17 ARALIKTAN SONRA KÜRT SORUNU
Bayram Bozyel
09 Şubat 2014 Pazar 14:05
17 Aralık operasyonundan sonra AKP’nin geleceği ve yaşanan krizin Kürt sorunundaki etkileri haklı olarak tartışılıyor. AK Parti’nin zayıflaması ya da hükümetten düşmesi halinde çözüm sürecinin çökeceği iddia edilmekte. Mevcut hükümet için ortada görünür ve güven verici bir alternatifin olmayışı bu tartışmayı ve bundan kaynaklı kaygıları daha da önemli kılıyor.
Daha önce de söylendi, AK Parti içerde ve dışarda birbiriyle örtüşen bir değişim konjonktürünün sonucu iktidara geldi. Söz konusu değişim ihtiyacının sonucu ve ürünü olarak iktidara gelen AK Parti aynı zamanda bu değişim sürecine kendi meşrebince katkılarda bulundu. Değişim ve demokrasi kulvarında yürüdüğü ve bu yöndeki iradesini koruduğu ölçüde benzer taleplere sahip farklı toplumsal kesimlerden destek aldı. 12 Eylül referandumu AKP’nin öncülük ettiği demokrasi ve değişim güçlerinin ittifakını zirveye çıkardı. Referandumda anayasa değişikliği paketine verilen % 58 oranındaki yüksek destek, aynı zamanda Türkiye’deki değişim yönündeki güçlü enerji ve iradeyi ortaya çıkarması bakımından da tarihi nitelikteydi.
Gezi olayları AK Parti öncülüğündeki değişim cephesinde ilk yarılmaya yol açtı. Hükümetin, Başbakanın şahsında beliren dayatmacı ve buyurgan yaklaşımı değişimci demokrat kesimleri hükümet ile karşı karşıya getirdi. Polisin Gezi olaylarında sergilediği pervasızlık ve Başbakan Erdoğan’nın sorunu komplo teorileriyle açıklama tarzı ve başvurduğu ötekileştirici dil, hükümetin değişimci imajını büyük ölçüde aşındırdı.
17 Aralık kırılma noktası
17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ise AK Parti’nin 11 yıllık iktidarı bakımından bir kırılma noktasına dönüştü. Hükümet üyesi dört bakan ve çocuklarının muhatap olduğu yolsuzluk ve rüşvet iddialarının boyutları oldukça sarsıcı oldu. Ama bundan daha vahim olanı hükümetin bu operasyona karşı gösterdiği tepki biçimiydi. Hükümet söz konusu rüşvet ve yolsuzluk iddialarını açığa kavuşturmak ve hükümet olarak bir an önce aklanmak için gerekli tedbirleri almak yerine panik havasında bir savunma, daha doğrusu saldırı stratejisi seçti. Olup bitenleri devlet içindeki paralel yapıların komplo ve darbe girişimi olarak açıklamaya çalıştı. Ne var ki devlet içinde paralel yapılanmaların varlığı, rüşvet ve yolsuzlukların vahametini ortadan kaldırmadığı gibi, devlet içinde adı geçen paralel yapılanmanın oluşmasında da AK Parti’nin sorumluluğu az değil. Sonuçta hem rüşvet ve yolsuzluklar, hem de devlet içindeki çeteleşme gibi çarpıklıklar hükümetin izlediği politikalar sonucunda ortaya çıktı. Böyle bir durumda demokrat bir hükümetin yapması gereken şey, çözümü daha çok demokrasi ve daha çok şeffaf bir sistemde aramaktı.
Ne var ki Gezi olaylarından bu yana Başbakan Erdoğan, hükümete dönük her türlü eleştiriyi iç ve dış lobilerin komplo ve darbe girişimi olarak açıklamak gibi kolaycı bir tutuma yönelmiş durumda. Oysa Sayın Erdoğan bugün kendisine darbe tezgâhlamakla suçladığı aynı güçlerin 10 yıl boyunca kendi iktidarını neden desteklediğini hatırlasa, belki bugün kendisine karşı alınan tutumu daha doğru bir biçimde yerli yerine koyabilirdi. Dün yaptığı icraatlar, izlediği politikalar içerde ve dışarıdaki önemli çevrelerin çıkarlarıyla örtüşüyor, onlarınkiyle paralellik teşkil ettiği oranda destekleniyordu. Bu gün ise düne kadar ittifak içinde olduğu herkese karşı savaş içinde, bunun anlaşılmayacak bir yanı var mı? Siyasette dostluk da düşmanlık da son tahlilde çıkarlarla ilgili bir mesele değil mi?
