28 ŞUBAT VE KEYFÎLİK
Ahmet Altan-
13 Nisan 2012 Cuma 08:05
Böylece en aşağılık dönemlerden biriyle ilgili soruşturma da başladı.
“Psikolojik savaşın” en fazla devreye sokulduğu, fütursuzca insanlara iftira atıldığı, sahte belgelerle andıçlar düzenlendiği, medyanın yardımına en fazla koştuğu darbelerden biri olan 28 Şubat da yargı önüne çıkıyor.
Sabahleyin haberleri dinlerken, “herşey lime lime oluyor, ne olacak bunun sonu” diyen ağlamaklı sesler de duydum.
Ne olacak, bu rezil vesayet sistemi son zerresine kadar berhava edilecek.
Devletin imkânlarıyla insanları öldürme, karalama, hapislere atma, çeteler kurma rezillikleri bitirilecek.
Artık en alçağı bile darbeleri açıkça destekleyemediği için “vesayetin” sona erdirilmesine “ama Tayyip otoriter bir rejim kuruyor” diye karşı çıkıyorlar.
Sanki bir otoriter sistemi önlemenin yolu başka bir otoriter sistemi desteklemekmiş gibi.
Başbakan Erdoğan imkân bulsa sadece “otoriter ve keyfî” bir yönetim kurmaz, imparatorluğunu da ilan eder.
Buna engel olmak için gidip “askerî vesayetin” postallarına yamanmayacaksın, askerî vesayete de karşı çıkacaksın, Erdoğan’ın keyfîliğine de.
Erdoğan’ın keyfîliğini önlemenin çaresi ordu değil, demokrasi.
CHP, muhalefeti Silivri önlerinde Ergenekon’u desteklemekte değil de demokraside arayabilseydi Türkiye’yi sallardı.
Muhalefeti “demokraside” değil de “askerî vesayetin” yamaklığında aradığı için şimdi kendisi sallanıyor.
“Otoriter ve keyfî” dedikleri Erdoğan hâlâ hepsinden daha demokrat duruyor.
Demokrasi yarışında Erdoğan’ın bile gerisinde kalarak ne siyaset yapılabilir, ne de gazetecilik.
Her türlü otoriterliğe, keyfîliğe, hukuksuzluğa toptan karşı çıksanıza.
Neden bu ülkede insanların “iki otoriterlikten” birini seçmekten başka çaresi olmadığını yayıp duruyorsunuz, bir de bunu Erdoğan’a “muhalefet” adına yapıyorsunuz?
Muhalefet bu mu?
Askerî vesayet, darbecilik bitiyor.
Askerin siyasette bıraktığı boşluğu da Erdoğan demokrasiyle değil kendi “keyfîliğiyle” doldurmaya çabalıyor.
İkisine birden karşı çıkmak gerekiyor, kendi çıkarına göre birini tercih etmek değil.
İkisine birden karşı çıkan da pek yok.
Bu gerçek, bizim ülkede henüz demokrasiyi bütün olarak savunacak kurumların yeterince gürbüzleşemediğini gösteriyor.
Ama demokrasiye doğru böyle adım adım ilerleyeceğiz.
Otoriter yapıları sırayla gerileterek demokrasiye doğru yürüyeceğiz.
Bundan sonra, bir otoriterlikten sonra gelen “yeni otoriterlik” eskisinden daha güçsüz olacak, her gelen bir deneyecek belki “keyfî” yönetimi ama her seferinde daha çabuk gerileyecekler.
Bunun iki temel nedeni var.
Birincisi biz demokrasiyi, “otoriteyi” geriletmeyi, mücadeleyi öğreniyoruz ve demokrasi geliştikçe zenginleştiğimizi görüyoruz, zenginleştikçe yeni güç odakları, mücadele merkezleri ortaya çıkıyor.
İkincisi, artık “yeryüzü” otoriter yönetimlere izin vermiyor.
88 yıllık “Birinci Cumhuriyet”in kale gibi sağlam gözüken askerî rejimi neden böyle paramparça oldu?
Bugün Türkiye’yi yöneten ekip yirmi yıldan fazladır siyasette, neden bunu daha önce gerçekleştiremediler?
Şimdi daha mı akıllı, daha mı zeki, daha mı cesurlar?
Eskiden akılsız, zekâsız ve korkak mıydılar?
Yoo, sadece koşullar o zaman bu kadar müsait değildi.
Bugün, devletle iş yaparak zengin olan İstanbul “zengininin” karşısına “dünyayla iş yaparak zengin olan” Anadolu sermayesi çıkıyor.
Anadolu sermayesini bugün hiç kimse dünyadan kopartamaz.
İhracat yüz milyar doları çoktan aştı.
O ihracatı yapan insanların dünyayla bağları güçlendi, her anlamda alışverişleri arttı.
Başbakan Erdoğan şimdi “eski düzenle” boğuşuyor ama bu keyfîliğini sürdürür de Türkiye’yi demokrasi mücadelesinde geriletmeye kalkarsa, karşısında Anadolu’yu bulacak.
Anadolu’daki insanların “gerici dindarlar” oldukları için AKP’ye oy verdiğini sanan şaşkınlar o gelişmeleri şaşkınlıkla izleyecek.
Ayrıca “oyun sahasına” yeni bir güç daha giriyor.
Neşe Düzel’in Taner Akçam’la, AKP’nin eski Diyarbakır milletvekili Abdurrahman Kurt’la, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’la yaptığı konuşmaları birarada okuyanlar, birbirinden tümüyle farklı kulvarlardaki bu üç insanın Kürt sorununun çözümü için birbirine çok benzeyen sosyal ve siyasal öneriler getirdiklerini görecekler.
Akçam, PKK’nın “ölüm listesine” aldığı biri, Demirtaş, “PKK’yla aynı tabanı paylaşan” bir partinin başkanı, Kurt, BDP’nin Güneydoğu’daki tek rakibi olan AKP’nin üyesi.
Bu üç ismin söylediklerinin benzerlikleri, Kürt sorununun siyasallaşmasının, çözümü siyasette arayacak bir talepler birliğinin, Kürt siyasetinde demokrasiyi ileriye itecek bir hamlenin hazırlığının işaretlerini ortaya koyuyor.
Türkiye, yeryüzüyle uyumlu biçimde yeniden şekilleniyor.
Otoriter bütün yapılar devrilecek.
Devrilen her taş, yolumuzu biraz daha açıyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.