03 Aralık 2024
  • İstanbul10°C
  • Diyarbakır4°C
  • Ankara5°C
  • İzmir12°C
  • Berlin7°C

1 KASIM SEÇİMLERİNE GİDERKEN TÜRKİYE'NİN DURUMU NASIL TANIMLANABİLİR?

Ümit Özdağ

04 Eylül 2015 Cuma 07:44

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 27 Ağustos'ta "Tarih, millet beka mücadelesi verirken, Hayır diyenleri affetmeyecektir" diyerek, Türkiye'yi beka sorunu yaşayan ülke diye tanımlıyor. Bu bir tesadüf veya ağızdan kaçma değil. Çünkü Davutoğlu 28 Ağustos'ta yaptığı konuşmada da Bahçeli'yi suçlamak için Türkiye'yi beka sorunu yaşayan ülke diye tanımlıyor. Oysa Sayın Bahçeli, AKP'nin Türkiye'yi PKK ile sürdürülen teslimiyetçi müzakereler sonucunda varlığını ve bütünlüğü tartışmalı hale getiren politikalarına "hayır" diyor. Davutoğlu, 30 Ağustos 2015 resepsiyonunda "Kimse Türkiye'nin her bir santimetre karesinde kamu düzeni hâkim olana kadar bu huzur operasyonundan vazgeçilmemizi beklemesin" diyerek, bugün PKK'nın ülkenin bazı bölgelerini kontrol ettiğini itiraf ediyor. Davutoğlu, 28 Ağustos 2015'te AKP il başkanlarına hitaben yaptığı konuşmada bölücülerin "Silahlanmaktan, ayaklanmadan, teröre yaslanmaktan bahsediyorlar" diyerek, teslimiyetçi müzakere sürecinin sonunda PKK'nın ayaklanma sürecine girdiğini itiraf ediyor. Davutoğlu, 24 Ağustos 2015'te köy korucularının temsilcileri ile görüşürken, "2013 Mayıs'ında Türkiye'den geri çekilmesine karar verilen unsurlar, aksine son iki yıl içinde Türkiye'de kendi yıkıcı saldırılarını artırabilmek için ciddi bir yığınak yapma teşebbüsüne yöneldiler" itirafında bulunmuştur.

Arınç ise 14 Temmuz 2015'te Bakanlar Kurulu toplantısından sonra şöyle bir itirafta bulunmaktadır: "Son seçimlerde şunu gördük: Bu terör örgütü kitlesel terör olaylarına yönelmedi, silahını kullanmadı, şehit cenazeleri gelmedi ama tehdide, şantaja devam etti. Halk üzerinde baskı kurdu ve KCK marifetiyle şehir yapılanmasında ileri bir noktaya ulaştı. Bunların farkına vardık, bunları bırakacaksınız dedik bırakmadılar ve seçimler böyle geçti" diyerek, Güneydoğu Anadolu'nun aslında nasıl PKK/KCK denetimine terk edildiğini anlatmıştır.

Peki, Erdoğan ve Davutoğlu, 2 seneden bu yana nerede idiniz? Neden PKK'nın kentlerde örgütlenmesine, 80 bin silah, 63 ton cephane sokmasına, yüzlerce uyuyan bomba yerleştirmesine izin verdiniz? Neden valiler, TSK'nın 120'nin üzerinde operasyon yapma talebini reddederek, PKK'nın dağlara yerleşmesinin önünü açtılar? Neden bunlar olurken, AKP liderleri PKK güzellemeleri yaptılar? Arınç seçimlerden önce "dağa çıkanlar haklı ben de çıkardım" diyordu. Arınç, Öcalan'ı "namaz bile kılan" diye Türk Milletine takdim ederken, Beşir Atalay, Öcalan'ı Türk Milletine "Kürtlerin lideri" olarak takdim etmiştir. Neden Türk bayrağının asılmasını bile tahrik sayan PKK'lı teröristlerin ve yandaşlarının günlük yaşama hakim olmaları sağlandı? Ve durum böyle iken neden Abdullah Öcalan'ın 10 maddeden oluşan İmralı pazarlığı sonucunda oluşan bildirisini "Dolmabahçe Mutabakatı" adı altında Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın ve HDP'li milletvekillerinin katılımı ile ecdadın sarayından Türk Milletine okudunuz? Bu soruları uzatabiliriz. Bazıları bu sorularımıza muhalif eleştiriler diye itiraz edebilir. Bakın, Erdoğan da bu eleştirilere hak veren açıklamalar yapıyor.

Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye'nin varlık sorunu yaşadığı ve bölünme tehdidi ile karşı karşıya olduğu konusunda Davutoğlu ile yanı fikirde. Erdoğan, kelime olarak "beka sorunu" demiyor ancak "işler çığrından çıkmıştı" diyerek, AKP'nin PKK ile teslimiyetçi müzakerelerinin Türkiye'yi getirdiği noktayı tanımlıyor. Bakın, Erdoğan, 30 Ağustos resepsiyonunda "Bugün de, ülkemizin birliğin, beraberliğine, kardeşliğimize ve geleceğimize yönelik tehditlerle karşı karşıyayız" diyerek, tehlikeye dikkat çekiyor. Erdoğan, 26 Ağustos 2015'te muhtarlar ile konuşurken daha açık konuşmuş: "Türkiye tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor." 13 Ağustos 2015'te Erdoğan muhtarlar ile konuşurken ise şöyle demiş: "Terör örgüt 2013'ten beri, kendi aklınca devleti oyalayarak tahkimat yoluna gitmiştir...Tamamen yığınak yapıyorlar, yığınak, Suriye'den yığınaklar yapılıyor. Niçin? Yarınlara."

Erdoğan, Davutoğlu, Arınç tehdidin bu kadar büyük olduğunu söylerken, 2015 başında ne yaptılar? Bu konuda cevabı Saygı Öztürk, 10 Mayıs 2015'te Sözcü gazetesinde şöyle vermiş: 29 Nisan 2015'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında toplanan Millî Güvenlik Kurulu'nda, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'ne son şekli verilmiştir. Yapılan bu değişiklik ile PKK'nın adı iç tehdit bölümünden çıkarılmıştır. Öztürk'ün makalesi şöyle bitiyor: "Hükümetin talimatıyla Genelkurmay, istihbarat da operasyon da yapamıyor. Bölgenin askersizleştirilmesi ve PKK'nın "yerel silahlı kuvvetler" olarak görevlendirilmesine adım adım gidiliyor. Siyaset belgesinin "iç tehdit" bölümünden PKK'nın adının çıkarılması, seçim güvenliğinin PKK'ya bırakılması da "çözüm süreci"nin işlediğini gösteriyor." Büyük bir açıklama bence bu.

Özetle, Türkiye'yi beka sorunu yani varlığı tehdit altında olma, parçalanma tehdidi altında bırakan süreç ise AKP'nin PKK ile sürdürdüğü müzakere sürecidir. Eğer AKP, PKK ile anılan teslimiyetçi müzakere sürecini sürdürmese idi, Türkiye bölünmenin eşiğine gelen bir ülke olmayacaktı. Nitekim Bülent Arınç da AKP'nin müzakere sürecinde ağır hatalar yaptığını itiraf ediyor. Arınç, TBMM'de yaptığı konuşmada MHP'nin ve CHP'nin açılım süreci ile ilgili yapmış olduğu eleştirilerin haklı çıktığını söyledi.

SORU: Beka sorunu yaşayan bir ülke seçimleri gerçekleştirebilir mi?