Çözüm sürecinin geleceği
17 Aralık sonrası önemli tartışma başlıklarından biri de çözüm sürecinin geleceği ile ilgili.
Bu bağlamda, geçmişte Kürt sorununda gerçekleştirdiği reformlardan ve izlediği hayırhah politikadan dolayı, Kürtlerin bu dar zamanında hükümeti desteklemesi istenmekte, bu yaklaşım ise hükümetin gitmesi halinde çözüm sürecinin çökeceği iddiası ile gerekçelendirilmektedir.
Evet, şu 11 yıllık iktidarında AK Parti her şeye rağmen bir değişim çizgisi tutturdu. AKP iktidarında Kürt sorunu çözülmedi belki ama çözüm önündeki birçok psikolojik bariyer aşıldı, çözüm için toplumsal zemin olgunlaştırıldı. Ayrıca sergilediği bütün tutarsızlık ve yalpalanmalarına rağmen Kürt sorunuyla ilgili AKP’nin görünen bir çabası oldu hep. Böyle bir tablo içinde Kürtlerin tercihi AKP’nin gitmesinde değil, tersine onun, çözüm sürecini ileriye taşıması için zorlanmasından geçiyor. AK Parti’nin gitmesi halinde ise hem onun yerine kimin geleceği, hem de gelecek olanın ne yapacağı meçhul. Bu ise kısa vadede bir belirsizlik ve kaos dönemi anlamına gelir. Elbette orta ve uzun vadede iktidara kim gelirse gelsin Kürt halkının özgürlük talebinin daha fazla engellenmeyeceği de bir başka gerçek.
Hükümet geçmişte doğru ve düzgün işler yaptığı zaman sadece Kürtler değil, toplumun büyük bir kesimi ona destek verdi. Başka bir ifade ile hükümet Kürtlerin ve ötekilerin desteğini hak edecek adımlar attığında bunun karşılığını aldı. Ama tersini yaptığı zaman da onları kendinden uzaklaştırdı. Bu kural bu gün ve bundan sonrası için de geçerli. Son tahlilde hükümetin geleceği Kürtlerin ya da başka bir kesimin tek yanlı ve koşulsuz desteği ile değil (ki bu siyasetten mümkün de değil) bizzat onun kendisi tarafından belirlenecek. Hükümet kendi geleceğini esas olarak kendisi tayin edecek.
Görünen o ki hükümetin bu güne dek izlediği politika onu bu noktaya kadar taşıyabildi, ama daha fazla ileriye taşıyacağı şüpheli. AKP hükümeti bakımından uzun süreli iktidar olmanın yorgunluk, yıpranma ve yozlaşmanın bütün belirtileri söz konusu. Bunda yadırganacak bir durum yok. Türkiye’nin esas açmazı söz konusu yorgun ve giderek otoriterleşen hükümetin bir alternatifinin olmayışıdır. Mevcut açmazı derinleştiren esas olarak budur.
Bu aşamadan sonra hükümet bakımından köklü bir durum değerlendirmesine şiddetle ihtiyaç var. Hükümetin içinde bulunduğu badireyi aşması esas olarak onun demokratikleşme ve Kürt sorununda radikal bir anlayış geliştirmesine bağlı. Yeni bir toplumsal uzlaşı, yeni bir vizyon, yeni bir açılım olmadan bu krizi aşmak kolay görünmüyor. Hepsinden önemlisi yeni bir yeni bir anayasa yapmak, hem Türkiye’nin hem de hükümetin karşı karşıya bulunduğu sorunlara derman olabilir. Öte yandan özgürlük, demokrasi ve barış gibi ulvi amaçların son tahlilde amaca uygun demokratik yöntemlerle, temiz araçlarla, ilkesel yaklaşımlarla gerçekleşebileceğini unutmamak lazım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.