk modeli siyasal yanıyla çöktü.
b - Erdoğan’ın, Doğu despotizmine yani tarihi dokusuna dönüş hamleleri olarak Putinleşme yönelimi, başka bir ifadeyle, AKP’nin özelde de Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin başını çektiği ekibin, ABD’nin bölgede kılıcını sallamanın çok ötesine geçerek emperyal Türkiye hedefine yönelmeleri de Türk modelin siyasal çöküşünü hızlandıran faktör oldu. Türk hükümetinin özellikle Yiğit Bulutların emperyalizm hayali şimdilik Rus-ABD uzlaşmasının altında ezildi çünkü bu iki küresel aktör, İran ve Türk devletine “siz bölgesel güçler ancak bizim egemenliğimizin bir parçası olarak davranabilirisiniz” hatırlatılması en son Cenevre-2 konferansı üzerinden açıkça verilmiş olundu. Şimdilik Türk ve İran devletlerinin emperyalizm hayali yarı yolda kaldı ama sadece şimdilik!
c - ABD ile İran yakınlaşması, Türkiye’yi etkiler, etkileyecek ancak buradan kalkarak, “Türkiye Doğu eksenine dahil olur” demek gerçekçi değildir. Hem on yılların NATO üyesi olması hem de tıkanmış olsa da ABD’nin stratejisinde, “21. yy biçimlendirilmesinde Türkiye’ye hayati bir rol biçilmiş”ken, ABD ve Batı, Türkiye’yi itmeyeceği gibi, Türk hükümetinin Doğu eksenine yönelişini de tüm gücüyle engelleyecekleri açıktır.
Rusya ile ABD ilişkilerinin bölgede alacağı içeriğe göre İran ile Türkiye yani Şii-Sünni güç dengesi de yeniden dizayn edilmeyi bekleyenler arasında ki İran şimdiden dış politikasını kimi yönlerden revize ederken, Türk hükümetinin de başta Suriye, İsrail, Mısır olmak üzere bölge politikasını kimi yönlerden revize ettiği görülüyor.
ABD ve Batı dün olduğu gibi bugün de hem Türk hem de İran devleti ile birlikte çalışabilir hatta ABD-İran yakılaşması, Türk-İran ilişkilerini de olumlu etkileyebilir ve özellikle ambargo basıncından kurtulacak olan ekonomik ve ticari ilişkiler daha da güçlenebilir.
d - ABD ile İran yakınlaşmasına 17 Aralık operasyonu da eklenince, AKP hükümetinin yeniden Brüksel kapısını çalarak tam üyelik söylemini dillendirmesini tetiklediği söylenebilir. İçerde siyaseten sıkışan Erdoğan’ın yeniden AB ipine sarılmasında, İran-ABD yakılaşmasının da etkisi olmuştur.
e - ABD-İran yakınlaşmasının özellikle de Bağdat üzerinde de karşılık bulacak olması; İsrail Siyonizm’ini geriyor, tedirgin ediyor hatta Rusya’ya yakınlaştırdığı ya da Rusya’nın da ABD ile İran yakılaşmasını zaten fırsat bilerek İsrail ile ilişkileri daha da geliştirdiğini söyleyelim. Bu durum, İsrail ile Türkiye ilişkilerinin yeniden canlanmasını da tetikleyebilir. Ancak ABD ile İran yakınlaşmasından rahatsız olan sadece İsrail değil belki de daha fazla S. Arabistan ve Sünni Arap Körfez ülkeleridir. Rusya ve Çin ile yakınlaşma hamlelerinin İsrail benzeri S. Arabistan ve kimi Körfez ülkelerinden de gelmesi şaşırtıcı olmayacak!
Sonuç; Ortadoğu, küresel ve bölgesel güç dengelerine dayalı yeni “düzen” arayışında! Irak işgaliyle ABD’nin tek başına hedeflediği ama doğmadan çöken “imparatorluğa dayalı düzen” arayışı yerini Rusya-ABD güç dengesine dayalı “yeni düzen” arayışına bıraktı. Cenevre-2 bu arayışın masadaki ilk hamlelerini oluşturuyor. Kısacası, günümüz Ortadoğu’da Doğu eksenli güçlerin somutta da Rusya’nın ve özelde de İran merkezli Şiiliğin rengi ve sesi daha güçlü hissedilir olacaktır ki bu mevcut statükonun korunması olarak okunabilir.
Değişen güç dengelerinde Hewler – Washington gerilimi
Son bir yıldan beri Washington- Bağdat-Hewler ilişki trafiğinde, Waşhington-Hewler ilişkilerinde görülen zayıflama, Barzani’nin ziyareti iptal etmesiyle yeni boyut kazanmış gibi. Öncelikle Hewler -Washington ilişki soğumasının temelinde neler yatıyor?
