22 Aralık 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır-1°C
  • Ankara4°C
  • İzmir10°C
  • Berlin7°C

1915’İN HAYALETLERİ...

Aslı Aydıntaşbaş

13 Ekim 2014 Pazartesi 04:02

100 yıl önce Kobani ya da Kobane diye bir yer yoktu. Bazılarının ısrarla “orijinal ismi” dediği Ayn el-Arab ise hiç yoktu.

100 yıl önce orada Arab Punar ya da Arap Pınarı denilen ufak bir mezra vardı.

Bu ufacık köyün tarihi, bugün Rusya’dan New York’a dünya gündemine oturan Kobani direnişinin gölgesinde unutuldu, gitti. Ama yine de anlatmaya değer...

Berlin-Bağdat demiryolu, Osmanlı’nın son dönem en önemli siyasi ve ekonomik projesiydi. Eski haritalarda Arab Punarı’na ilk referans, Alman mühendisler tarafından inşa edilen demiryolunun Konya-Halep ayağında ufak bir istasyon olarak... Yıl 1912. O dönemde Suruç, 10 bin nüfuslu bir kaza. Urfa, Ermeni ve Arap nüfusun yoğun olduğu büyük bir yerleşim alanı. Arab Punarı ise dağın başı bir istasyon ve barakalardan oluşuyor.

Ama Arab Punarı’nın tarih sahnesine çıkışı, 1915 Ermeni katliamlarıyla oluyor.

Arap Punar’ı, tıpkı, Suriye krizinin başından beri duymaya alıştığımız Resul Ayn, Rakka ve Deyr-u Zor gibi, Anadolu’dan göç ettirilen Ermeni kafilelerinin yerleştirildiği “kamplardan.” Daha doğrusu, Halep veya Deyr-u Zor ve Resul Ayn gibi daha “ölümcül”, pek kimsenin sağ çıkmadığı kamplar için bir “transit” merkezi. Ermeni asıllı Fransız tarihçi Raymon Kevorkian’in iki ciltlik ‘Ermeni Soykırımı’ kitabında, 25 Eylül 1915’de Sivas’dan Arab Punarı’ndaki kampa yerleştirilen 15 bin kişilik kafilede, salgın hastalıklar nedeniyle günde 120 ile 170 kişinin öldüğü anlatılıyor. Garabet Kapijian, kamp boşaltılana kadarki 6 haftada 4 bin kişinin öldüğü söyleniyor.

Osmanlı, aslında Ermenileri Anadolu’nun her köşesinden söküp Suriye çöllerine, ölüme yolluyor.

Bu esnada Suruç da büyük göç alıyor ve (bu sebeple görevden alınana kadar) oradaki kaymakamın ‘müsamahakar’ tutumu nedeniyle Anadolu’dan göç ettirilen bazı kafileler, Suruç ve hemen güneyine yerleşiyor.

Gel zaman git zaman, Osmanlı o bölgeden çekiliyor. 1916’da İngiltere ve Fransa arasında gizli bir anlaşmayla çizilen Sykes-Picot sınırları, Suruç’u Osmanlı, hemen altındaki Arab Punarı’nı Suriye’de bırakıyor. 1915’den kurtulan Ermeniler ve civar köylerden göç eden Kürtler, yavaş yavaş buraya taşınıyor.

1925’de Şeyh Sait isyanının bastırılması sonrası bazı Kürt aşiretler, sınırın güneyine geçip Resul Ayn, Cezire bölgesi ve Arab Punarı’na yerleşiyor.

Zamanla burada, Arap, Kürt, Ermeni ve Türkmenlerden karma bir nüfus oluşuyor. Tutunamayanlar, yavaş yavaş tutunuyor. Okullar açılıyor, camiler, kiliseler yapılıyor. Tren istasyonu etrafındaki 3-5 barakayla başlayan mezra, gelişiyor.

Suriye’nin Fransız mandasında olduğu 1920 ve 1930’larda, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli derdi, Suriye’den silahlı grupların sınırdan içeri gelişinin engellenmesi. Arab Punarı’ndan da söz ediliyor. Ankara, Suriye’de şekillenen Kürt-Ermeni ittifakının kendisine yönelik bir ulusal tehdit olduğu görüşünde. Yazışmalarda sık sık Fransızlar’dan bu grupları ‘kontrol altında’ tutması isteniyor.

Biraz da Türkiye’nin kaygılarını gidermek ve sınır güvenliğini sağlamak için, Fransa Arab Punarı’nda bir ‘istihbarat istasyonu’ kuruyor. Sonra modern Suriye devleti kuruluyor ve ‘Araplaştırma’ politikası çerçevesinde kente ‘Arap pınarı’ anlamına gelen ‘Ayn el Arab’ deniyor.

Gelelim Kobani ismine. Kobani aslında Kürtçe’den türeyen bir isim değil. Almanların işlettiği tren istasyonu nedeniyle Almanca “şirket” anlamındaki “Kompanie” sözünden uyarlandığı söyleniyor. Bir başka teze göre ise, ‘Baghdad Bahn’ ya da kısaca ‘Bahn’ denilen tren hattının ”Ko. Bahn”diye yazılmasından türemiş.

Her durumda Kobani dediğimiz, öyle böyle, bir asırdır itilip kakılanların, tırnaklarıyla kazıyanların, düşe kalka ayakta kalanların şehri.

O yüzden de hâlâ direniyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.