YENİ PARTİ-DEVLET VE KÜRT MESELESİ
Sözün esirgendiği, eylemin terörize edildiği alacakaranlık bir dönem yaşıyoruz. Van milletvekili Aysel Tuğluk yazdı...
28 Şubat 2012 Salı 15:48
AKP'nin siyasal ve toplumsal sorunlar karşısında 'daha az devlet, daha çok demokrasi' yerine 'daha çok devlet daha az demokrasi' otoriterizmine yönelmesi, ülke ve toplum için yeni bir demokrasi krizidir
Uludere de öldürülen 34 kişinin acısı kolay unutulacak gibi değil.
Sözün esirgendiği, eylemin terörize edildiği alacakaranlık bir dönem yaşıyoruz. Devlet-iktidar alanı dışında kalan, kalmak isteyen herkes için her türlü risk söz konusu. Daha fazla söze ve daha fazla eyleme ihtiyacımız var. Çünkü birkaç ay sonra değil konuşmak, yazmak, düşünmek hatta yaşamak bile fena halde zor olacak.
Cumhuriyet tarihinin en ciddi demokrasi kriziyle karşı karşıyayız. Belki daha önemlisi, sorunlarımızı siyaset ortamında çözme fırsat ve imkanını da yitirmek üzereyiz. Kürt meselesinde “iç savaş”ın kıyısına vardık. Toplumsal barışımızı ve özgür demokratik geleceğimizi kazanmak ya da kaybetmek gibi en kritik dönemeçteyiz. Ara bir yol, ara bir seçenek, ara bir çözüm koşulları kalmadı. Türkiye ya demokratikleşecek ya da diktatörleşecek!
Herkes kaybeder
Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesi, bu ülkenin yakın ve uzak geleceğinin nasıl şekilleneceğini belirleyecek. Kürtlerin yalnız ama onurlu direnişinin tarihselliği tam olarak bu. Kimse kendini kandırmasın; Kürtler kaybederse herkes özgürlüğünden, demokratlığından, solculuğundan ve liberalliğinden kaybedecek!
O sebeple, söz ve eylem birlikteliğini de ifade eden demokratik siyasetin (toplumsal muhalefetin) “ne yapmalı” sorusuna ortak bir yanıt mutlaka olmalı. Çünkü özgürlük toplumsaldır ve artık tüm meseleler kollektiftir. Kürt meselesi daha da böyle. Düne göre geç kaldık söz ve eylem için. Yarına göre ise, tam vaktindeyiz!
İkiz cinayetler
Tarihte olup bitenler bugünü ilgilendirmekle kalmaz, belirleyici olma özelliği de gösterir. Tarihte yaşanan gerçeklikler bazı farklarla güncelde de var olur. Tıpkı Kürt meselesi gibi, Ermeni meselesi gibi... Geçmişe müdahale edemeyiz, böyle bir şansımız yok. Yüzleşebilir, hesaplaşabiliriz “hakikat” adına. Ancak bugüne müdahale edebiliriz, değiştirebiliriz, geleceğimizi kurgulayabiliriz: Hakikat temelinde tarihsel rolümüz bugünden başlar. Roboski katliamı ve Hrant Dink cinayeti sözün ve eylemin esirgenmemesi gereken iki cinayettir.
Roboski katliamı unutturulmaya çalışılıyor. Bize ısrarla “hata-kaza” deniliyor. Bunun bir strateji dahilinde “devlet” kararıyla yapıldığını anlatacağız. Bir özür bile dilenmemiş olmasının yeni “kaza”ların olabileceğine dair mesaj barındırdığını ifade edeceğiz. Hrant Dink cinayeti ile Roboski katliamı ikizdir. Biri Ermeni olduğu için öldürüldü, diğerleri Kürt olduğu için. İki öldürme de ideolojik, örgütlü ve siyasi amaçlıdır. İkisinin de faili farklılıklara tahammül göstermeyen, ötekileştiren, barış içinde bir arada eşit-özgür-demokratik yaşam ideali geliştirmeyen milliyetçi- tekçi-otoriter devlettir.
İki cinayet de “hata-ihmal” denilerek basitleştirilmektedir. Tarih bilinci ve toplumsal hafıza bu basit izahı kabul etmez, etmemeli. Bu ikiz cinayetin yüzyıllık tarihsel arka planı gözardı edilemez. Yüzyıllık inkar, imha ve ötekileştirme zihniyeti ile uygulamalarından bağımsız düşünülemez. Roboski katliamı ve Hrant Dink cinayeti (kararı dahil) ulus-devlet ideolojisinin ısrarla-zorla topluma dayatılmasının acımasız bir sonucu.