Birincisi; ABD’nin Ortadoğu politikasında “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma” meselesi yatar. Yani Irak işgali üzerinden İran’ı hedef tahtasına koyan ABD’nin, dönüp dolaşıp İran ile Bağdat üzerinde işbirliğine gerilemiş olması. Bu noktaya gerileyen ABD bölge siyaseti terazisinde Tahran, Bağdat ve Hewler eşit ağırlıkta yer almayacak yani terazide Tahran- Bağdat kefesi ağır basacak demektir ki gelişmeler şimdilik bu yönde.
İkincisi; birincisiyle bağlantılı Güney Kürdistan’ın petrol meselesidir ki son bir yıldır ABD’nin Ankara ile ilişkileri bu açıdan da sorunlu. Hewler-Bağdat petrol geriliminde, Ankara Hewler ile işbirliğini geliştirdikçe, ABD’de açıkça Bağdat’ı destekler politikalar izlemekte. ABD’nin belli başlı petrol şirketlerinin de Hewler ile enerji anlaşmalarına rağmen, Washington açıkça Kürt petrolünün, Irak Federal hükümetinin onayı olmadan Türkiye üzerinden dünyaya ihracına karşı çıkıyor. Öyle ki son aylarda ABD sıkça; Türkiye’yi, “Irak’ın %20’sine göre değil, %100’ne göre strateji belirlemeye” çağırmış! Dahası, ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardon’e, “Kürt bölgesinin bağımsız bir devlet gibi cesaretlendirilmesinin sakıncalarına işaret ederek” Ankara’yı uyarırken ABD Dışişleri bakanlığının da desteğini alacaktı.
Üçüncüsü; gerilimli ABD-İran ilişkileri Kürt siyasetine manevra alanı yaratıyordu. ABD’nin Ankara’nın yanı sıra Tahran ile de yakınlaşması, Hewler’i bu iki bölge gücünün basıncı altına alabilir. Üstelik epeydir Kürt/Kürdistan meselesini genel olarak Barzani liderliğindeki KDP üzerinden okuyan ABD’nin şimdi KDP ile de ilişkilerinin soğuması, akla Ankara’nın yanı sıra Tahran ile yakınlaşmaya yönelen ABD’nin politika değişikliğini getiriyor. Ortadoğu’da “Kürtsüz siyaset denklemi kurulamıyor” belirlemesi genel bir kabul görmüşken ve tam da Rusya bile Kürt kartını açmışken, ABD-İran yakınlaşması, Ortadoğu politikalarında Kürt meselesinin oluşturduğu ağırlık giderek zayıflayabilir! Emperyalizmin, özelde de ABD emperyalizminin dostu-düşmanı yok çıkarları var, çıkarlarına göre dostu ve düşmanı değişebilir uyarısını çok önceden dile getirmiştim. Somutta da ABD’nin Kürt siyasetini değerlendirirken; “Özellikle ABD’nin İran, Suriye ve Türkiye ile girişeceği yeni pazarlıklar, Kürt ulusal hareketini yeniden kurban verebilir” demiştim. (S. Çiftyürek, Emperyalizmin Avrasya Stratejisi Ortadoğu ve Kürdistan adlı kitap sy; 195, Gün yayıncılık)
Doğu, Batı ve Güney’de Şii rejimlerle çevrili Hewler’in tek nefes alacağı alan Kuzey’de Sünni Türkiye üzerinden Batıya açılmasıydı ki şimdi ABD İran yakınlaşmasıyla bu tehlikeye girmiş durumda. Genel beklenti Washington-Hewler-Ankara ilişkileri güçlenir yönündeyken, ABD-İran yakınlaşmasıyla bunun olmayacağı görülüyor.
Kısacası, ABD-İran yakınlaşması Kürt siyasetini de etkileyecek ki Barzani’nin ABD ziyaretini “iptal etmesi” bunun ilk işareti. Gelişmeler, Kürdistan ulusalcı siyasetinde, “vay be Amerika bizi bir kez daha yarı yolda bırakacak” sesleri yükseltecek. Dahası Kürtlerin ABD eksenli Batı ile ilişkileri zayıflıyor mu sorusunu gündeme taşıyacak. ABD ve Batının Kürdistan meselesini ağırlıkla KDP-Güney üzerinden okuduğu doğruysa ki doğru Barzani ile yaşanan sorunlar Batı ile Kürt siyasetinin ilişkisini zayıflatabilir. Zira Goran, YNK ve PKK gibi Kürt partileri zaten İran merkezli Doğu ile ilişkilerinin daha güçlü olduğu bilinir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.