Ümit Özdağ: 7 Haziran seçimleri Güneydoğu Anadolu'da 1946 seçimleri gibi "açık oy-kapalı sayım" usulü yapıldı. Tam bir tek-parti/örgüt ortamı hâkimdi. Bunu bir muhalefet milletvekili olarak ben söylemiyorum. AKP Van Milletvekili 2. sıra adayı Prof. Dr. Ömer ÇAHA, seçimlerden sonra Star gazetesinde bölgede hâkim olan PKK/HDP şiddet, terör ve baskı mekanizmasını çok iyi tahlil etmiştir. Esasen devletin olmadığı yerde demokrasinin olması mümkün değildir.

Şimdi Erdoğan, 1 Kasım seçimlerinin 7 Haziran seçimleri gibi olmayacağını söylüyor. Öncelikle sorulması gereken soru; neden 7 Haziran seçimlerinde Güneydoğu Anadolu'dan devletin çekilmesine ve terör örgütünün hâkim olmasına mani olmadınız? İstihbarat örgütlerinin raporlarını neden ciddiye almadınız? TSK'nın uyarılarını neden göz ardı ettiniz? Şimdi, Erdoğan bu sefer bölgeye hâkim olacağız diyor. Bunun nasıl olacağını merak ediyorum. Çünkü, bölgede PKK terörü bir dalga halinde yükseliyor. PKK'nın terör dalgası yükselirken, her an terörün ayaklanmaya dönüşme şansı var. Halen bir çok ilçede PKK, kamp kurmuş durumda. Önümüzdeki 2 ay içinde PKK terörü gerçekten mücadele edilmediği için tırmanabilir. İstihbarat raporları 12 ilçede PKK'nın ayaklanma hazırlığı içinde olduğunu söylüyor. Hakkâri merkez, Yüksekova, Şemdinli, Şırnak Cizre, Silopi, Mardin Nusaybin, Kızıltepe, Ağrı Doğubayazıt, Şanlıurfa Suruç, Diyarbakır Silvan, Lice, Muş Varto ve Bulanık her an patlayabilecek durumda. Beytüşşebap ilk adımın atıldığı ilçe olabilir. Ben Ahmet Takan'ın iyi bir okuyucuyum. Takan'ı okumadan güne başlamak Türkiye'nin en iyi terör istihbarat ve analizinden mahrum kalmak anlamına gelmektedir. 

Soru: Sadece Güneydoğu Anadolu'da mı terör eylemi bekliyorsunuz?

Ümit Özdağ: Hayır, Türkiye'nin bir çok yerinde mümkün. Öncelikle İstanbul, Ankara ve İzmir'in hedef olduğunu düşünüyorum. Hatay, Gaziantep, Kilis de hedefler arasında. Ancak bakın Ankara 10. Sulh Mahkemesi, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün başvurusu üzerine 23 Ağustos'tan itibaren 30 gün süre ile Çankaya ilçesinde polise aralıksız üst, araç, umuma açık yerleri ve özel evrak araması yapma izni verdi. Bunun Türkçesi Ankara'da büyük bir saldırı bekleniyor.

Soru: MHP'nin tırmanan terör süreci ve erken genel seçimler ile ilgili politikası nedir?

Ümit Özdağ: MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli erken genel seçim yapılmasına PKK terörünün ulaştığı boyut ve IŞİD terörünün vermesi muhtemel ağır hasarlardan dolayı karşı çıktı. Bu seçimleri Türkiye için zehir olarak nitelendirdi. Bahçeli, bu seçimlerin gerçekleşebilmesi ve Türkiye'yi zehirlemesinin engellenmesi için sıkıyönetimin Türkiye'nin düşünülmesi gereken bir seçenek olduğunu söyledi. Davutoğlu, Sayın Bahçeli'yi sıkıyönetim talebinden dolayı sert şeklinde eleştirdi. Oysa sıkıyönetim antidemokratik değil, anayasal bir müessesedir. Sıkıyönetim olmaz olağanüstü hal olur. Ancak bölgede olağanüstü bir halin yaşandığını zaten "Cumhuriyet tarihinin en kritik döneminden geçiyoruz" diyen Erdoğan ve "Türkiye beka sorunu yaşıyor" diyen Davutoğlu zaten kabul etmiyorlar mı? Üstelik, Güneydoğu Anadolu bölgesinin PKK'nın eline geçmesine müsaade eden bir başbakan neden TSK'nın geçici olarak sıkıyönetim ile idareyi almasına bu kadar sert tepki gösteriyor? Demokrasiden dem vuruyor. Hangi demokrasi üstelik? Devlet olmadan demokrasi olmaz.

