7 YILDIR VE 99 YILDIR OLANLAR AYNI
Ahmet İnsel
19 Ocak 2014 Pazar 09:46
Bugün Hrant'ın katledilmesinin yedinci yılı. Birkaç ay sonra Ermenilerin bu topraklarda varlıklarının ortadan kaldırılması için düğmeye basılmasının 99. yılı dolacak. Suçluları birlikte koruyanlar, birlikte susuyorlar
Bugün, Hrant’ın katledilmesinin yedinci yıldönümü. Yedi yıldan beri, “hain Ermeni”nin susturulması için ortamı hazırlayanların, katile yol gösterenlerin, cinayeti teşvik edenlerin, katili alkışlayanların ortaya çıkarılmaması ya da yargılanmamaları için yürütülen koruma ve susma koalisyonu çalışıyor. Cezası hafif olsun diye, cinayeti 17 yaşında bir çocuğa işletenlere kimse dokunmadı. Mahkeme aczini dile getirdi. Böyle bir cinayetin hazırlandığını Trabzon’dan İstanbul’a kadar devlet içinde bilenler, terfi ettirildi. Birisi bakan bile oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çevresi hakkında yolsuzluk soruşturması yapılmasını engellemeyen emniyet müdürünü görevden aldı, isminin üstünü çizdi ama Hrant Dink’in cinayetinin engellenmemesinde sorumluluğu olanları ödüllendirdi. Bugün birbiriyle kanlı bıçaklı olan muhafazakar iktidar koalisyonu, Hrant’ın katledilmesi sonrasında caninin yargılanması ve gerisinin karıştırılmaması konusunda birbirine kenetlendi.
Bu nedenle Hrant’ın arkadaşları bugün, Hrant’ın öldürülmesinin yıldönümünde, “7 yıldır birlikte korudular, birlikte susuyorlar” diyerek, herkesi Taksim’de 13.30’da buluşmaya ve 15.30’da Agos’un önüne gelmeye çağırıyor.
Zehirli gaz
Kendini savunmak için polisi hallaç pamuğu gibi atmak, yargıyı silkelemek için bir an duraklamayan Başbakan, hükümet, AKP iktidarı, “afedersiniz Ermeni”nin öldürülmesinin arkasında yatan güç şebekesini ortaya çıkarmamak, sorumluların soruşturulmasının önünü açmamak için riyakar bir suskunluğu koruyor.
Hrant’ın öldürülmesi münferit bir vaka değildi. 1915 ve sonrasında Ermenilerin maruz kaldıkları büyük katliamın, büyük felaketin, soykırımın anma günü olan 24 Nisan’da Batman’da askerlik yaparken “arkadaşı”nın tüfeğinden çıkan “kaza kurşunu” ile 2011’de öldürülen Sevag Balıkçı’nın katledilmesi de münferit bir cinayet değildi. Ne de rahip Santoro’nun, Malatya’da Zirve Yayınevi çalışanlarının katledilmeleri... Bütün hepsi, aynı katliamcı zihniyetin bir parçası ve tezahürüdür. Bir yerden emir almamışsa bile, egemen gücün bu toplumun soluk alıp verdiği havaya yüzyıldır salgıladığı zehirli gazın etkisiyle hareket etmiştir.
Suçlu, bu zehirli gazı, milliyetçiliği, onun laik versiyonu ulusalcılığı, Müslüman-Türk şovenizmini, yüzde 99’u Müslüman bir toplum yaratma emelini üretip yayanlardır. Bununla yetinmeyip Türkiye’nin yüzde 100’ü Müslüman olsun ve de dünya Türk olsun diye dua edenler, bu yolda adım atanlardır. Bu suç, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu suçudur ve 1915, bu açıdan bir milattır. Hrant’ın öldürülmesi bu katliamlar, cinayetler, tecavüzler, müsadereler, yağmalar ve örgütlü hak ihlalleri zincirinin bir halkasıdır.
Ne de affedilebilir!
Bu büyük cürümle yüzleşmek elbette kolay değil. Hele suç zincirinin kurucu halkalarını perçinleyenler çoktan beri hayatta değillerse. Üstelik bu suçları işleyenler, topluma bir suç ortaklığını miras olarak bırakmışlarsa. Uluslararası ceza hukukunda onarıcı adalet kavramının uygulanması konusunda dikkat çekici eserler vermiş olan Fransız ceza hukukçusu Antoine Garapon’un, 2002’de yayımladığı kitabının başlığı, Ermenilere karşı işlenmiş olan insanlığa karşı suç karşısındaki Türkiye toplumunun ve Ermenlerin içinde bulundukları çelişkili durumu tarif ediyor: “Ne cezalandırılabilir ne de affedilebilir suçlar”.
