28 ŞUBAT: KİM NASIL HESAP VERMELİ?
Ali Bayramoğlu
20 Nisan 2012 Cuma 06:57
Tarih 2 Ekim 1995. Yer Deniz Eğitim Komutanlığı. Personel dinliyor, kuvvet komutanı konuşuyor. Komutan 18 Ağustos tarihinde görevi devralan 28 Şubat'ın ünlü amirali Güven Erkaya...
"İrtica tehdit değerlendirmesi" faslında şu cümleler çıkıyor ağzından:
"Hiç bir şekilde acımayacağız. Yapılacak işlem çok sıkı takiptir. Yasal yoldan bir şey yapılamayabilir ancak biz gerekenin yapılması için gerekli yolları bulmak zorundayız. Bütün imkanlarımızı ve yetkilerimizi kullanacağız. Onlar hukuktan, mevcut durumdan, hassasiyetlerden istifade etmeye çalışacaklar. Bizler de kendi kurallarımızla bunlarla mücadele edeceğiz..."
28 Şubat'ın, bir yönüyle, en esaslı yönüyle tarifi budur...
28 Şubat, seçimler vesilesiyle ülke yönetimine aday olan İslami hareketi ve artan İslami görünürlülüğü "irtica olarak sınıflandırarak", her yerden, toplumsal, siyasal, ekonomik alanlardan cebren kazıma fiiliydi.
Erkaya'nın daha sonra Batı Çalışma Grubu prensiplerine dönüşecek yukarıdaki sözlerinin karşılığı şudur:
Fişlemeler, toplumun bir bölümünü sistematik tahkir, toplumun diğer bölümünü korku ve tehdit fikriyle kuşatma ve diğer bölümüne karşı koşullandırma, örgüt, parti, kesim ve kişileri hedef alan itibarsızlaştırma andıçları, psikolojik harekatlar, basını, yargıyı, idareyi askeri hedefler etrafında seferber etme, yönlendirme ve yönetme...
Dün 28 Şubat'la ilgili soruşturmanın ikinci dalgasında dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Özkasnak olmak üzere, kimi karargah sorumlusu gözaltına alındı...
Bu gelişmeler demokrasi adına ancak mutluluk verebilir.
Türkiye son 10 yıldır, büyük bir sivilleşme, daha doğru ifadeyle askeri olandan arınma süreci yaşıyor. Balyoz, Ayışığı, Sarıkız gibi darbe girişimlerinin 28 Şubat hedefine tam ulaşmadığı için planlandıkları, 28 Şubat uzantısı oldukları dikkate alınırsa, yargılanma sırasının "asıl darbeye" gelmesi son derece önemlidir.
Peki yürütülen soruşturma nasıl bir yol izlemeli ya da sadece soruşturma 28 Şubat'la yüzleşmek için yeterli mi?
Bu sorulara yanıt verebilmek için 28 Şubat'ın ayırdedici iki özelliği olduğunu unutmamak gerekir.
Birincisi, 28 Şubat, toplumun hatırı sayılır bir bölümünün hatırlayacağı kadar yakın bir askeri müdahale...
İkincisi, 28 Şubat, toplumun hatırı sayılır bir bölümünün cellad rolüne soyunacağı kadar keskin bir askeri müdahaleydi...
"Çok celladlı bir infaz hali" tabiri yanlış olmaz.
Bu infaza YÖK başkanları rektörler, üniversite öğretim üyeleri, sendikalar, odalar, işadamları, basının, dönemin cumhurbaşkanı katılmıştır. Dahası toplumun bir grubu diğer grubunu fişlemiş, ihbar etmiştir.
Bu durum 28 Şubat'la yüzleşmenin çapının geniş katmanlarının birden çok olduğunu gösterir. İnfaza katılan herkesin bir toplumsal kesime, ancak onun daha ötesinde tüm bir topluma ve demokrasiye karşı kabahat ya da suç işlediği açıktır. Her birinin bu topluma karşı özür borcu vardır.
Kimilerinin yaptığı kanun önünde suçtur.
Kimilerininki etik ve ahlaki kabahattir.
Bir başkasınınki yüz kızartıcı siyasi tutum ya da angajmandır.
İlkinin yaptırım yeri mahkemelerdir, diğerlerininki toplum, siyaset, itibar ve vicdanlardır.
Eğer demokratik, hakkaniyetli ve kalıcı bir yüzleşmeden dem vuruyorsak, bu çerçevede hiçbir sorumluluk geçiştirilmez, her biri yaptırım, ifşa ve tartışma gerektirir.
Ancak hiçbir sorumluluk da hakketiğinin ötesi bir yaptırımla karşılamaz.
Son günlerde yapılan soruşturma nereye kadar gitmeli, kimler yargılanmalı, basın ne olacak gibi soruların yanıtı burada gizlidir.
Basın ya da iş dünyası, üniversitelerde ya da idarede askerle bilerek, planlayarak, hükümet devirmek dahil, toplumsal ve siyasi imha işlerine karışmış tüm kişiler suçludur.
Bunun dışındakiler kabahatlidir.
Ve unutulmaması gereken asli diğer bir gerçek de sorumluluklar arasındaki hiyerarşidir.
Erkaya'nın sözlerini tekrar okuyun ve bilin ki, 28 Şubat öncelikle askeri karargahın işidir. Planlayan, yöneten, yönlendiren ve fişleyen mercii odur. Kanun önünde hesap vermesi gereken her şeyden önce askerdir, yani elinde silah tutan ve doğrultan adamdır. Onun elindeki silah işlevini görenlerin, örneğin merkez medyanın sorumluluğu tartışması, kimi gazetecilerin ve idarecilerin suçluluğu meselesi, asla ve asla tetiği tutanı unutturmamalıdır.
Sivilleşme süreci ve 28 Şubat bizce böyle yüzleşmeyi gerektirir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.