Devletin Kürt politikası, hakeza azınlıklara yönelik yaklaşımı, tarihsel ve güncel boyutuyla sorgulamadan bu cinayetlerin “derin”liği anlaşılamaz. Hiçbir toplumsal-siyasi sorun tarihinden kopuk, sadece güncel haliyle de ele alınıp çözümlenemez. Esas mesele şu: Türkiye’nin bütün sorunlarının kalbinde yer alan “devlet, toplum, demokrasi” olguları tartışılmadan ve özgürlükçü bir anlayışla yeniden tanımlanıp düzenlenmeden hiçbir siyasal ve toplumsal soruna kalıcı bir çözüm imkanı bulunamaz. Türkiye siyasetinin esas açmazı burada ve AKP de bu açmaza saplanıp kaldı.
AKP’nin başta Kürt meselesi olmak üzere siyasal ve toplumsal sorunlar karşısında “daha az devlet daha çok demokrasi” yerine “daha çok devlet daha az demokrasi” otoriterizmine yönelmesi, ülke ve toplum için yeni bir demokrasi krizidir. AKP kendince ve kendi iktidar çıkarlarına göre “devlet krizi”ni bu tercihle çözdüğünü düşünebilir. Ancak toplumsal özgürlük ve demokrasi krizini iyice derinleştirdi. Roboski katliamı ve Dink cinayeti ile mahkeme kararı sonrasındaki tutumu bu “devlet” tercihiyle alakalı bir durum…
Devletleşen AKP
Uzunca bir süredir AKP’nin devletleştiği ve kendi hegomonik sistemini kurduğunu ifade ediyorduk. Herkes Ergenekon’un en bitmiş takımıyla uğraştırılırken daha derin’lerde yeni bir sistem- statüko inşa ediliyordu. Son dönemlerde sıkça kullanılan “yeni Türkiye” söylemi, esasta “yeni devlet”in, yeni statükonun devrede olduğunun ilanıdır!
Cumhuriyetin kuruluş sürecine benzer bir dönem yaşanıyor. Aktörler değişse de roller aynı. Geçmişte cumhuriyet elitlerinin Kürtlerle önce ittifak yaparak, İlan’dan sonra dışlayarak yol açtığı demokrasi krizini bugün benzer uygulamalarla AKP derinleştiriyor. Ulus-devletçi ideoloji ve uygulamalar, giderek tek partili (fiili) hegomonik sistemin kurulması ve Kürtlerle girişilen savaş bir kez daha demokrasi adına tarihsel fırsatların kaçırılmasına neden oluyor.
AKP’nin referandumda iktidarını güçlendirmesi ve seçimlerde yüzde 50 oy almasından sonra önünde iki seçenek vardı: Ya devleti hukuki ve demokratik değişime tabi tutup cumhuriyetin demokratik dönüşümünü esas alacaktı ya da bürokratik- sivil-askeri yapı ile uzlaşarak devletin restorasyonuna yönelecekti. İkincisini tercih ederek, esas niyet ve karakterini göstermiş oldu.
AKP’nin devletleştiği tartışmalarını sadece Kürt meselesine yaklaşımından bir sonuca ulaştırmak mümkün. Gerçek şu ki; AKP şu an 1930’ların CHP’sinin rolünü kapmış durumda. Biliniyor, CHP bir devlet partisiydi. AKP ise, bugün bir parti devlete dönüştü. Başlangıç noktaları farklı olsa da, ikisi de parti ile devletin örtüştüğü bir duruma vardılar. Bu tür örtüşmeler istisnasız her zaman totaliterizme götürdü. Çünkü işgal edilen konumun kaybı kesinlikle yıkım demek olduğu için iktidarın berdevamı için her şeyi yaptılar. Mevcut yönetim tarzı ve uygulamalar da bundan ibarettir. “İktidar için her şey mübahtır!” slogan tanıdık geliyor mu?
Kırılma derin ve sarsıcı olacaktır
Demokratikleşme, sivilleşme lafları havada uçuşsa da gidişatın tam tersi bir yönde olduğuna ve olacağına dair yol işaretleriyle dolu bir süreçteyiz. 2012 yılı önümüzdeki 15-20 seneye damgasını vuracak kadar zor, gerilimli ve çatışmalı yaşanacak, “kırılma” kaçınılmaz. Türkiye siyaseti zaten yıllardır tarihsel bir açmaza saplanmış durumda ve bu açmaz iyice derinleşecek. Yılın daha ilk ayında yaşananlar bunun öncü sarsıntıları. Roboski katliamı, İmralı’da 6 aydır tecrit, Başbuğ’un tutuklanması, demokratik ve toplumsal muhalefete dönük baskılar, Kılıçdaroğlu hakkındaki fezleke ve cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili AKP içinde yaşanan tartışma ve çelişkiler sıradan olaylar değil. Devamı sert ve uç beklenmeli: AKP ön alarak pozisyonunu güçlendirmeye ve psikolojik üstünlüğü sağlamaya çalışıyor.
Stratejik hamlelerin ortamı hazırlanıyor. Özellikle Kürt meselesinde bütün kartların oynanacağı ve olabilecek her şeyin yaşanacağı, şiddetin sahne alacağı bir döneme tanıklık edeceğiz ne yazık ki...
