WALL STREET JOURNAL: TÜRKİYE'NİN ORTADOĞU'DAKİ ETKİSİ AZALIYOR
Batı basınında Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına ilişkin değerlendirmeler yer almaya devam ediyor.
31 Ekim 2014 Cuma 13:17
ABD'nin önemli gazetelerinden Wall Street Journal'da yer alan bir haberde, "Tam da ABD'nin Irak, Suriye ve diğer bölgelerde IŞİD'e karşı Türkiye'nin yardımına en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde Ankara'nın bölgesel etkisi yeni bir düşük noktaya indi" deniliyor.
Batı basınında Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına ilişkin değerlendirmeler yer almaya devam ediyor. Özellikle ABD öncülüğünde kurulan koalisyonun IŞİD’e yönelik askeri operasyonları başlatmasının ardından Türkiye’nin bölge politikalarına ilişkin eleştirel yazılar özellikle ABD basınında yer bulmuştu.
The Wall Street Journal gazetesinde yer alan bir yazıda da “ABD’nin IŞİD’e karşı Türkiye’nin yardımına en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde Ankara’nın bölgesel etkisinin düştüğü” yorumu yapılıyor.
WSJ’de yer alan Yaroslav Trofimov’un haber-analizi şöyle:
Çok da uzun zaman önce değildi ki Türkiye, Arap Baharı ve sonrasında yükselen dost İslami rejimlerle içerisinde olduğu iyi ilişkiler ve Recep Tayyip Erdoğan ’ın hangi Arap toprağına basarsa bassın coşkulu bir kalabalık tarafından karşılanmasıyla Ortadoğu’nun doğal bir lideri gibi davranıyordu.
Şimdi tam da ABD’nin Irak, Suriye ve diğer bölgelerde IŞİD’e karşı Türkiye’nin yardımına en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde Ankara’nın bölgesel etkisi yeni bir düşük noktaya indi.
Siyasi İslam’ın çekiciliğini olduğundan daha fazla büyüten hırslı politikalar ve Ortadoğu’nun eski siyasi düzenini yanlış hesaplamak Türkiye’nin bölgenin çoğunluğunda yalnız kalmasına neden oldu. Iraklı Kürtler dışında Ortadoğu’da Ankara ile iyi ilişki içerisinde olan bir hükümet daha bulmak zor.
Türkiye’nin NATO, Birleşmiş Milletler ve Yunanistan büyükelçiliğini yapan emekli diplomat Ümit Pamir, “Komşularımızla sıfır sorunun olduğu bir politikadan geliyoruz ve şimdi neredeyse herkesle bir problemimiz var” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bölgenin diğer önemli güçleri Mısır ve İsrail ile olan ilişkileri öyle kötü bir noktadaki Ankara’nın iki ülkede de büyükelçisi bulunmuyor. Suriye’deki rejimin değişmesi için gösterilen ısrar aynı zamanda İran ile de iyi ilişkilerin oluşmasının önüne geçiyor. Şii liderliğindeki Bağdat, Türkiye’nin Irak Kürdistanı’na uzanmasına şüpheyle yaklaşırken, Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşileri Türkiye’nin bölgedeki Müslüman Kardeşler dizaynına verdiği destekten rahatsızlık duyuyorlar. Eskiden Türkiye’nin dış politikasına destek olan Katar bile artık diğer Körfez ülkelerine daha yakın duruyor.
Bölgede bir lider haline gelerek Ortadoğu’daki ülkelere demokrasi ve refahın yolun göstereceğine Türkiye, İslami militanlıktan mezhep çatışmalarına ve ölümcül sokak çatışmalarına kadar bölgede yayılan sorunları idare etmekte zorluklar yaşıyor.
Türk yetkililer 2 milyon Suriyeli mülteciyi milyarlarca dolar maliyetle topraklarından içeri aldıklarının altını çiziyorlar. Yetkililer Beşar Esad’ın gerçekleştirdiği katliamlar ve Batı’nın buna karşı harekete geçmekteki isteksizliğinin IŞİD’in yükselmesine neden olduğunu ve Türkiye’nin Şam’da rejim değişikliği için bastırmasına yol açtığını dile getiriyorlar.
