ZAZAKİ KÜRTÇESİNDE EDEBİYATIN TARİHSEL GELİŞİMİ ÜZERİNE...
Ürgen Tepe, lisans tezi hazırlama çalışması çerçevesinde Newepel gazetesi editörü yazar Roşan Lezgîn ile konuştu.
17 Mart 2014 Pazartesi 12:58
“Dilin Standardizasyonu Ve Basın: Kürtçenin Kırmancca Lehçesinin Standartlaşma Çabaları Ve Newepel Gazetesi” başlıklı lisans tezimi hazırlama çalışması çerçevesinde Newepel gazetesi editörü ve redaktörü yazar Roşan Lezgîn ile bir röportaj gerçekleştirdik. Lezgîn, Kürtçenin Kırmancca (Zazaca) lehçesinin yazımından standardizasyonuna, Vate Çalışma Grubu’ndan Kırmancca üzerine yapılan tartışmalara, Newepel gazetesi ve daha birçok konuda doyurucu cevaplar verdi… (Ürgen Tepe- Ege Üniversitesi – İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü)
* * *
Kırmancki, Kurmanccadan neden daha sonra standardize edilmiştir? Geç dönemde yazıya geçmesini nelere bağlıyorsunuz?
Kürtçenin Kırmancca (Zazaca) lehçesini standartlaştırma çalışmaları Kurmancca lehçesinden çok da geç başlamış değildir. 1983 yılında Paris’te kurulan Kürt Enstitüsü çalışmaları çerçevesinde 1987 yılından oluşturulan “Kurmancî Komisyonu” kimi çalışmaları başlatmış. Kırmancca (Zazaca) lehçesini standartlaştırma çalışması ise 1996 yılında İsveç’te başladı. Görüldüğü gibi, tarihsel perspektiften baktığımızda her iki lehçede kurumsal olarak standartlaştırma çalışmaları aynı dönemde başlamıştır diyebiliriz. Kaldı ki Kürt ulusu içerisinde Kurmanc grubu nüfus olarak en kalabalık olduğundan, ayrıca belli bir edebi birikime sahip olmaktan kaynaklı olarak Kürtlerin kurduğu birçok kurum, örgüt veya partinin kullandığı dil ağırlıklı olarak Kurmancca lehçesi olmuştur. Hatta Kurmancca lehçesi “Kürtçe”ye teşmil edilmiştir. Bundan dolayı Kırmancca (Zazaca) lehçesini standartlaştırma çalışmalarının Kurmancca lehçesinden beş-on yıl sonra başlamış olması doğaldır.
Kaldı ki bu çalışmalardan hangisi daha etkili olabilmiştir, yaygınlık göstermiştir diye baktığımızda, Kırmancca (Zazaca) lehçesindeki çalışmalar Kurmanccaya nazaran daha belirgin bir şekilde hem yaygınlık göstermiş hem etkili olmuştur. Bunun birçok farklı nedeni vardır. Kurmanc grubu, işte Türkiye devleti siyasi/idari sınırları içerisinde, aynı şekilde Irak, Suriye, İran, Ermenistan ve hatta Kırgızistan gibi farklı idari/siyasi yapılar altında yaşamalarından dolayı dilsel/yazınsal çalışmalar da aynı şekilde farklı zamanlar ve merkezler şeklinde gelişmiştir. Buna iç siyasi farklılıkları da ekleyebiliriz. Örneğin, Paris Kürt Enstitüsü’nün Kurmancca lehçesini standartlaştırma çalışmaları saymaya çalıştığım farklı bölgelerde gelişen Kurmancca yazınına yeterince etki yapamadı. Ama siyasal aidiyetten dolayı Kuzey Kürdistan’da gelişen Kurmancca yazını üzerinde de pek etkili olamadı. Paris Kürt Enstitüsünden daha farklı bir siyasal angajmanda gelişen İstanbul Kürt Enstitüsü’nün yazım kuralları bazı yerde “Kurmancî Grubu”nun önermeleriyle uyuşmuyor. Buna karşılık 1996 yılından bu yana Kırmancca (Zazaca) lehçesi üzerinde çalışan Vate Çalışma Grubu, bu lehçenin yazım kuralları konusunda tek merkez olarak etkili olmuş, önermeleri gelişen yazınsal çalışmalarda uygulanmıştır diyebiliriz. Yani şunu söylemek istiyorum, Kırmancca (Zazaca) lehçesini standartlaştırma çalışmaları geç başlasa da, daha derli toplu ve etkilidir.