Garapon kitabında, Nürnberg ve Tokyo yargılamalarının bir ilk olduğunu, 1990’lar sonunda ulusal egemenlik zırhı arkasına saklanarak insanlığa karşı işlenmiş suçların yargılanmasını engellemenin zorlaştığını belirtiyor. 24 Mart 1999’da Britanya’da Lordlar Kamarası, Şili’nin kanlı darbecisi General Pinochet’nin dokunulmazlığını kaldırma kararı aldığı anda, Kosova’da işlenen kitlesel katliamı durdurmak için NATO uçaklarının Sırbistan’ı bombalamaya başlamasının anlamlı bir rastlantı olduğunu belirtiyor. Geleneksel egemenlik kavramının, insanlığa karşı işlenmiş suçla mücadele adına, bir yandan yargı diğer yandan askeri olarak ihlal edilmesinin simge günü 24 Mart 1999. Bunu tarihte ilk kez, görevdeki bir devlet başkanı hakkında uluslararası ceza soruşturması açılması ve 12 Ekim 2001’de Slobodan Miloseviç’in yargılanmasına başlanması izledi. 2002’de ise Uluslararası Ceza Mahkemesi kuruldu ve aynı yılın 1 Temmuz’unda çalışmaya başladı. Bu mahkeme yetki alanına girdiği yerlerde, insanlığa karşı işlenmiş suçların yargılanmasından görevli. Kurucu anlaşmasını imzalayan ülke sayısı arttıkça, yargılama yetkisi dünya üzerinde yayılıyor.
Mahkemenin amacı, kitlesel katliamlara insanlık adına bir yanıt vermek. Çünkü çoğu zaman bu suçların işlendikleri ülkenin hukuk düzeninin bunları yargılaması mümkün değil ya da suçu işleyenler var olan yerel yargıya da meydan okuma gücüne sahipler. Ayrıca geleneksel ceza hukukunun alışık olmadığı, alınan bir siyasal karar sonucu iktidar tarafından işlenmiş, işlenmesi özendirilmiş, işlenmesine yardım edilmiş büyük suçlar bunlar. Garapon, çoğu zaman, toplumun bir kısmının, hatta bazen büyük bir kısmının işbirliğiyle ve suça iştirak eden bir hukuk düzeninin desteğiyle bu suçların işlendiğini belirtiyor. Bu suçları geleneksel ceza hukukunun yöntemleriyle yargılamak mümkün değil. Hele savaş ortamında işlenmişlerse iş daha da karmaşıklaşıyor. Bu nedenle insanlığa karşı işlenmiş suçlarda uluslararası ceza hukukunun yekpare bir bütün oluşturmadığını, yargılamaların ulusal veya uluslararası mahkemeler tarafından yapılabileceğini, hatta bazı durumlarda, Güney Afrika’da olduğu gibi Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları ve benzeri oluşumların kısmen mahkemelerin yerini alabileceğini belirtiyor.
Suskunluk koalisyonu
Türkiye’de Osmanlı’nın, Ermenilere karşı yürütülen etnik temizlik politikasının “insanlığa ve medeniyete karşı bir suç” olduğunu, 24 Mayıs 1915’te İttifak Devletleri Osmanlı Devleti’ne verdikleri ortak notayla ilan ettiler. İnsanlığa karşı suç kavramı bu vesileyle dünyada ilk kez dile getirildi. 1919 yargılamaları sırasında açılan ve hızla kapanan parantezi saymazsak, o günden beri bu büyük suçun adının konmaması, suça iştirak edenlerin cezalandırılmamaları için Türkiye’de büyük bir ulusal ittifak çalışıyor. Ermenilere karşı işlenmiş insanlığa karşı suçun inkar edilmesini, konuşulmamasını, unutulmasını sağlamak için oluşmuş geniş bir işbirliği ve suskunluk koalisyonu var.
Bugün Hrant’ın katledilmesinin yedinci yılı. Birkaç ay sonra Ermenilerin bu topraklarda varlıklarının ortadan kaldırılması için düğmeye basılmasının 99. yılı dolacak. İnsanlığa karşı suç, soykırım, büyük felaket, büyük günah, adını ne koyarsak koyalım, sonuçta aynı çok büyük suçtan bahsediyoruz. Yüzyıl sonra, böyle bir suçun işlenmiş olmasından dolayı günümüz Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyük bir üzüntü duyduğunu ve bütün Ermenilerden özür dilediğini ilan etmesinin artık zamanı değil mi?
Unutmayalım. Doğrudan suçlularının cezalandırılması artık mümkün olmayan ama affedilmesi de hiçbir zaman mümkün olmayacak bir büyük suç omuzlarımızda sadece toplumsal tarihimizin mirası olarak durmuyor. Bugün ve burada aynı suçlar işlenmeye devam ediyor. Suçluları birlikte koruyanlar, birlikte susuyorlar. Susarak buna ortak olmayacağız. Hrant için, adalet için.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.