Fakat Esad’ın dirençli çıkmasıyla beraber Erdoğan’ın Şam’da hızlı bir rejim değişikliğine dair riskli girişimi Ankara’yı sayılı seçeneklerle baş başa bıraktı. Türkiye, içinde kendisi tarafından uzun süredir düşman olarak görülen Kürt güçlere yardım etmenin de bulunduğu ABD’nin IŞİD ile mücadele projesi çerçevesinde ABD ile gittikçe ters düşüyor.
İstanbul’da Edam düşünce kuruluşunun sahibi ve Carnegie Europe kuruluşunda ziyaretçi akademisyen olarak bulunan eski diplomat Sinan Ülgen, “Geleneksel olarak bakıldığında Türkiye’nin dış politikası müdahaleci olmayan, dikkatli, statüko merkezli olmuştur. Bir komşunun rejimini değiştirmeye yönelik bir politikayı adapte etmek ise bundan çok ani bir değişiklik oldu” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin bölgede azalan etkisi aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi için bu ay gerçekleştirilen koltuk yarışında da görüldü. 2008 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine 151 ülkenin oyuyla rahat bir şekilde seçilen Türkiye, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan gelen güven dolu mesajlara rağmen bu sefer yalnızca 60 oy aldı ve kısmen Mısır ve Suudi Arabistan’ın da lobilerinden dolayı koltuğu İspanya’ya kaptırdı.
Türkiye’nin bölgesel gelişmelere yaklaşımını yeniden gözden geçirdiğine dair herhangi bir gösterge şu an için yok.
AKP’nin dış ilişkilerden sorumlu başkan yardımcısı Yasin Aktay, “Bizim bir anda ne tür hataları itiraf etmemiz bekleniyor? Türkiye’nin hatası, eğer bu bir hatası, onun bir demokrasi olmasıdır. Türkiye’nin hatası, eğer bu bir hataysa, insan hakları için bir duruş sergilemesidir. Hiç kimse Türkiye’yi izole edemez. Fakat şu anda bölgede demokratik olmayan süreçlerle çevrilmiş durumdayız ve bu da yalnızca Türkiye’yi değil bütün bölgeyi çok tehlikeli yapıyor” dedi.
Türkiye’nin dışarıdaki etkinliğine darbe vuran etkenlerden bir tanesi ise kendi demokrasisinin eskiden olduğu kadar çekici görünmemesi. 2013 yılında Gezi Parkı’ndaki göstericilere yönelik yapılan operasyonlar, interneti sansürlemeye yönelik adımlar ve Erdoğan’ın kendisine yakın isimleri rüşvet operasyonundan korumaya dair attığı adımlar Türkiye’nin bölgedeki imajını sarstı.
Birleşik Arap Emirlikleri Üniversitesi’nde siyasal bilimler profesörü olan Abdulkhaleq Abdullah, “Türkiye bir süredir bir model olarak ele alınıyordu ama Arap Baharı’nın sonrasındaki dönem Türkiye’nin bu imajının tamamen sarsılmasına neden oldu. Öncelikle Türkiye bir taraf tuttu; İslamcılar ve Müslüman Kardeşler’in tarafı. Daha sonra, Erdoğan bir çeşit diktatör gibi hareket ediyor, özgürlüklere ve gösterilere müdahale ediyor. Arap dünyasının liberalleri artık Türkiye’yi bir model olarak ele almıyor” ifadelerini kullandı.
Tabii ki modern bir ekonomi , NATO’nun en büyük ikinci ordusu ve stratejik pozisyonuyla Türkiye hala kritik bir güç halinde.
Washington’da bulunan Atlantic Council başkan yardımcısı ve eski ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, Türkiye hakkında “Etkili ve önemliler, ve ne dedikleri ABD için her zaman önemli olacak. Yanlış tahminler yaparken yalnız değillerdi” ifadelerini kullandı.
Türk yetkililer her ne olursa olsun Ortadoğu hükümetlerinden çok halklarından gelen desteğin asıl önemli olan şey olduğunu söylüyorlar.
