10. SAHNE
Ömer Leventoğlu
21 Aralık 2011 Çarşamba 04:20
Demir yığını bir hapishane sevk aracının güvenlik kapısı, yine demirden bir sürgü ile onlarca siyasi tutsağın üzerine kilitlenmiştir. İçeride, açlık grevinin 35’inci gününe varmış insanlar... Bedenleri erimiş, etleri çekilmiş, kaburgaları sayı boncuğu gibi. Baskın, işkence, şiddet görmüş, ne ki fikirlerinden vazgeçmemiş, Nuh demiş de Peygamber dememiş, direnmiş de direnmiş onlarca tutsak vardır içerde. İçeride bir kale vardır; yapımı eski mi eski, kökleri tarihte, mitolojide, kökleri Prometeus’ta, beri gel Zilan’da, Ağrı’da, kökleri Halepçe’de, kök damarından 33 kurşun yemiş, kuruyacağına filizlenmiş, boy vermiş, ihtişam kazanmış bir kale vardır içerde...
Ve 33 tutsak, demirden bir hapishane ring aracının içinde, açlık grevinin en yıkıcı günlerinden birinde, havasız ve susuz, nereye götürüldüklerini soruyorlar birbirlerine. Görünmeyen bir el, demirden hücrelerin bulunduğu koridora doğru açılan askeri güvenlik bölümünün sürgüsünü çekiyor. İçeride insan sesleri, kuru nefes, inilti, öksürük sesleri vardır içerde. Hücre kapılarına çekilmiş sürgülerin, sürgülere vurulmuş kilitlerin üzerinde dolaşıyoruz. Bir tur, bir tur daha, hangi nefes sona erecek biraz sonra, hangi inilti susacak, bilmiyoruz. Bir tur, bir tur daha, hangi kapıdan şiddeti reddeden bir slogan yükselecek acaba? Faşizmi kim kınayacak, kim karşı çıkacak, kim orta yere serecek muktedirin acziyetini, bekliyoruz...
Neden sonra, seslerden bir ses ‘’Hüseyin!’’ diye bağırıyor ve tepe taklak oluyor kamera... ‘’Hüseyin!’’ diye sesleniyor başka endişeli bir ses. Gözü kararıyor kameranın bu kez, yavaş yavaş sarsılıyor, bir duvarın birine, bir ötekine, koridora, kapılara, mazgala, kilide, yere, tavana, demire çarpıyor kamera...
* * *
1989 yılında, Türkiye solunun öncüleri ve Kürt muhalefetinin önemli kadroları Eskişehir’deki özel tip bir hapishaneye konmuştu. Türkiye muhalefeti yenildi yenilecek, bir şekilde ‘’içeriden çıkmaya’’ odaklanmış, Kürt hareketi ise yükselişte... İşte bu koşullarda Türkiye’deki cunta artığı rejim, hapishanelerdekilerle hesaplaşıyordu. Tünel bahanesiyle şiddetini artırdığı baskılar sonrasında, açlık grevinin 35’inci gününde, bütün hapishaneyi kapatıp, tutsakları başka bir yere taşımaya karar verdi rejim. Bu kararla birlikte, şık şüphe götürmeyen bir ölüm yolculuğunda, muhalefeti, ‘’ölüm ringi’’ bir mavi kamyona kapattı. Dönemin siyasi tutsaklarından Fuat Kav’ın da içinde olduğu bu ring aracındaki ölüm yolculuğu, çok sayıda anı kitabına konu oldu. Bizzat Fuat Kav da, Hüseyin Hüsnü Eroğlu ve Mehmet Yalçınkaya’nın katledildiği bu yolculuğu, ‘’Mavi Ring’’ adlı kitabında baştan sona anlattı.
İşte bu kitap ve devamında çok sayıda benzer içerikli kitap okuyup, çok sayıda canlı tanıkla görüşmeler yaptıktan sonra, ‘’Mavi Ring’’ adlı bir sinema filmi yazdık ve çekimini yapıyoruz. Film, bilinmeyen bir hapishaneden bilinmeyen başka bir hapishaneye bir ölüm yolculuğunu anlatıyor. Çekimlerinin yüzde 90’ını tamamladığımız filme, mevsim ve ekonomik sorunlar nedeniyle ‘’kısa bir ara’’ verdik. 10’uncu sahne de dahil, bazı sahneleri çekemedik henüz.
Bu süre içerisinde gazetemizin okurlarından da uzak kaldım. Neyse ki artık yeniden birlikteyiz. Eni, konu ne ki, bir haftalık bir çekim... Bitireceğiz... Zira biz, yaşadığımız toprağa benzeriz. Çünkü insan, yaşadığı coğrafyadan, koşullardan, içtiği sudan ve yediği ekmekten bağımsız edip eyleyemez. Biz de öyleyiz... Ve biz, bu filmle, insanın şiddet karşısındaki vicdani tutumunun ve direnebilme erdeminin hikayesini anlatıyoruz. Bu, 1920’lerde de geçebilirdi, Nazi Almanya’sında da... Ya da Sokrates’in Yunanistan’ında da, Ramses’in Mısır’ında da olabilirdi. Bu yüzden biz, insanları şiddete, iktidara, tahakküme ve insanın insan üzerindeki zulmüne itiraz etmeye çağırıyoruz. Birinci sahneden 87’inci sahneye...
Yeniden merhaba...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.