30 MART SEÇİMİ VE HAK-PAR
Bayram Bozyel
20 Nisan 2014 Pazar 18:30
30 Mart seçimlerine katılan partilerden biri de Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) oldu.
HAK-PAR 2002 yılında, geçmişte farklı kulvarlarda mücadele yürüten Kürt kadrolarının bir araya gelmesiyle kurulan yeni bir parti. Ama aynı zamanda geçmişi 1960’lı yıllara dayanan barışçıl ve demokratik mücadele geleneğinin mirasçısı. HAK-PAR, eski geleneksel sol ideolojik partilerden farklı olarak kendini çoğulcu, demokrat ve özgürlükçü bir parti olarak tanımlıyor. Ama geçmişin ideolojik sol eksenli örgütlerinin verdiği mücadeleyi ve yarattıkları değerleri yok saymıyor.
HAK-PAR Kürt sorununun çözümünü programının merkezine koyduğu ve Kürt halkının özgürlüğünü kendisine temel aldığı için bir Kürt ve Kürdistan partisi. Öte yandan bu sorunun çözümünü hem Türkiye’nin demokratikleşmesi ile ilişkilendirdiği ve hem de Türkiye’nin (bütünlüğünü bozmayan) federal tarzda yeniden yapılanmasında gördüğü ölçüde bir Türkiye partisi.
HAK-PAR, bu gün Kürt sorunu başta olmak üzere, Türkiye’nin temel sorunlarına ilişkin en net ve ilkeli programa sahip bir parti. Onun en ayırt edici özelliği ise sorunların barışçıl ve diyalog yöntemleriyle çözümünden yana olması. Bu prensipten yola çıkarak Kürt sorunu bağlamında 30 yıldır devam eden şiddet yöntemlerine karşı çıkmakta.
Bu niteliklere sahip HAK-PAR’ın 30 Mart seçimlerinde aldığı oylar ise beklenenin altında.
Neden?
Bunun birinci nedeni konjonktürle ilgilidir ki bunlar HAK-PAR açısından sadece bugüne ve bu seçime özgü değil.
Bilindiği gibi HAK-PAR’ın mirasına yaslandığı barışçıl demokratik Kürt hattı, 1980 öncesinin görece barışçıl koşullarında oldukça kitlesel ve başat bir konumdaydı. Başvurduğu mücadele yöntemleri bakımından elverişli bir iklim mevcuttu.
Ancak 12 Eylül faşist darbesi barışçıl mücadele zeminini ortadan kaldırarak bu zemin üzerinden yükselen Kürt hareketinin etkisini azalttı. Darbe rejiminin yol açtığı şiddet iklimi hem Türkiye genelinde hem de Kürt hareketinde farklı bir siyasi denklemin oluşmasına yol açtı
Son 30 yıllık çatışma ortamının yol açtığı şiddet iklimi ve onun kutuplaştırıcı etkisi hala önemli oranda sürüyor ve Kürt hareketindeki mevcut siyasi denklem esas olarak söz konusu iklimin ürünü.
Böyle bir iklimin, HAK-PAR gibi barışçıl mücadeleyi esas alan bir parti açısından dezavantajlı olduğu ortada. HAK-PAR, çölü andıran çorak bir iklimde bir vaha yaratmak gibi zor bir görevle karşı karşıya.
Öte yandan söz konusu siyasal konjonktür bir çok faktörün birleşik etkisi ile ortaya çıktı ve yine bir çok faktörün etkisiyle değişebilecek bir durum.
Ama bu, mevcut koşulların değişmez ve kader olduğu anlamına gelmez. Koşullar değişecekse bunu kim değiştirecek? Bir siyasi parti sadece ortaya çıkan koşullardan yararlanmak için değil, aynı zamanda koşulları değiştirip oluşturmak için de vardır. Koşullar değişecekse, diğer faktörlerin yanı sıra bu aynı zamanda HAK-PAR’ın güçlenmesi ve etkisi ile olacak.
Evet, HAK-PAR bir yanıyla 30 yıllık bir çatışma ortamının yol açtığı dezavantajlı koşullarda seçime girdi ve bunlar sadece bu seçime özgü değil.