Kırmancca (Zazaca) lehçesinin yazıya geçmesi Kurmancca lehçesine nazaran geciktiğini söyleyebiliriz. Kurmancca lehçesindeki edebiyat Elî Herîrî’den (1009–1077) başlatılıyor. Buna karşın, bilinen en eski Kırmancca (Zazaca) edebiyat eseri, Ehmedê Xasî’nin (1867–1951) 1899 yılında Diyarbekır’de basılan Mewlûdê Kirdî adlı eserdir. Eğer Herîrî’nin yaşadığı dönem doğruysa arada 800 yıl kadar bir zaman vardır. Kaldı ki bu 800 yıl kadar bir zamanda Kurmancca lehçesinde onlarca etkili şair yaşamış ve çok önemli eserler bırakmıştır. İşte Melayê Cizîrî (1566–1640), Feqîyê Teyran (1590–1660), Ehmedê Xanî (1651–1707) bunlardan sadece birkaçıdır.
Düzyazıda da durum bundan daha iyi değildir. Mela Mehmûdê Bazîdî’nin (1797–1867) 1856 yılında öykü şeklinde yazdığı “Mem û Zîn”i değil de 1913 yılında Rojî Kurd dergisinde yayımlanan Fuad Temo’nun “Şewêş” adlı öyküsünü ilk Kurmancca öykü olarak kabul etsek, Malmîsanij’ın yazdığı ve 1980 yılında Tîrêj dergisinde yayımlanan ilk Kırmancca (Zazaca) öykü olan “Engiştê Kejê” (Kejê’nin Parmakları) adlı öykü arasında 67 yıl gibi bir zaman vardır. Erebê Şemo’nun (1897–1978) yazdığı ilk Kurmancca roman olan “Şivanê Kurmanca” 1935 yılında yayımlandı. Ama ilk Kırmancca (Zazaca) roman 2000 yılında yayımlandı, arada 65 yıl gibi bir zaman vardır.
Gazete ve dergilerde de durum aynıdır. İlk Kürt gazetesi olan Kurdistan Kurmancca lehçesiyle 22 Nisan 1898 yılında yayımlandı. Ama ilk Kırmancca gazete olan Newepel 15 Mart 2011 tarihinde yayımlandı. İlk Kurmancca dergi olan Hawar’ın ilk sayısı 15 Mayıs 1932’de yayımlanırken ilk saf Kırmancca (Zazaca) dergi Vate ise 1997 yazında yayımlandı.
Kırmancca’nın yazınsal alandaki gecikmişliğini veya Kurmanccanın gelişmişliğini açıklamak için gerilere gitmek gerekir diye düşünüyorum. İslam dini yayılmadan önce Kürtlerin, bir veya iki eski İranî dine mensup olduklarını düşünüyorum. İslamiyet’in yayılması Kürt toplumsal yaşamı üzerinde tahmin edilenden daha fazla bir etkiye sahiptir. Kanımca Kürtlerin bir kesimi İslamiyet’i kabul etmekte direnirken diğer bir kısmı gönüllü olarak kabul etmiştir. Diyarbekır’in fethi (639 yılında) sırasında Silvan kalesinin kapılarını tebaa olan bir grup İslam ordusuna içeriden açmıştır. Bunlar, Ermeni kral Büyük Tigran (MÖ 140–55) zamanında Kürdistan’ın içlerinden, Hakkâri bölgesinden getirtilip Silvan civarına yerleştirilen ve tebaalaştırılmış Kurmanc Kürtler olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu coğrafyada İslamiyet’in güçlenmesi ile Müslümanlaşan Kürtlerin güçlenmesi paralel yürüdüğü görülüyor. Örneğin, bir süre sonra merkezi Silvan olan Mervani devleti (983–1085), yine daha kuzeyde Şeddadî devleti (951–1174) gibi Kürt devletleri, mirlikleri kuruldu. Bu kez daha önce egemen olan Ermeni, Asuri gibi Hıristiyan topluluklar tebaa oldu. Bu devletler döneminde gelişen Kurmancca lehçesiyle yapılan eğitim (medrese eğitimi) günümüze kadar devam etti. Soranî Kürtçesinin yazıya geçmesi de yine medreseyle ilgilidir. Babanî Kürtlerinden İbrahim Paşa 1783 yılında Süleymaniye şehrini kurduktan sonra, Soranî lehçesiyle eğitim ilk kez orada kurulan medresede başladı. Soranî lehçesindeki edebiyatın öncüsü Nalî (1798–1878) bu medresede okudu.