AKP’nin demokrasi konularına yoğunlaşan üst düzey yetkililerinden Osman Can, “Türkiye için Ortadoğu çok önemli ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi de çok önemli. Umudumuz devam ediyor. Ortadoğu’nun insanlarıyla, rejimleriyle değil, iyi ilişkiler geliştirebiliriz” dedi.
Türkiye’nin 2009 yılında bölgeye yönelik yaptığı açılım gayet mantıklı olmakla beraber ABD tarafından da memnuniyetler karşılanmıştı. Vizelere yönelik sınırlamaları kaldıran Türkiye bölgenin en büyük turizm ve alışveriş merkezi haline gelirken, insanlar arasındaki bağların kuvvetlendirilmesiyle inşaat kontratlarından televizyon dizilerine birçok şey bölge çapında daha yaygın hale geldi. Zamanın Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu ise bu açılımın mimarı olmuştu.
Bazı Türk analistlere göre ilk uyarı sinyalleri 2009 yılında o zamanın Başbakanı ve şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsviçre’nin Davos kentinde gerçekleşen zirveden dönüşünde bir kahraman gibi karşılanması üzerine gelmişti. Erdoğan Davos’ta herkesin önünde İsrail Cumhurbaşkanı’nı küçük düşürerek yakın bir güvenlik ilişkisini öldüren bir politika değişikliğinin ortaya çıkmasının önünü hazırlamıştı.
Kadir Has Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler dersi veren Türk köşe yazarı Soli Özel, “İsrail’i yerden yere vurmak siyasi olarak o kadar işe yaradı ki dış politika bir siyasi sermaye toplama aracı haline geldi. Ve şimdi bundan dolayı köşeye sıkışmış durumdalar” yorumunu yaptı.
Arap rejimlerinin yıkılmaya başladığı 2011 yılında Türkiye iktidara gelmek isteyen İslami partilere açık bir müttefik olmuştu. Bu doğal bir seçimdi: Erdoğan’ın kendisi bir dönem İslami bir şiir okuduğu için hapse atılmıştı ve Erdoğan’ın AK Partisi uzun bir süre demokratik kurumların ordu ve güvenlik kurumlarına olan üstünlüğünü kabul ettirebilmek için uğraş vermişti.
Her şey doğru yolda gidiyormuş gibi görünüyordu. Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Mursi 2012 yılında Mısır’ın başkanı olarak seçilmişti.
İslami Nahda partisi Tunus’ta yeni hükümetin kontrolünü ele almıştı. Müslüman Kardeşler öncülüğündeki siyasetçiler Yemen ve Libya’da ilerleme kaydetmişlerdi ve en önemlisi birçoğunun Müslüman Kardeşler ile bağlantısı olan isyancıların Suriye rejimini de devirmeye yakın olduğu görüntüsü oluşmuştu. Öyle görünüyordu ki Ortadoğu bir daha hiçbir zaman aynı olmayacaktı.
Arap devletinin içinde bulunduğu devlet düzeninin artık yok olacağına inanan Türkiye, Arap liderlerinin üzerinden direkt olarak “Arap sokağına” hitap eden bir politika izlemeye başladı.
Fakat İslami siyasetin yükselişinin engellenemeyeceğine dair inancın bir süre sonra tam yerinde olmadığı görüldü. Mursi’nin seçilmesinden yaklaşık bir yıl sonra Mısır’da yeni hükümetin de sonunu getiren karşıt protestolara ev sahipliği yaparken, ordu iktidarı eline alarak Müslüman Kardeşler’i ezdi.
Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e verdiği ateşli destek ve Mısır’ın yeni lideri General Abdülfettah al Sisi’yi tanımayı reddetmesi ile Ankara en önemli Arap ülkelerinden birisinin üzerinde neredeyse hiç etki sağlayamadı.
Tunus’ta bu ay gerçekleştirilen seçimleri Nahda partisi kaybetti.
Özel, Türkiye’nin liderlerinin “Arap devlet sisteminin dinamiklerini okuyamadığı”nı söyledi. (Radikal)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.