Öte yandan HAK-PAR bakımından olumlu yönde değişen şeyler de var. Son otuz yılın konjktürel iklimlinde bir çözülme ve yumuşamanın başladığı apaçık. Söz konusu iklimden beslenen partilerden örneğin BDP bakımından bir sorgulama ve gerilemenin başladığı ortada. Benzer bir durum iktidar partisi için de geçerli.
Başka bir ifade ile HAK-PAR daha iyi imkânlarla son seçime girdi.
Parti geçen dönemde iyi sınavlar verdi. 2009 yılında başlayan Açılım sürecinde, 2010 yılında gerçekleştirilen Referandumda, yeni anayasa yapım aşamasında ve son olarak başlatılan Çözüm Süreci’nde izlediği gerçekçi politikalarla prestij kazandı.
Yine geçen dönemde örgüt ağı genişledi, kadro ve mali olanaklar açısından daha iyi koşullarda seçime girildi. 29 Mart 2009 yılında HAK-PAR 20 ilde ve o da sınırlı noktalarda seçime girmişken bu kez bu rakamın neredeyse üç kat fazlası bir alanda adaylar gösterildi. Bütün bu gelişmelere rağmen HAK-PAR 2009 seçiminde aldığı 29 392 oyu bu seçimde ancak 43 843’e çıkarttı. Bu sonucun partinin beklentilerinin altında olduğu ortada.
Elbette bu dünyanın sonu değil. Ne bu sonuca bakarak karamsarlığa düşmeli ne de mevcut durumu bir başarı gibi göstermek gibi zorlama yöntemlere başvurmalıyız. Yapılacak şey, soğukkanlı ve objektif bir yaklaşımla gelecek için bu durumdan gerekli sonuçlar çıkartmak olmalı.
* * *
Bu gün hem Kürt hem de demokrasi sorununda bir değil birden fazla taraf (aktör) olduğu biliniyor. Ve söz konusu sorunlar eğer çözülecekse, bunun ancak tarafların karşılıklı diyalog ve uzlaşısından geçtiği bir gerçek. Buna karşın, sorunların çözümünde diyalogu esas alan bir parti olarak HAK-PAR’ın bu konuda iyi bir performans sergilediği söylenemez. HAK-PAR bir süredir ‘işimize bakmak’ adına içine kapandı, siyasi aktörlerle ilişkisi azaldı, yurtsever Kürt çevreleriyle ilişkisi soğudu. Örneğin BDP dışındaki Kürt birikimini kucaklamak konusunda gereğini yapamadı. Aydın, yazar ve değişik toplum kesimleriyle etkileşmekte yetersiz kaldı.
Bu durum partiyi hem genel olarak siyasal süreçten hem de geniş kamuoyundan belirli oranda soyutladı.
Son seçimde Kürdistan’ın Diyarbakır gibi önemli merkezlerinde halkın en azından bir kesiminin BDP’den uzaklaştığı ve desteğini çektiği ortaya çıktı. BDP’den desteğini çeken Kürt kitlesinin neden HAK-PAR’a yönelmediği üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Bu durum, başkasının yanlışlarının bize otomatik bir biçimde artı olarak yazılamayacağının bir örneği.
Bu noktada HAK-PAR’ın kucaklayıcı bir dil geliştirememesinin ve örgüt olarak halka yeterince güven telkin edememesinin bir payı olabilir mi?
Halkı, eğitilmesi gereken bir unsur, işlenip şekillendirilmesi gereken bir hamur olarak görme anlayışı artık geride kaldı. Halk, kendi gerçek sorunları ve öncelikleri konusunda değme politikacılardan daha gerçekçidir ve bu açıdan siyasette yaptığı tercihler genellikle rasyoneldir. Bu durum, Türkiye’nin çok partili sisteme geçtiği süreçten bu yana bütün seçim sonuçlarının ortaya koyduklarıyla sabittir. Evet, siyasette partilerine mürit gibi bağlananlar, fanatik gruplar dünyanın her yerinde var. Ancak halkın çoğunluğu için böyle bir tespit oldukça yanlış olur. Halk, hiçbir partiye körü körüne bağlı değil ve böyle olduğu için de bir dönem iktidar yaptığı bir partiyi (ya da partileri) bir başka dönemde yerin dibine batırıp onun yerine bir başkasını iktidara getirebilir. 2002 seçiminde yaşananlar bunun yakın tarihteki örneği.
