4+4+4'E MUHALİFLER NEDEN KAYBETTİ?
Hilal Kaplan
01 Nisan 2012 Pazar 06:54
Kamuoyunda "4+4+4" olarak bilinen eğitim reformuna karşı düzenlenen protestolarda, polisin aşırı güç kullanımını kabul edilemez bulduğumu en baştan belirtmeliyim. Ancak yasaya muhalefet edenlerin kaybetmesinin sebebi ne polisin aşırı uygulamalarıydı, ne de Ak Parti'nin meclisteki oy çokluğuydu. Protestocular meclise ulaşmış olsaydı ya da yasa bir şekilde kabul edilmemiş olsaydı bile kaybetmiş olacaktı. Zira, bir protesto hareketinin nihai başarısı yasalara müdahale etme gücüyle değil, kamuoyunda yarattıkları farkındalıkla ölçülür. Ancak son kertede muhalif gruplar, yasanın eksik bulduğum yanlarının bile âdeta görünmez kılınmasına vesile oldular.
Çünkü tarihle savaştılar; geçtiğimiz yüzyılda kalan ve genelde iktidarları değil halkı tanımlamak için egemenlerin kullandığı "gerici" kavramıyla polisin değil, aslında 'halk'ın üzerine yürüdüler.
Çünkü sosyolojiyle savaştılar; geçtiğimiz yüzyıldan bu yana çocuklarının dinî eğitim almasının yolu tıkanan bir halkı, bizzat yolu tıkamış olanların aydınlanmacı söylemleriyle harekete geçirebileceklerini düşündüler.
Gelelim, yasaya muhalefet edenlerin tek tek hali pür melaline:
1. CHP, başından beri neye muhalefet ettiğini anlatamadı. Açıktan İmam-Hatip Liseleri'ne düşmanlık yapamadığından "dini siyasete alet etmek" tekerlemesini yuvarladı. Geleceği askerler postalına kurban edilmiş yüz binleri hiç düşünmedi. "Reform, pedagojik ihtiyaçlara hitap etmiyor" dedi ama hitap edilmesi gereken pedagojik ihtiyaçların ne olduğu bulunamadı. Herhalde "damarlarda akan asil kan" ya da asker dayatmasıyla geçirilen kat sayısı eşitsizliği çok pedagojik olmalı ki bu hususlarda CHP'nin ağzından bir tane müsbet cümle duyma fırsatımız olmadı. Bilakis, kat sayı eşitsizliği devam etsin diye CHP, elinden geleni ardına koymadı.
Ayrıca Ak Parti'yi muhalefete kulağını tıkamakla eleştiren CHP'ye, alt komisyonda sadece bir vekillerinin tek başına 12 saat konuştuğunu, verilen değişiklik önergelerinin önemli bir kısmının dikkate alınarak uygulandığını -"çocuk gelinler" endişesiyle ilgili olan gibi- hatırlatalım. Tandoğan mitinginde "Kafalarının içinde beyin yok" diyen pek 'beyinli' Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nu eleştirmek haddimize olmasa gerek. O yüzden bu bahsi kapatalım.
2. MHP, en baştaki sert muıhalefeti kedeme kademe düşürerek ve seçmeli Kur'an ve siyer dersine destek vererek kaybedenlerden olmaktan son anda sıyrıldı. Gerçi seçmeli Kur'an ve siyer dersinin verilmesiyle beraber kavmiyetçiliğe karşı olan, milleti ümmetten azade düşünemeyen, soydaş olan Müslüman ile olmayan arasında fark görmeyen, gayrimüslimleri aşağılamanın dinen yasak olduğunu öğrenen nesillerin yetişeceğinin farkında mı bilmiyorum. Ama her halükârda tasarıya verdikleri desteği önemli buluyorum. MHP'nin "mecliste başörtüsü" meselesinden farklı olarak, Müslüman tabanını dikkate alması sevindirici.
3. BDP ise, en 'ne yaptığını bilemez parti' örneğini oluşturdu galiba. Büyük çoğunluğu meydanlarda reforma karşı çıkarken, bir kısmı da oturumlarda "evet" oyu verdi. Demokratik bir partide çoğulcu yaklaşımlar olabilir ama bir meselede taban tabana zıt iki taraf olur mu, emin değilim.
