28 Nisan 2024
  • İstanbul15°C
  • Diyarbakır18°C
  • Ankara18°C
  • İzmir20°C
  • Berlin19°C

40. GÜN...

Ayhan Bilgen

22 Ekim 2012 Pazartesi 09:33

Hayatın boşluğa tahammülü olmadığı, özellikle hayatı şekillendiren bir dinamik olarak siyasette boşluğa yer olmayacağı hep söylenir.

Cezaevlerinde başlayan ve 40.gününe dayanan eylem de, Türkiye siyasetindeki büyük boşluğun belki en ağır bedel göze alınarak, infial doğuracak bir hamle ile doldurulmasına olan ihtiyacı göstermektedir.

Bu güne kadar alışılmış olan ve kamuoyunun bildiğinin aksine kendi koşullarının iyileştirilmesi talebi ile değil ülkenin içine girdiği çıkmaza demir parmaklıklar arkasından müdahale etmek için atılmış bir adımla karşı karşıyayız. Bazen çözümü yakınlaştırmanın başka yolu kalmaz ve bu kısır döngüden çıkmak için krizi derinleştirmek ve daha fazla hissedilir hale getirmek son çare haline gelir.

Şimdiye kadar “ölen ölür” aymazlığı içinde siyaset yapan güçler, bugün de benzer bir refleksle durumu atlatacaklarını sanıyorlar.

Silahlı eylemleri, karakol baskınlarını bile “bitmişlik, tükenmişlik, çöküş, dağılma” gibi kelimelerle tanımlamaya çalışan bir zihniyet için, cezaevlerinde yaşanabilecekler ölümler, dikkate alınmaya bile değmeyecek “çaresizliğin yansımaları” olarak görülebilir.

İnsanlığın karşı karşıya kaldığı bunalımları aşacak çıkışların, çaresizliğin zirve yaptığı dönemlerde karşılık bulduğunu azıcık tarih okuyan bilir.

Türkiye siyasetini Kürt sorununa rağmen yönetmek, şekillendirmek, ilerletmek mümkün değildir. Ortadoğu’da yaşanan kilitlenmenin aşılabilmesi için anahtar rol oynayabilecek bir sorunu, işin ciddiyetinden uzak politik hamlelerle, ayak oyunları ile aşmaya çalışmanın, faturası son derece ağır bir öğrenme sürecini beraberinde getireceği çok açıktır. Bu faturayı sadece cezaevlerindekilerin ödeyeceğine inanmanın siyasal akıl ölçeğinde karşılığı yoktur.

Parlamenter sistemin, partilerin, sivil toplumun, medyanın, akademi dünyasının göze alıp atamadığı adımların yükünü tutsakların üstlenmiş olması bile göstermektedir ki artık Türkiye’de kurumlar işlevsizleşmiştir ve sistem tıkanmıştır.

Bu fotoğrafı göz boyama kabilinden küçük fırça darbeleri ile güzelleştirmeye çalışmak ise büyük doğumu geciktirmeye hizmet etmektedir.

Barışın inşasını, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını, insan onuru ve adaletin egemen kılınmasını sağlayabilecek bir iradenin toplumsal karşılık bulabilmesinin yolu, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan bir ruh hali içinde düşünmek ve bu düzeyde hamleler yapmaktan geçiyor.

Türk baharının kıvılcımını, cezaevlerinde sessiz bir çığlık gibi ölüme yönelen yaşam ve yaşamı anlamlandırma arzusu dolu Kürtlerin yakması tüyler ürpertici bir insanlık ironisi.