O halde halkın yakıcı ihtiyaç ve eğilimlerini doğru tespit etmek önem kazanır. Bir parti sadece kendi doğrularını dile getirmekle yetinmemeli (kaldı ki doğru dediğin sübjektif bir kavramdır ve herkesin kendisine göre farklı doğruları söz konusu olabilir), esas olarak halkın doğrularına bakmalı ve halk ile ittifak yapmasını öğrenmeli.
İttifaktan kastım şu, HAK-PAR iktidar olmak için sadece federasyon tezini savunanlarla değil, Kürt sorununda veya başka konularda ondan farklı noktalarda bulunan toplum kesimleriyle de buluşma ve birlikte yürüyebilme basiretini gösterebilmeli. AKP’nin bu konudaki (kendine özgü koşulları farklı olsa bile) deneyiminden faydalanılabilir. AKP’nin sadece dindar-muhafazakar kesimlerin oylarıyla değil, ama aynı zamanda milliyetçi, liberal, sosyalist ve hatta bir kısım yurtsever Kürt kesiminin desteği ile iktidar olduğu biliniyor. AKP böyle bir geniş toplumsal ittifakı, siyasi gruplarla oturup masa başında kotarmadı. Tersine bu geniş mutabakatı kendine özgü siyasi vizyonu ve zengin pratik taktiklerle gerçekleştirdi.
Örneğin HAK-PAR tutarlı bir programa sahip, Kürt sorununda federasyon gibi net ve anlaşılır bir çözüm öneriyor. Federasyon tezi HAK-PAR’ın Kürt sorunundaki duruşu ve kendini tanımlaması bakımından son derece önemli. Ancak bunun kitlelerin desteğini almak için yetmediği ortada. Federasyon tezi her derde deva olacak bir sihirli formül olarak görülmemeli. Mevcut koşullarda Kürt halkının öncelikleri, federasyon ya da özerklik gibi modeller arasında tercih yapmaktan çok farklıdır.
HAK-PAR kadrolarının bir yanılgısı da savundukları siyasi görüşlerine aşırı vurgu yapmaları, doğruları savunmayı neredeyse biricik misyonları olarak saymalarıdır. Kadrolarının bilgi ve birikimi HAK-PAR için önemli bir zenginliktir. Ama bu, partiyi bir elitler ve fikir kulübüne çevirmemeli. Doğrular, her hangi bir fikir kulübü, dernek vb. platformlar tarafından da dile getirilebilir. Oysa HAK-PAR bir siyasi partidir.
Bir parti esas olarak iktidara gelmek için ortaya çıkar. Çünkü ancak iktidara geldiği zaman kendi siyasi programını hayata geçirebilir. Bu ise halkın desteği olmadan olacak bir şey değildir.
O halde HAK-PAR’ın iktidar yürüyüşünde yapması gereken şey, siyasi hedeflerini paylaşsın ya da paylaşmasın halkın en geniş kesimlerini kucaklayan bir dil, duruş ve güven ilişkisi tesis etmesidir.
Öte yandan HAK-PAR herhangi bir parti değildir ve onun sorunu da her hangi bir partinin sorunu değildir. HAK-PAR, Kürt hareketinin içinde geçmekte olduğu açmazdan kurtulması için önemli bir fırsattır. Kürt hareketinin derlenip toparlanması, normalleşmesi ve sağlıklı bir raya kavuşması için HAK-PAR’a şiddetle ihtiyaç var.
Bu açıdan HAK-PAR’ın durumu geniş Kürt kamuoyunun ve Türk demokrasi güçlerinin de üzerinde düşünmesini gerektirecek kadar önemlidir. Ama yine de bu, son tahlilde HAK-PAR’lıların görevidir.
Bu açıdan, bu yıl sonbaharda yapılacak 6. Büyük Kongre süreci, bir fırsat olarak değerlendirilebilir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.