Siyasal parçalanma
Tarafların birinin merkezinde AKP var. Diğer tarafsa, merkezinde Kürt siyasetinin olduğu bir ağ. Eski Kemalist elitler de bütün hesaplarını bu çatışmaya bağlamış durumda. Mevcut pozisyonlar değişmediği sürece (ki, öyle görünüyor) şahsi öngörüm; taraflardan birinin yenilgiye uğramasının kaçınılmaz olduğu. Bu, ara seçeneğin olmadığı bir durum.
“Mutlak iktidar için mutlak zafer” isteyen AKP yönetimi, Kürt siyasetini yenilgiye uğratmak için uzlaştığı, dahası kendisi olduğu devletin tüm olanaklarını kullanarak güvenlik stratejisine yöneldi. KCK tutuklamalarından İmralı’nın tecrite alınmasına, askeri operasyonlardan ideolojik psikolojik harbe kadar devletin tüm enstrümanları devreye konuldu. İç siyasetinden adaletine, dış politikasından iç demokrasisine kadar her şey Kürtlerin aleyhine yeniden düzenlendi. Geldiğimiz nokta, Roboski katliamıdır! Israrla “hata-kaza” değildir diyoruz. Kürt siyasetini yenilgiye uğratmak için her şeyin yapılabileceğinin ilk uygulamasıdır.
Kürtlerin yeni mecrası
Türkiye’nin demokratikleşme süreciyle Kürt meselesinin demokratik çözümü arasında kopmaz bir bağ var. Biri olmadan diğeri olmuyor. Cumhuriyet tarihi bunun kanıtı. O nedenle ki, Kürt meselesini şiddetle halletmeye yönelmiş her siyasi iktidarın vardığı, varacağı yer, otoriter devletçi yönetim tarzıdır. AKP’nin yaşadığı süreç de budur. Başka türlü de devlet olmazdı zaten. Sivil-asker bürokratik yapı ile uzlaşılarak kazanılan “devlet” kimliği ve karakteriyle AKP yönetimi, Kürt meselesine siyaset zemininde demokratik-barışçıl çözüm bulma imkan ve kabiliyetini büyük ölçüde yitirdi. Üstelik yeni entegre strateji ve uygulamasıyla Kürt meselesi diğer tüm boyutları bir tarafa, artık bir halkın kültürel varlığı-yokluğu meselesine dönüştü.
Bundan sonra olacak olan
AKP iktidarı, bölgedeki konjonktürü ve ABD’nin desteğini fırsat bilerek hızla yöneldiği ulus-devletin restorasyonunu, popülizmle yeniden tanımlayarak sürdürecek. Bunun geçici (konjonktürel) bir durum olduğunu düşünenler yine yanılacak. “Yeşil faşizm” olarak kavramlaştırılan, yeni Türk İslam sentezi ideolojisiyle, sivil-asker iktidar ilişkisiyle, Kürt kimliğine ve kültürel varlığına dönük güvenlikçi yaklaşımıyla ve demokratik muhalefete yönelik otoriter- baskıcı tutumuyla yeni ulus-devlet AKP yapımcılığıyla gösterimde!
Buna karşılık Kürtler ise, etki-tepki mekanizmaları ve çözümsüzlük ortamının tetiklemesiyle hızla ulusal mecraya doğru akacak. Nitekim son dönemlerde bu istikamette tartışma, gündem ve arayışlar söz konusu.
AKP Kürt halkını Kürtlükle ilgili ne varsa ondan arındırarak, dağıtarak, eriterek, bunun için asker-polis-yargı baskısını kullanarak, sisteme dahil edip “isyan” edemeyecek düzeyde teslim almak ya da “kırmak” istiyor. Bunun için bütün gücünü kullanacak. Kürtler ise, yine ve yine direnecek! Sonuç; yeni bir “imha-isyan” döngüsüdür.
Söz ve eylem
Herkes AKP iktidarının (yeni devlet kimliğiyle) her gün daha kötüye gideceğini bilmeli. Eğer Kürt siyasetini yenilgiye uğratırsa, bu en az 15-20 yıllık otoriter bir rejim-iktidar ömrü demektir. Yok bunu başaramazsa, Kemalistlerin akıbetine uğrayacak.
AKP devletin yeni temsilcisi olarak demokrasi krizinin sadece bir parçası değil, bizzat nedeni oldu. Kürtler ise bu krizi çözecek temel bir güç... Öyle görünüyor ki, bahara kadarki süreç sıkı bir psikolojik üstünlük mücadelesiyle geçecek. Sonrası … Sonrası çok şiddetli olacak!
Biliyoruz ki, talep olmadan, örgütlenmeden, mücadele etmeden değil demokrasiyi kazanmak, kazanılmış olan dahi korunamaz. Özgür ve demokratik bir gelecek için daha fazla söze, daha fazla eyleme ihtiyacımız var. Unutmayalım ki söz söylemek politik bir tutum, politika ise sürekli bir eylemdir! (Radikal iki)
AYSEL TUĞLUK
Van bağımsız milletvekili
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.