Sekizinci yüzyılda Lur ve Gorani lehçesinde oluşan edebiyat ise daha çok dini (Yaresan goranîleri) deyişlerdir. Sonradan derlenip yazılı hale getirilmiş olsalar da aslında sözel kültür eserleridir bunlar. Ama ilginçtir bu her iki lehçe de daha sonra yazıya geçemedi. Daha yeni yeni bir şeyler yazılıyor.
Kırmanclara (Zazalara) gelirsek, çoğunun dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde, Abbasi iktidarının güçlendiği dönemde, dini nedenlerden dolayı ortaya çıkan karışıklıktan dolayı iki koldan Kuzey Kürdistan’ın yüksekliklerine göç ettiklerini düşünüyorum. Örneğin, benim atalarım Bağdat taraflarından gelerek Botan Cizre’sine, oradan Diyarbekır ovasına, oradan da Lice-Genc arasındaki dağlık alana yerleştiklerini anlatırlar. Daha sonra oradan etrafa dağıldıklarını, örneğin Mazıdağ bölgesine, Karacadağ tarafına grup halinde gidenlerin olduğu, oradan da başka yerlere göç edenlerin olduğu anlatılır.
Yani şöyle ki, ilk başlarda İslam’ı yaymaya çalışan İslam ordusu şimdiki Bağdat şehrinin kuzeyinden başlayarak Kırmanşan bölgesine kadar olan alanda yaşayan eski dinlere mensup Kürtlere, yine Farslara yönelik çok sert davrandı. Daha sonra Kürtler, iktidarda olan Emevilere karşı Abbasileri desteklediler. İşte Emevi iktidarı yıkılıp Abbasi iktidarının da daha tam yerleşmediği ara dönemde, baskıya uğramış Kürtlerin eski dinlerini reorganize ettikleri anlaşılıyor. Örneğin Babek’in (795–838) öncülük ettiği direnişler dini nedenlerdendir. Harun Reşid (763–809) döneminde bir muamma gibi görünen Kürt Bermekilerin tasfiyesinin de bu gibi dini nedenlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Günümüzde Kırd, Kırmanc, Dımıli veya Zaza diye adlandırılan toplumsal Kürt grubunun, dini nedenlerden dolayı iki koldan Kürdistan’ın kuzeyindeki dağlara sığınmış olabilirler. Hatta bu “Kırdas” adlandırmasının da bu dönemde ortaya çıktığını tahmin ediyorum. Yani doğu veya orta Kürdistan’dan, güneydoğusundan gelip Kuzeyde yaşayan Kurmanc Kürtleriyle karşılaştıklarında onlara “Kırdasi” dediklerini sanıyorum.
Van Gölü’nün yukarısından gelenler Fırat nehrinin kuzeyinde, Dersim’in karanlık ormanlarında kaldılar. Bunların, hala Müslümanlaşmadıkları, eski dinlerini korudukları biliniyor. Botan Bölgesinin batısından, yani Cizre üzerinden gelenler ise, 1000’li yıllardan başlayarak kademe kademe Müslümanlaştılar. Örneğin, Pir Mansur’un Diyarbekır bölgesine gelmesi, Şeyh Ali Septi’nin (1777–1870) Palu’ya yerleşmesi, Kırd (Zaza) Kürtlerinin Müslümanlaşmasında önemli dönüm noktalarıdır. Müslümanlaşma sürecinin, 20. yüzyıla kadar devam ettiğini düşünüyorum. Örneğin, Akdağ çevresinde yaşayan kimi bölgelerin, Şeyh Selahaddin’in 1950-60’lı yıllardaki çabaları sonucu tam olarak Müslümanlaştıkları biliniyor.
