ÜSTAD’IN DİLİYLE ŞEYH SAİD’İ VURMA!
Said-i Nursî’nin, anlatıldığı ve tartışıldığı her panel, her konferans; onun hayat ve hatıratının konu edildiği her yazı, kitap ve belgeselde bu 'mektuplaşma'dan bahsedilir...
04 Nisan 2013 Perşembe 18:59
(Risale-i Nurlarda tahrifat - 8/1)
Risale-i Nur Külliyatı üzerinde oynanan “tahrifat”çılığın deşifre edildiği seri yazımızın bu bölümünde, Üstad’ın vefatından sonra Nur Külliyatı’na sokulan ve Nur Cemaati içinde yoğun propagandası yapılan bir mevzuyu gündeme taşıyacağım. Bu mevzu; Şeyh Said’in, Said-i Nursî’ye gönderdiği iddia edilen mektubu ile Üstad’ın ona gönderdiği iddia edilen cevabî mektubu olacaktır.
Evet, uzun yıllardır bu mevzu hep gündemdedir; Said-i Nursî’nin anıldığı, anlatıldığı ve tartışıldığı her panel, her konferans ve her seminerde; onun hayat ve hatıratının konu edildiği her yazı, kitap ve belgesel çalışmalarında bu “mektuplaşma”dan bahsedilir ve halen de bahsedilmektedir. Ne yazık ki, bu anma ve anlatma faaliyetlerinin her birinde, Şeyh Said bir kez daha mahkûm edilmekte, suçlanmakta ve ipe çekilmektedir; günahına girilmekte; maddi-manevi hukukuna tecavüz edilmektedir. Üstelik bu tecavüzkârlığa, her seferinde Said-i Nursî Hazretleri alet edilmekte; onun diliyle Şeyh Said’e saldırılmaktadır...
Peki, gerçekten de Şeyh Said’den Said-i Nursî’ye bir “kıyama davet” mektubu vaki midir? Ve gerçekten Üstad’ın Şeyh Said’in hareketini yerici bir cevabı söz konusu mudur? İşte bu yazıda bunu tahlil edeceğim. Lehte-aleyhte söylenmiş, yazılmış yüzlerce yazı ve konuşmaları tekrarlayacak değiliz. Sadece ana kaynağa inerek, bunun gerçek mi, dedikodu mu olduğunu ortaya koyacağız. Çünkü mevzu Üstad’ı ve Risale-i Nur’u ilgilendirmektedir. Bunlar ise ümmetin ve insanlığın ortak malı olup birilerinin çiftliği değildir. O halde, her isteyen istediğini Bediüzzaman’a söyletmemeli; onun eserlerinde dilediğince tasarrufta bulunmamalı; onlara her istediği düşünceyi ekleyip çıkarmamalıdır.
Şimdi, ilk olarak, sözünü ettiğim “mektuplaşma”ya mesned yapılan iki yazıyı aktarıyorum. Bu iki yazıdan biri “Tarihçe-i Hayat”ın “İkinci Kısım: Barla Hayatı” başlığının hemen altında geçen şu paragraftır:
“Van’da mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark’ta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. ‘Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir’ diyerek yardım isteyen bir zatın mektubuna, ‘Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılıç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!’ diye cevap gönderir.” Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya yayınları, 2007, s. 237–238)
Mektuplaşmaya kaynak gösterilen ikinci yazı ise, yukarıdaki paragrafla aynı paraleldedir; ancak hedefe farklı cümlelerle varılmaktadır. İşte o paragrafın orijinali ve çevirisi:
“Şark isyanında Şeyh Said, onun (Said-i Nursî’nin) Şark’taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirâke davet ettiği zaman, cevaben: “Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü Türk‑Kürt birdir, kardeştir. Türk milleti bin senedir İslâmiyet’e bayraktarlık etmiştir. Dini uğrunda milyonlarca şehid vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem” diye hem reddetmiş, hem de neticesiz bir mücadeleden vazgeçmesini işaret buyurmuştur.” (Mufassal Tarihçe-i Hayat, A. Badıllı, 1990, c. I, s. 533)
Birinci paragraf, bir-iki yayınevinin dışında, bütün Tarihçe-i Hayat’larda aynen geçmektedir. Söz konusu Tarihçe-i Hayat, komisyon tarafında hazırlanmış olup yazarları belli değildir. Osmanlıca aslıyla verilen ikinci paragraf ise, Selahaddin Çelebî’ye ait olup Abdülkadir Badıllı’nın hazırlamış olduğu 3 ciltlik Mufassal Tarihçe’nin Birinci Cildinde geçmektedir. Muhterem ağabeyimizin iddiasına göre, bu paragraf Üstad’ın tashihinden geçmiştir... Acaba öyle mi?
