23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara16°C
  • İzmir13°C
  • Berlin3°C

30 MART’TA NE OLDU?

Bayram Bozyel

17 Nisan 2014 Perşembe 09:07

Seçimler, demokrasilerin taze kanla beslenerek kendilerini yeniledikleri önemli süreçlerdir. Demokratik toplumların ihtiyaç duydukları oksijeni almaları için soluk borusu işlevini yerine getirirler.

Ne var ki 30 Mart seçimleri Türkiye’de demokrasiye taze kan kazandırmak yerine, ona kan kaybettirdi. Son 12 yılda yakalanan görece istikrar zayıfladı, kurumlar işlemez hale geldi, siyaset irtifa kaybetti, siyasete ve kurumlara güven azaldı.

Demokratik toplumlar ciddi siyasi ve toplumsal krizlerle karşılaştıklarında, seçimlere bir çıkış mekanizması olarak başvururlar.

30 Mart seçim süreci ise Türkiye’nin yaşadığı krizi daha da derinleştirdi. Türkiye bu gün 30 Mart seçim öncesine göre daha gerilmiş durumda.

30 Mart seçim sonuçlarının ülkeye nefes aldırdığını ya da onu rahatlattığını söylemek mümkün değil.

Öte yandan bu seçimde ülkenin gerçek sorunları hakkında ne bir tartışma yaşandı ne de geleceğe ilişkin ciddi bir proje konuşuldu.  Aksine baştan itibaren AK Parti ile Cemaat arasındaki kavga seçim sürecine damgasını vurdu. Türkiye bu kavga üzerinden derin bir biçimde kutuplaştı.

Bir yanda Cemaat, CHP ve MHP üçlüsünün, 17 Aralıkta başlayan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarına dayanarak AK Parti hükümetini devirme stratejisi, öte yanda Başbakan Erdoğan’ın seçim sürecini bir ‘kurtuluş savaşı’ na dönüştüren gerilim siyaseti.

Başbakan Erdoğan, seçim sürecinde izlediği gerilim çizgisi sayesinde 17 Aralık soruşturmalarını bir darbe girişimi olarak topluma yansıtmayı başardı. Toplumu, hükümetin gayri meşru bir kumpas ve darbe girişimi ile karşı karşıya bulunduğuna büyük oranda inandırdı.

Ancak AK Parti, seçim başarısını esas olarak Türkiye’de ciddi ve güvenilir bir muhalefetin olmayışına borçlu. Toplumun büyük bir kesimi, ulusalcı CHP-MHP bloğunun herhangi bir gelecek vaat etmeyen histerik çağrılarının arkasında gitmektense, görece bir istikrarı temsil eden AK Parti’ye oy vermeyi tercih etti.

Ancak bu tablo, halkın, 17 Aralıktan itibaren AK Parti hükümetine ilişkin gündeme gelen rüşvet ve yolsuzluk iddialarını görmezlikten geldiği anlamına gelmez. Hükümetin kendisine dönük söz konusu iddiaların üzerini örtmek için nasıl bir telaş içinde davrandığını da…

Türkiye’nin son 12 yılda demokrasi alanındaki en büyük kazanımlarından Ergenekon ve Balyoz davaları, son AKP-Cemaat kavgasının etkisiyle çökme noktasına geldi. Hükümetin geçmişte söz konusu davalara ilişkin ortaya koyduğu iradeyi çekmesi, darbecilerin tahliye edilmeleri ile sonuçlandı. Danıştay, Hrant Dink ve Malatya Zirve Yayınevi davalarındaki katiller serbest bırakıldı. Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşanan söz konusu olumsuz gelişmeler ve gerçekleşen tahliyelerden sonra darbeci odakların elinin şimdi daha da rahatladığını söylemek mümkün.

Gelinen aşamada Türkiye birkaç ay öncesine göre daha güvensiz bir ortamda ve süreç, ordunun geçen dönemde kaybettiği siyasi ağırlığını onarma yönünde ilerliyor.