“Alevilik” diye adlandırılan ama aslında “Yaresan” (Ehli Hak) olan dine mensup Dersim Kırmancları arasında yazıya yönelik bir kuşku hep vardı. Yaresan dini, zaten dikey hiyerarşiden ziyade yatay bir sisteme sahip kırsal alan dinidir. Bu nedenlerden dolayı Müslümanlaşmamış Kırmanclar arasında yakın döneme kadar herhangi bir eğitim kurumuna rastlamıyoruz. Fırat’ın güneyinde, bölge bölge Müslümanlaşmış yerlerde ise, ya medreseler pek yoktu yada oldukça kökleşmiş bir geleneğe sahip olan Kurmancca lehçesiyle eğitim yapılıyordu. Öte yandan, Kırmanclar (Zazalar) ağırlıklı olarak kırsalda yaşayan bir gruptur. Oysa yazı dilinin daha çok şehir yaşamında geliştiğini biliyoruz. İşte genel olarak bu ve kimi daha farklı nedenlerden kaynaklı olarak Kırmancca (Zazaca) geç bir dönemde yazıya geçmiştir.
Son yüzyıldaki gecikmesi ise zaten Türk baskısından olduğu biliniyor. Henüz Cumhuriyet kurulmadan, daha Abdülhamit döneminde Kürtçe yazın ve kitaplar yasaklanmaya başlanmıştır. Cumhuriyet döneminde ise, örneğin Diyarbekır’de 1950’lere kadar “kabahatler kanunu”na göre konuşulan her Kürtçe sözcük başına para cezası kesiliyordu. Ben kendim en son Ekim 2001 tarihinde sadece Kürtçe yazıyorum diye ağır işkencelerden geçtim, evim basıldı, arşivime, kitap ve dergilerime, yazınsal çalışmalarıma el konuldu ve bir daha da geri verilmedi. Kırmanclar (Zazalar) sadece Türkiye siyasi/idari sınırları içerisinde yaşadıklarından başka bir yerde de herhangi bir yazınsal çalışma olmamıştır. İşte yeni yeni gelişmeye çalışmaktadır ama bu kez daha farklı sorunlar çıkıyor.
Kırmanccanın hangi sorunları vardır?
Kırmanccanın yaşadığı temel sorun kaybolma tehlikesidir, yani yaşama mücadelesidir. İçyapısıyla, sistemiyle ilgi sorunlar, kullanırlık durumu, örneğin bir medya dili, eğitim dili olması konuları da çok önemli sorunlardır ama temel sorun yaşama sorunudur. Tabi “gecikmişlik” zaten başlı başına bir sorundur.
Bilindiği gibi, farklı dilsel ve dinsel toplumsal gruplardan oluşan Kürtler, çok kalabalık bir millet olmalarına rağmen kendi toprakları üzerinde başka milletlerin idareleri altında yaşamaktalar. Öteden beri egemen milletlerin tahakkümünden, baskısından kurtulmak için çaba içerisinde olmalarına rağmen kendilerini rahatlatacak bir duruma ulaşmış değiller. Bundan dolayı, özellikle Kırmancca (Zazaca) lehçesi yok olmayla karşı karşıyadır. Ağır bir dejenerasyona hedef olmuş, asimile olmuş Kırmanc grubunda dili sahiplenme, geliştirme bilinci yetersizdir. Egemen ulus yönetimi ve kimi odaklar, politikaları doğrultusunda özellikle Kırmanc (Zaza) toplumunda milli bilinci zayıflatmak, dolayısıyla dil bilincini yaralamak, kimlik bunalımı yaratmak için çeşitli faaliyetlerde bulundukları bellidir.
Tam bu bağlamda “Kırmancki ayrı bir dildir” tartışmaları konusunda ne düşüyorsunuz?