1- Üstad’ın tashih ettiği bir yazı neden Külliyat’ta yoktur; yani tashihle tasdik edilmiş bir mektup neden Külliyat’a dâhil edilmemişidir?
2- Badıllı Abi’nin, “Sav köyünden Ahmet Marangoz’un yazdığı Asa-yı Musa’nın sonuna ilave edilmiştir” dediği bir yazı, yani Selâhaddin Çelebî’nin söylediklerinin bu kitapla ne ilgisi olabilir? Şayet ilgiliyse ve Üstad’ın tensibinden(onayı) geçmiş ise, neden sonraki Asa-yı Musa baskılarına ilave edilmemiştir?
3- Tashih edilen kelimelere baktığımızda, Selâhaddîn Çelebî’nin kullandığı “kardeş” kelimesine Üstad bir “i” harfi; “uğrunda binlerle” ifadesine “uğrunda yüzbinlerle ve milyonlarla” ifadesi ve nihayet “binlerle” kelimesi yerine de “milyonlar” kelimesini ilâve etmiştir. Tashihat denilen şey, görüldüğü gibi, sayı abartısı üzerinden yapılan bir müdahaleden ibarettir. Böyle bir müdahalenin Üstad’a ait olup olmadığını tartışmaya açmalıyız. Zira Tarihçe-i Hayat’ta geçen aynı amaçlı paragrafta bu abartılı sayılar yoktur.
4- Gerek Üstad’ın dilinden ve gerekse yazıları neşredilen birinci saftaki talebelerinden hiç birinin mektup ve müdafaatında yukarıdaki ifadeyi destekleyen bir cümle mevcut değildir. Bu durum, söz konusu iddiaları şaibeli hale sokuyor. Dolayısıyla “Üstad’ın tashihinden geçmiştir” ifadesi pek inandırıcı gelmiyor. Zira Üstad’ın yazısını takliden bir başkasının kalem oynatması ihtimalden uzak değildir.
5- Yukarıdaki iddiayı değerlendirmede, en önemli kriter, bizzat Üstad’ın kendi müdafaalarıdır. Üstad hiç bir müdafaasında böyle bir mektuplaşmadan bahsetmezken, Selahaddin Çelebî’nin bu mektubunu ileri sürmek kafa karıştırmaktan başka hiç bir anlam taşımaz. Maalesef, bu kafa karışıklığında A. Kadir Badıllı ağabeyin de katkısı var; zira kendisi, bir taraftan bu güne kadar mektubun orijinaline ulaşamadığını hayıflanarak dillendiriyor, diğer taraftan “Bediüzzaman Hazretleri, Şeyh Said’e hakikat olarak mektup yazmıştır” diyerek tipik bir tutarsızlığa imza atıyor. (Bilindiği gibi Üstad’ın seyyidliği noktasında da hiç bir müşahhas delil ortaya koyamadığı halde, “Kanaatimiz, Hazret‑i Üstâd’ın nesebinin seyyid olduğu yönündedir” diyerek ayrı bir tutarsızlığa imza atıyor.)
Devamı için
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.