Kaldı ki BDP'nin tasarıya "anadilde eğitim" yok diye muhalefet ettiği söyleniyor. Tamam, anadilde eğitim yok ama katsayı eşitsizliği gideriliyor, kendi tabanlarının da desteklediği bilinen -ve bu yüzden dört BDP'linin gruptan ayrı hareket ederek oy verdiği- bazı talepler karşılanıyor. Tüm bunlar ortadayken, anadilde eğitim gibi haklı bir talebi, Kürtlerin de önemli bir kısmını oluşturan bu halkı "gerici" diye niteleyenlerle beraber mi savunmalıydınız? Yarın anadilde eğitim hayata geçirilmek istense, bazı Müslümanlar da "üniversite öncesi eğitimde başörtüsü takma hakkı yok" diye bu girişime karşı mı durmalı? BDP'nin yaptığı muhalefet yine en başta Kürtlerin haklı taleplerine gölge düşürdü, kamuoyunda anlaşılmalarını zorlaştırdı. Çünkü hakka karşı çıkılarak, hak savunulmaz.
4. KESK, DİSK, TÜSİAD ve TMMOB; yani işçi, memur ve işverenler, 28 Şubat sürecinde olduğu gibi yine "faşizme karşı omuz omuza" mücadele ettiler!
KESK, DİSK, TMMOB ve TTB'nin konuyla ilgili yaptığı basın açıklamasına destek vererek yan yana duran gruplara da dikkat buyurunuz: CHP, BDP, EMEP, ÖDP, TKP, HDK ve Halk Evleri.
Kendilerini "emek ve demokrasi" kelimeleriyle tanımlayan bu gruplara naçizane tavsiyem, "emek veren ve demokrasi isteyen" velilere danışmalarıdır. Bakalım, adına konuştukları öğrencilerin velileri seçmeli Kur'an ve Hz. Peygamber'in hayatı derslerini gericilik olarak mı görüyor? Bakalım, ders kitaplarının ücretsiz verilmesinden eğitim desteğine kadar pek çok hususta halka hizmet eden Ak Parti, onlar için "neo-liberal bir şeytan" mı gerçekten? Ama aydın öğretmenlerimiz, cahil halktan daha iyisini bilir, değil mi?!
En çok da 19 Mayıs törenlerinin kaldırılmasına karşı çıkmış ve zamanı geldiğinde de, örneğin "andımız"ın kaldırılmasına karşı çıkacak olan gruplarla BDP'nin ne işi olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Tabanındaki kadınların %80'i başörtülü olan bir partinin hâlâ geçmişin tozlu sayfalarında kalmış "gericilik" yaftasıyla Müslüman kitlelerin taleplerinin üzerine yürüyenlerle saf tutmaktan çekinmemesi oldukça manidar.
Son olarak, dinî eğitimden yoksun nesiller yetiştirilmesine on yıllardır gıkını çıkaramamış bir halkın meşru taleplerini, 'muhalif'ler gibi meydanlara akmıyorlar diye yok saymaya kimsenin hakkı yoktur.
Adil bir eğitim için mücadeleye devam
Mevcut darbe anayasasının 24. maddesindeki "Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır" ifadesiyle din eğitimini içerik ve denetim olarak göbekten devlete bağlayan anlayıştan kurtulmak gerekiyor. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için din eğitimi sorumluluğunun sivil toplum tarafından üstlenilmesinin yolunu açmak gerekiyor.
Kanaatimce ilk adım olarak, seçmeli Kur'an ve siyer dersleri konulmuşken zorunlu din dersinin de artık seçmeli hale getirilmesi şarttır. Ayrıca darbe anayasasında değiştirilmesi teklif dahi edilmeyen sadece ilk üç madde değil, aynı zamanda "devrim kanunları" başlığı altında, 174. maddeyle kutsanan ve toplumsal mühendislik çabalarının ürünü olan devrim kanunlarının da kaldırılması gerekiyor.
Bu bağlamda Tevhidi Tedrisat Kanunu'nun lağvı, anadilde eğitim hakkının sağlanması, farklı inanç gruplarının kendi okullarını kurabilmesi, pozitivist eğitimcilerin havsalasının alamayacağı bir imkânı barındıran medrese, tekke ve zaviyelerin açılması için ortaklaşa mücadele verilmeli. Bu aynı zamanda cemevlerinin statüsü sorununu da rahatlatacak bir adım olacaktır. Ancak bunlar olduktan sonra devlet okullarında çocuklara seçmeli Kur'an dersinin verilmesinin laik devletle bağdaşıp bağdaşmadığı konuşabiliriz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.