Bu tartışmalar, gerçekten bilimsel tartışmalar değil, daha çok bir nevi propaganda şeklinde dillendiriliyor. Yani öyle İranî dillerden söz ederek, birkaç dipnot ekleyerek herhangi bir yazı veya sözüm ona tespit bilimsel olmaz. Bu gibi söylemleri demin anlatmaya çalıştığım egemen ulus politikaları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Örneğin, bu tür tartışmalarda veya yazılan çizilenlerde “dil nedir”, “lehçe nedir”, “millet nedir” tanımları yapılmıyor. Öte yandan, bu tür tartışmalarda Kürtçenin tüm lehçeleri ve her bir lehçe bütünlüklü olarak ele alınmış, Kürtçenin dilsel yapısı tamamen ortaya konulmuş değildir. Dilin gramer yapısından, dilsel sisteminden de söz edilmiyor. Ne yapıyorlar? Birkaç izole sözcüğü, en çok on veya yirmi Kırmancca ve Kurmancca sözcüğü alıyorlar, keyfi karşılaştırmalar yaparak, böylece zorlama farklar üreterek, işte bunlar farklı iki dildir deyip, sözüm ona hemen “Zazalar Kürt değildir” kanıtına ulaşmış oluyorlar! Bir de sabit bir ölçü olmayan “anlama/anlamama” durumunu öne sürerek yine zorlama bir şekilde buradan “ayrı dil” teorisini üretmeye çalışıyorlar. İşin ilginç noktası, bu gibi kişilerin bırakınız Türkçe asimilasyona karşı durmaları, buna yönelik en ufak bir itirazları, eleştirileri bile yoktur. Kırmanccanın (Zazacanın) sahiplenmesi ve gelişimi çabalarına da düşmanca tavır içerisindeler. Dolayısıyla ciddiye alınacak, cevap verilecek bir konu olduğunu düşünmüyorum. Yani “Kırmancca dil midir, lehçe midir” gibi bir soruyu soru olarak bile ciddiye almamak gerekir ama hani belki gerçekten masumane merak edenler vardır diye söylüyorum.
İnsan toplulukları tarihin derinliklerinde milletleşmiş, dilleri bağımsızlaşmış. Bu saatten sonra kimi sözcük farklılıklarıyla millet icat edilemez. Öte yandan sadece Kürtlerin değil daha başka birçok milletin dili aynı zamanda onlarca farklı lehçe ve şiveye sahiptir. Bir dilin farklı lehçelerini konuşanlar ayrı ayrı milletler değil, bir milletin ayrı ayrı toplumsal grubudurlar. Öte yandan lehçeler arasında elbette önemli dilsel farklılıklar olacaktır. Kürtçeyi oluşturan lehçelere, kollara baktığımızda, örneğin Kurmancca ile Kırmancca lehçelerini karşılaştırdığımızda gerek gramer kuralları açısından, gerek dilsel sistem açısından, gerekse de sözcük yapısı ve kökeni açısından yüzde seksen ortak özelliklere sahiptirler. Kaldı ki toplumsal yapı olarak, tarihsel, siyasal, sosyal ve kültürel olarak Kürt toplumsal grupları arasında herhangi bir ayrılık veya fark yoktur. Aynı ortak tarihe, aynı vatan bilincine, aynı millet kimliğine ait oldukları zaten ortadadır.
Vate Çalışma Grubu’nu anlatır mısınız, kimlerden oluşuyor, ne yapıyor?
Eylül 1980 darbesi döneminde Türkiye’de Kürtlere yönelik süregelen baskılar; işkenceler, kovuşturmalar, tutuklamalar çok yoğun bir hal alınca birçok Kürt aydını çeşitli Avrupa ülkelerine sığınmak zorunda kaldı. Avrupa’da gruplaşan Kürt aydınları, faaliyetlerini biraz daha millileştirerek çeşitli yayın organlarıyla Kürtçeyi (Kurmancca ve Kırmanccayı) yazın alanında ileri bir boyuta taşıdılar, önemli edebi eserler ortaya koydular. İşte bu çaba ve çalışmalar çerçevesinde farklı şehir ve bölgelerden bir grup Kırmanc Kürdü aydın ve yazar, yazılı Kırmanccanın önünü açmak, yazı dilinin sorunlarını çözmek, örneğin gramer ve imla kurallarını tespit etmek, yine yazı dilinde kullanılacak sözcük formlarını seçmek ve önermek için 1996 yılında İsveç’te toplanarak çalışmalara başladılar. Kendilerini “Vate Çalışma Grubu” olarak adlandıran bu grup, önceleri Avrupa’da ama daha sonra Türkiye’de gelişen yumuşama neticesinde ülkede devam etmek üzere çalışmalarını yılda iki kez toplanarak sürdürdüler. 2014 baharında 25. toplantılarını gerçekleştirecekler. Vate Çalışma Grubu çalışmalarının merkezinde Kırmancca (Zazaca) yazınının gelişmesinde çok önemli bir yeri olan M. Malmîsanij Hocanın olduğunu vurgulamak gerekir.