Öte yandan kitleler, seçim sürecinde tarafların her türlü ahlak ve ilkeyi paspasa çeviren seviyesizliğine, din ve ahlak adına yola çıkanların belden aşağı kavgalarına büyük bir şaşkınlıkla tanık oldu. Din ve erdem maskesi arkasında dökülen yolsuzluk, rüşvet ve ahlaksızlık görüntülerini büyük bir düş kırıklığı içinde izledi.

Özetle bir toplumu toplum yapan moral değerler aşındı, uzlaşı zemini büyük yara aldı.

Evet,  AKP’nin son tahlilde 30 Mart seçimlerinden başarıyla çıktığı bir gerçek. Ama aynı zamanda AKP’nin bu seçimden büyük yara alarak çıktığı da bir başka gerçek. Ve eğer önemli bir politika değişikliğine gitmezse söz konusu yaralar ona kan kaybettirmeye devam edecektir.

Öte yandan AKP’nin seçim zaferi, demokrasinin kaybedilmesi pahasına elde edilen bir zaferdir ve öyle olduğu için de bu zaferin kendisine de bir yarar sağladığı kuşku götürür. 30 Mart seçimlerinde demokrasinin kazanmadığı tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde ortadadır. Erdoğan’ın 15 Nisan tarihli grup toplantısında ‘gerilim politikası birilerine birkaç oy kazandırabilir, ancak bunun hiç kimseye bir yararı olmaz’ biçimindeki ifadeleri tam da bu gerçeği yansıtmaktadır.

30 Mart seçim sonuçlarının bir de Kürt cenahına ilişkin ortaya koyduğu göstergeler var.

Kürt hareketinin son 30 yıllık savaşa göre şekillenen siyasi denklemi bu seçimde önemli bir değişikliğe uğramadı, ama seçim sonuçları değişim sinyali niteliğinde kimi veriler ortaya koydu. BDP siyasi hattı, son 15 yıldır sıkışıp kaldığı 5.5-6.5 bandından çıkamadı. Bazı stratejik noktalarda, örneğin Diyarbakır, Van ve Hakkâri’de önemli oy kaybına bile uğradı. Bu durum BDP’nin yeni koşullara ve Kürt toplumunun beklentilerine cevap vermekte yetersiz kalmasının bir sonucu. Kürtlerin BDP’yi ciddi bir biçimde sorguladıklarına kuşku yok. Ancak onun beslendiği mevcut siyasi konjonktür değişmedikçe, Kürt hareketinin normalleşip sağlıklı bir dengeye kavuşması zaman alacak.

Öte yandan AKP hala Kürdistan’da başat aktör ve aldığı oylar Kürtleri temsil ettiklerini iddia eden bütün aktörlerin oylarından daha fazla. Bu durum, bütün Kürt siyasi aktörleri bakımından üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

Bu seçimde ortaya çıkan yeni aktörlerden biri de HÜDA PAR oldu. 30 Mart seçimlerinde aldığı oylardan bağımsız olarak HÜDA PAR’ın legal bir parti olarak sahneye çıkması ve seçimlere katılması hayırlı oldu. Daha önce Hizbullah olarak faaliyet gösteren söz konusu yapının legal düzeyde partileşmesi Kürt hareketinin ve siyasetinin normalleşmesi bakımından sağlıklı bir gelişme olarak değerlendirilmeli. Legal ve açık çalışmanın siyasi yapılar bakımından törpüleyici, normalleştirici ve en önemlisi demokratikleştirici bir etkisi olduğuna kuşku yoktur.

Bu arada onu hem geçmişiyle yüzleşmeye davet etmeli, hem de legal alanda tutma yönünde cesaretlendirmeye devam etmeliyiz.

HAK-PAR’ın durumu ise bir sonraki yazıya…

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.