1994’E Mİ DÖNÜYORUZ?
Ali Bayramoğlu
05 Mart 2016 Cumartesi 07:48
Kürt meselesinin geldiği şiddet evresinin sorumlularını arka arkaya nasıl sıralarsınız?
Önce sorunun yasal ve yetkili çözüm mercii olan devletten başlayabiliriz. Kaçırılan eklemlenme/entegrasyon fırsatları, çözüm sürecinin eksik ve ağır kurgusu, Kürt meselesini yeniden asayiş nesnesine indirgeme tercihi, siyasi iktidarın sorumluluğunu, bu şemadaki yerini ortaya koyar.
Ancak şema tek aktörlü değildir.
Bu şemada HDP kendisine ön sıralarda yer bulur.
HDP'ye düşen sorumluluk Kandil'in askeri mantık ve ihtiyaçlarını “siyasi” bir renge büründürmesidir. “Demokratik siyaset” yerine, “çatışma siyaseti”nin sözcülüğüne ve taşıyıcılığına soyunmasıdır. “Güvenlik tedbirlerinin katliam politikaları, hendek siyasetinin halk direnişi” olarak tanımlamak, hükümet ve meclise Kandil'in beklentilerini taşımak, bu çatışma siyasetinin önde gelen unsurlarıdır.
7 Haziran seçimleri sonrası, Kandil HDP'ye Kürt hareketinin bağımlı ve alttaki bir parçası olduğunu ve görevlerini yüksek sesle hatırlatmış, HDP'liler de bu hatırlatmanın gereğini yerine getirmişlerdir.
Bir süre önce Demirtaş'ın yaptığı, sivillerden çok eylemcilere yönelik bir kurtarma girişimi kokan Sur'daki güvenlik ve çatışma alanına kitlesel yürüyüş çağrısı bu açıdan son tipik örnektir. Kaldı ki daha sert örnekler de var. HDP'li belediyelerin çatışan eylemcilere destek veren tutumu, belediye araçlarıyla taşınan mühimmatlar, hatta başbakanın iddiasına göre bir milletvekili arabasının bagajında eylemcilere götürülmek üzere bulunan ve yakalanan silahlar, çatışma alanındaki vahşet ve sefalet görüntülerinden daha az anlam taşımaz. Özetle Haziran seçimlerinde yüzde 13 oy olan HDP, arzu edilenin aksine, gerek eylem gerek söylem düzeyinde, siyasi çözüm hattından uzaklaşan bir rota izlemiştir.
Ancak şemadaki asli sorumlu hakim Kürt hareketinin silahlı unsurlarıdır. Bu sorumluluk, Rojava'daki gelişmeler, Kandil'in İran-Rusya-ABD'yle ilişkiler üçgeninde Türkiye ve Suriye topraklarını içeren, kendi denetiminde bir Kürt alanı projesine hız vermesi, çatışma politikası devreye sokması, siyasete ise bunun meşrulaştırma işlevini biçmesi üzere kuruludur. HDP ise, bu politikaların bağımlı bir uzantısıdır.
Ancak öykü ve HDP'nin bu öyküdeki işlevi bunlardan ibaret değil.
Hakim Kürt hareketini temsil eden bu siyasi parti, Türkiye'nin 81 ilinin 12'sinde belediyeleri elinde tutuyor. 11 ilde yüzde 50'nin üzerinde bir seçmen çoğunluğunu temsil ediyor. Bu sosyolojinin, bu temsil gücünün işaret ettiği duyarlılık ve talepler, ne “asayiş, terör, şiddet” kelimeleriyle, ne de “Kürt hareketinin çatışma siyaseti tercihiyle” açıklanabilir.
O zaman sorular şunlardır:
Kürt hassasiyetinin belirleyici olduğu siyasi ve toplumsal alan her geçen gün derinleşirken, Türkiye bu gerçek karşısında ne yapacaktır? Bu gerçeği dikkate alan bir yeni sözleşme, yeni denge, yeni okuma nasıl mümkün olacaktır? Bu derinleşme AK Parti'nin son 13 yıllık politikalarına, iddialarına, bölgede çoğunluğu temsil etmesi gerçeğine rağmen yaşanmaktaysa, sorunun hizmet ve asayiş politikalarıyla buharlaşması iddiaları bir boş sözden ibaret değil midir?
Bunlar, hendek siyasetine, HDP'nin siyasi sorumluluğuna vurguyla geçiştirilemeyecek sorulardır.
Son günlerde AK Parti, MHP ve cumhurbaşkanlığı kuvvetli bir şekilde HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını talep ediyor. Cezalandırma, siyasi alanı daraltma, asayiş mantığı etrafındaki algıyı pekiştirme eğilimi öne çıkıyor.
Türkiye “Genelkurmay Başkanı'nın “mecliste terörist var” dediği, dokunulmazlıkların kaldırıldığı, milletvekillerinin yaka paça tutuklandığı 1994 koşullarına, 22 yıl öncesinin politikalarına geri mi dönüyor?
Yukarıdaki sorulara verilen yanıtın ürettiği politika buysa, ülkenin başı gerçekten belada demektir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.