Vate Çalışma Grubu, 1997 yılından başlayarak bir kültürel dergi olan ve saf Kırmancca (Zazaca) yayın yapan Vate dergisini de yayımlamaya başladılar. Vate dergisinin 40. sayısı 2013 kışında yayımlandı. Ayrıca Vate Çalışma Grubu, bir imla kılavuzu kitabı olan Rastnuştişê Kirmanckî (Zazakî) ve Kırmancca (Zazaca)–Türkçe ile Türkçe–Kırmancca (Zazaca) sözlüklerini yayımlayarak Kırmancca yazımının önünü açtı.
Standardizasyonu anlatır mısınız, ne demek?
Kısaca şöyle anlatabiliriz. Konumuz çerçevesinde söz ettiğimiz standartlaştırma, herhangi bir sözcüğün birkaç farklı formu içerisinden en uygun olanını seçip yazı dilinde kullanılmak üzere tespit etmek ve önermektir diyebilirim. Bilindiği gibi bütün dillerde konuşma dilinde bir sözcüğün farklı formları olabilir. Bu formlar, bazen o kadar farklılaşır ki aynı kök seslerden oluşmasına rağmen farklı sözcüklermiş gibi görünebilirler. Örneğin Türkçedeki “bu gece”ye karşılık Kırmanccada “emşo, emş, imş, imşo, eşmo, işmo, emso, esmo, esmû, ismo” vb çok farklı formları vardır. Standardizasyon çalışmalarının en önemli ayağı mümkün mertebe her sözcüğün bu şekilde tüm farklı formlarını tespit ettikten sonra bunlardan bir tanesini yazı dili için seçip önermektir. Olmayan kavram ve sözcükler için ise, ya başka dillerden almak yada üretmek gibi bir çalışma da yürütülüyor.
Newepel Gazetesi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Newepel, 15 günlük kültürel gazete olarak 15 Mart 2011’de yayına başladı. Daha önce birkaç arkadaşla birlikte “temel olarak Kürt dili, kültürü ve sanatının, özellikle, Kürtçenin Kırmancca (Zazaca) lehçesi ve bu lehçeye ait kültür ve sanatın derlenmesi, korunması, gelişmesi, yaygınlaşması, yeniden üretilmesi ve kalıcılaşması” için Temmuz 2010’da Diyarbekır’de “Dil, Sanat ve Kültür Derneği” adında bir dernek kurduk. Dernek çalışmaları çerçevesinde dil kursları düzenlerken, Newepel gazetesini de çıkardık. İlk birkaç sayısını iki bin adet bastık ama daha sonraları biner adet basmaya devam ettik.
Gazete, başından beri 28 x 38 ebadında, 8 sayfa olarak çıkıyor ve şu an 61. sayısını basıma hazırlıyoruz. Kültürel bir gazete olduğu için, çeşitli haberlerden tutununuz kısa makalelere kadar, ağırlıklı olarak sanatçılarla yapılmış röportajlardan modern öykü ve şiirlere, derlenen her türlü sözlü folklorik eserden tutunuz dil derslerine, sözlük ve bulmacaya kadar çok farklı ve bir o kadar da dolu bir içeriğe sahiptir.
Newepel’in 60 sayısında 1300 kadar farklı içerikte yazı yayınlanmış. 164’ü erkek 21’i kadın toplam 185 kişi bizzat gazeteye yazı yazmış. Bunlardan 150 kadarı ilk kez Newepel gazetesinde Kırmancca (Zazaca) yazmıştır. Şimdiye kadar yüzlerce kişi ise, Newepel yayını çerçevesinde Kırmancca (Zazaca) okumayı öğrenmiştir. Bu açıdan bir karşılaştırma yaparsak eğer örneğin, uzun süredir yayın hayatını sürdürmekte olan ve ağırlıklı olarak Kurmancca lehçesiyle yayın yapan Azadiya Welat gazetesi 1994 yılında yayına başladı, 2006’ya kadar haftalık olarak, ondan sonra da günlük olarak çıkıyor. Şu an tirajı on bininin üzerindedir. Sadece Kırmancca (Zazaca) yazanlar açısından Newepel gazetesinin 60 sayısı ile Azadiya Welat gazetesinin şimdiye kadar 2500’e yakın yayımlanmış sayısıyla karşılaştırdığımızda Newepel’in gerçek başarısı görülecektir. Yani bizzat Newepel gazetesine yazanların sayısı 200’e yakın iken yirmi yılda Azadiya Welat gazetesinde Kırmancca (Zazaca) yazanların sayısı belki 30 kişiyi geçmez. İşte bu açıdan baktığımızda dünyada bu gibi örnekler var mıdır bilemiyorum ama kaybolma tehlikesiyle yüz yüze olan Kırmancca (Zazaca) söz konusu olunca, böyle bir kritik dönemde bunların çok önemli çabalar ve aynı zamanda önemli bir başarı olduğunu düşünüyorum.
