24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara3°C
  • İzmir8°C
  • Berlin3°C

1 KASIM’DAN SONRA

Mesut Yeğen

02 Kasım 2015 Pazartesi 17:23

Seçimler üzerine yazıp çizen kalem erbabının neredeyse ittifakla söylediği şey şu: 7 Haziran seçimlerinin cevaplaması beklenen büyük soru HDP’nin barajı aşıp aşamayacağıyken, 1 Kasım seçimlerinin cevap vereceği büyük soru Ak Parti’nin mecliste çoğunluğu elde edip edemeyeceği. Bütünüyle doğru olmakla birlikte, bu iki soru aynı kalibrede sorular değil. 7 Haziran seçimlerinin “HDP barajı aşıp aşamayacak mı?” sorusu aslında “AK Parti tek başına anayasa değiştirebilecek çoğunluğa ulaşıp Erdoğan’ı başkan yapabilecek mi” büyük sorusunun ön sorusuydu. Ve malum, 7 Haziran bu ilk soruya, etkileri bugün de devam eden ve büyük ihtimalle bu meşum soruyu bir daha sordurmayacak kadar net bir cevap verdi: Hayır! 1 Kasım seçimlerinin cevaplaması beklenen “Ak Parti mecliste çoğunluğu elde edecek mi?” sorusunun ardındaysa ilk sorunun açılışını yaptığı kalibrede bir soru yok. Sorunun ardındaki ikinci soru ancak ilki mesabesinde: “Ak Parti çoğunluğu elde edemezse kiminle koalisyon kuracak ya da üçüncü bir seçim mi olacak?

Halbuki, naçizane fikrimce Türkiye’nin selametini gerçekten dert edenlerin 1 Kasım seçimlerini de büyük bir soruya cevap verir kılmaları gerekiyor. Türkiye’nin selametini dert edenler, Ak Parti çoğunluğu elde etsin etmesin, 1 Kasım seçimlerini şu büyük soru etrafında değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum: Türkiye siyaseti, Türklerle Kürdleri ve sekülerlerle dindarları bir arada yaşatmayı becerebilecek yeni bir sözleşme, yeni bir anayasa yapabilecek mi?

1 Kasım’ın ardından bu büyük sorunun peşine düşmek, bu büyük soru etrafında siyaset yapmak yerine, “hükümette kalır, Erdoğan’ı ve dünyalığımızı kurtarır mıyız” ya da “restorasyon hükümeti kurup, Erdoğan’ı yargılar mıyız” sorularının peşine düşülürse, olacak olan düşük ihtimal bir Ak Parti hükümeti, yüksek ihtimal bir Ak Parti-MHP koalisyonu olur.

Siyasetin bugünkü atmosferinden bakıldığında gerçekleşmesi en muhtemel görünen bu ihtimallerin her ikisi de Türkiye’yi bir arada tutacak yeni sözleşmeyi çıkarmak bir yana, son birkaç ayın kabusunu, büyük ihtimal kısa bir süre daha devam ettirmekten başka bir netice üretmez. 276 sınırında bir Ak Parti hükümetiyle ya da Ak Parti-MHP koalisyonuyla Türkiye’nin meselelerinden kaçıp dünyalıklarını kurtaracaklarını düşünenler tahminim o ki çok geçmeden kendi cephelerindeki ihtilafların neticesinde işlerin arzuladıkları gibi gitmediğini görür.

Beri yandan, 1 Kasım seçimleri, beklendiği üzere, bir Ak Parti hükümeti çıkarmadığı takdirde, “restorasyon hükümeti kurup, Erdoğan’ı yargılayalım” siyasetinin peşinde düşme niyetinde olanların da şunu görmesi gerekiyor: Bu türden bir maksimalist siyasetin zemini mevcut değil ve “yargılayacağız” motifinde ısrar etmek Ak Parti-MHP koalisyonunu kolaylaştırmaktan başka bir sonuç doğurmaz.

Dolayısıyla, Türkiye siyasetinin ana aktörleri 1 Kasım seçimlerini yukarıda zikrettiğim büyük soru etrafında değil de “Erdoğan’ı ve dünyalığımızı kurtarır mıyız” ya da Erdoğan’ı yargılar mıyız” soruları etrafında değerlendirmekte ısrar ederlerse bizi bir tıkanmadan başka bir şey beklemiyor. Belli ki Türkiye’nin siyasi kompozisyonu ne ona ne ötekine cevaz veriyor.

Öte yandan, tıkanmadan başka bir netice üretmesi imkansız görünen bugünkü siyasi kompozisyon, tam da bu hali itibarıyla Türklerle Kürdleri ve sekülerlerle dindarları bir arada yaşatmayı becerebilecek yeni bir sözleşme yapmanın zemini de kılınabilir. Tabii ki en az iki şeyi, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde 2011-2015 arasındaki gibi yönetilemeyeceğini ve Erdoğan’ın kaderini siyasetin, diğer bir deyişle, 2019’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin belirleyeceğini birlikte kabul edebilirsek. (Basnews)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.