Peki, Sayın Bahçeli'nin dile getirdiği sıkıyönetime ihtiyaç var mı? Olmasa sokağa çıkma yasağı veya askeri bölgeler neden ilan edilsin. Demek ki, Sayın Devlet Bahçeli'nin sıkıyönetim ile ilgili uyarısı doğru ve yerindedir. Davutoğlu, öyle ise neden sıkıyönetime karşı çıkıyor? Bu noktada söylediğim şeyin ağırlığının tamamen farkında olarak söylüyorum. Eğer sıkıyönetim ilan edilir ise TSK'nın PKK ile gerçekten mücadele imkânı ortaya çıkar. Oysa Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, gerçekten PKK ile mücadele edilmesini, PKK'nın ağır bir tasfiyeye uğramasını istemiyorlar. Bundan dolayı sürekli PKK'ya "silahlı güç" diyerek, sınır dışına çekilmesini istemektedirler.

Soru: PKK ile ciddi şekilde mücadele edilmiyor mu?

Ümit Özdağ: Hayır, Türk Hava Kuvvetleri'nin Kuzey Irak'ta yaptığı ve başarılı olan operasyonlar dışında, başarılı olan bir kara operasyonu yok. Aslında çok detaylandırmaya gerek yok. 19 Ağustos'ta Siirt/Pervari'de şehit düşen Uzman Çavuş Hakan Aktürk, Güneydoğu Anadolu'da terörle mücadelenin, daha doğrusu mücadelesizliğin özünü şöyle ifade etmektedir: "Dağa asker çıkmadığı sürece bir sonuç alınamaz. Defansta duran takım, elbette gol yemeğe mahkûmdur. Arslanları bağlamışlar birliğe, dağ, taş köpeğe kalmış. Daha zamanı gelmedi mi?" Bu tespiti yapan genç askerimiz bu savunma merkezli anlayışın sonunda hedef haline gelmiş ve şehit olmuştur. AKP iktidarı vali ve jandarma alay komutanlarına PKK'lılar ateş etmediği sürece ateş etmeme emri vermiştir. Ateş edenler hakkında soruşturma açılacağı baskısı yapılmaktadır. Kara Kuvvetleri birlikleri PKK ile mücadeleye sokulmamaktadır. Kara Kuvvetleri'nin mücadeleye sokulmaması, bazı durumlarda şehit vermemize neden olmaktadır. Detaylarına girmeyeceğim, ancak 30 Temmuz 2015'te Şırnak/Akçay'daki Gömeç ve Sesli üs bölgelerinde yaşanan elim olaylar bunun sadece bir örneğini oluşturmaktadır.   

Soru: HDP'nin başarılı olacağı seçimleri PKK neden engellesin?

Ümit Özdağ: Cevabı açıktır: Bütün dünyaya gücünü sergilemek için. PKK açısından HDP'nin ne kadar güçlü olacağı değil, PKK'nın ne kadar güçlü olacağı önemlidir. Türkiye'nin değişik yerlerinde kantonlar açıklamak, dünya kamuoyunun dikkatini Türkiye'ye yönlendirmek, ABD, AB ve BM'yi Türkiye'ye müdahale etmeye çağırmak, PKK için büyük bir güç sergilemesi olacaktır. Ayrıca terör örgütü, birkaç kentte yaşanacak kent savaşının, Türk kamuoyunda kırılma ve teslimiyet yaşanmasına neden olacağı tahlilini de yapmaktadır. 