Newepel gazetesinde yazmaya başlayanların önemli bir kesimi artık devamlı yazıyor. Bir kısmının kitapları yayımlandı. Bu açıdan Newepel gazetesi Kırmancca (Zazaca) yazınının gelişmesi, yaygınlaşması noktasında bir okul görevini gördüğünü söylersek hiç de abartı olmaz. Gazeteye yazı yazanlarla tek tek ilgileniyoruz. Yazılarını redakte ederken büyük bir çaba sarf ediyoruz, düzelttiğimiz her harf, sözcük veya cümleyi belli bir renkte işaretleyerek görmesi için yazara geri gönderiyoruz. Kendi yazdığı metin ile bizim üzerinde çalıştığımız metni ayrıntılı bir şekilde karşılaştırmasını öneriyoruz. Gerekli dikkati ve ilgiyi gösterenlere biz de daha fazla ilgi gösteriyoruz. Aslında aramızda gelişen ilişki bir süre sonra gerçek anlamda bir nevi okul ilişkisi gibi bir şey oluyor.
Redakte etme, yazıları düzeltme çalışması her kesin katlanabileceği veya yapabileceği bir çalışma değildir. Tamamen gönüllülük temelinde sürdürülen bu çalışma, çok özel gayret isteyen, adanmışlık ve sabır isteyen, yani dile yönelik sevgi, milliyete bağlılık olmazsa katlanılması bile çok zordur.
Demin Vate Çalışma Grubu’nun 1996 yılından bu yana Kırmanccayı standartlaştırma çalışmalarını sürdürdüğünü anlatmaya çalıştım. İşte bu çalışmanın gerçekten ne olduğu, Kırmanccaya nasıl bir katkı sağladığı veya sağlayacağı konusu kitlelerce bilinmiyordu. Marjinal bir grubun hobisel faaliyetleri gibi anlaşılıyordu. İşte Newepel gazetesi, Vate Çalışma Grubu’nun Kırmanccayı standartlaştırma çalışmalarının gerçekten ne olduğunu geniş kitlelere ulaştırdı, gösterdi. Newepel gazetesi ile yazılı Kırmancca (Zazaca) toplumun geniş kesimlerine ulaştı. Elbette daha öncesinde Kırmancca (Zazaca) olarak Vate dergisi çıkıyordu, kitaplar vardı, hatta kimi başka dergi veya gazetelerde ara sıra yazılar yayınlanıyordu ama bunlar medya dilini oluşturmaktan uzaktı. Yani Kırmanccanın basın dili, haber dili olması noktasında çok önemli gelişmeler kaydetti. Bunlar, tesadüfen, kendiliğinden olan çalışmalar değildir. En ince detayına kadar düşünülerek ortaya çıkmıştır. Bu açıdan Newepel gazetesinin rolü tarihidir.
Bu çalışmaları yaparken çok farklı zorluklarla karşılaştık elbette. Belki de Kürt toplumu içerisinde ilk kez sivil, bireysel çabalar sonucu bir gazete yayımlandı diyebiliriz. Çünkü Kürtlerde Newepel dışındaki yayın organlarının çoğu belli bir siyasi çevre tarafından çıkarıldığı biliniyor. Gazete yayını sürecinde birçok değerli insanın, okurun katkısı olmuştur, oluyordur. Ama devletten tutalım kimi baskın çevrelere kadar, hatta kimi hastalıklı, anlayışsız, dar görüşlü kişilerin sataşmaları, engellemeleriyle de karşılaştık diyebiliriz. Maddi açıdan da zorluklar yaşadık ama sonuç olarak elde ettiğimiz başarı tarihseldir. Örneğin, Kırmancca (Zazaca) üzerinde yapılacak tüm çalışmalarda artık Newepel gazetesi arşivi çok önemli bir kaynaktır. Tecrübe olarak da Newepel gazetesi süreci, farklı açılardan zengin verilerle doludur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.