Öte yandan önümüzdeki süreçte AKP'nin yalvarması ile Öcalan barış çağrısı yapabilir. PKK bir süre bu çağrıyı "Başkan aslında şöyle demek istedi" diyerek yorumlayacak, vakit kazanacaktır. Eylül ortası Ekim başı Suriye'de IŞİD'e karşı kara operasyonu için PKK Türkiye'de eylemlerini sona erdirmese de azaltabilir. PKK, AKP'den güvenlikli bölgeye girmesine izin verilmesi için baskı yapabilir ya da "terör tırmanır" tehdidinde bulunabilir.  Seçimler; ABD'nin PKK'ya yoğun baskısı sayesinde, PKK'nın terörü seçimden 1 ay veya 1 hafta önce durdurması ile yapılabilir. Ancak bu özgür seçimlerin olabileceği anlamına gelmez. Önümüzdeki dönemde Güneydoğu'da HDP hariç hiçbir partinin adaylarının can güvenliği yoktur. Kasım'da G 20 toplantısı için Türkiye'ye gelecek olan Obama'nın PKK ile Türkiye'yi tekrar müzakerelerin başlaması için ikna etmeye çalışacağından da bahsedilmektedir.

Soru: Erdoğan seçimleri erteleyebilir mi?

Ümit Özdağ: Bugün alınan önlemler Güneydoğu Anadolu'nun büyük bir bölümünde seçim propagandasının yapılmasını imkânsız hale getirecek ve böylece seçilme hakkını ortadan kaldıracaktır. Yani seçim sadece oy kullanmak değildir. Seçilmek için çalışmak da oy kullanmak gibi seçimin bir parçasıdır. Gelelim seçimlerin gerçekleşmesine; eğer bugün sürdürülen yaklaşım devam eder ve PKK eylemleri tırmanır ise seçimlerin yapılması mümkün olmaktan çıkar. Birileri bunu seçimleri iptal etmek için mi yapıyor, bunu bilmiyorum.

Soru: Son bir soru ile bitirelim. MHP bu seçimlerin gerçekleşmesi halinde seçimlerden nasıl bir sonuç bekliyor.

Ümit Özdağ: Erdoğan Türkiye'yi seçimlere götürürken, PKK'yı geriletip Güneydoğu Anadolu'dan oy almayı bekledi. Ancak PKK ile gerçekleşecek gerçek bir mücadelenin maliyetini üstlenmeye cesaret edemedi ve 1 Kasım seçimlerinde de HDP'nin Güneydoğu Anadolu'da oylarını muhafaza edeceği hatta yükselteceği gerçeğini kabul ederek seçimlere gitmek zorunda kaldı. CHP'den de oy gelmesini beklemiyor. Erdoğan ve AKP, 1 Kasım seçimlerinde "tek başımıza gelmez isek istikrarsızlık ve kaos hâkim olur" sloganına dayanan bir tehdit stratejisi ile hareket edecek. İstikrarsızlık korkusu, basın ve sermaye üzerinde kurulacak baskılar ile seçmen üzerinde bir güç baskısı kurulacaktır. İstikrarsızlık korkusunu "AKP, PKK ile savaşıyor" görünümlü propaganda ile destekleyecek. Hedefleyeceği seçmen ise MHP seçmeninin bir bölümü olacak. Şimdi, bir beyin fırtınası yapalım; PKK ile savaşır gibi yapar ve aslında savaşmayıp Güneydoğu Anadolu'da seçmeni PKK/HDP'nin inisiyatifine bırakma karşılığında PKK'dan seçim kazanmaya yönelik bir şov yardımı istemek mümkün mü? Bence mümkün. Hatta böyle bir şovun hazırlandığının bilgileri sızmaya başladı. MHP'ye karşı başka psikolojik operasyonlar yapılacak mıdır? Her şey mümkün. MHP bunları aşar.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.