22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

ULUDERE’DE SOLAN ADALET!

Bir ülkenin ordusu, bile bile yurttaşlarını bombalar mı? Hayır, bombalamaz. Yurttaşları olmasa da sivil insanları bombalar mı?

Uludere’de solan adalet!

03 Mayıs 2012 Perşembe 12:01

Bir ülkenin ordusu, bile bile yurttaşlarını bombalar mı? Hayır, bombalamaz. Yurttaşları olmasa da sivil insanları bombalar mı? Bu sorunun cevabı da ‘hayır, bombalamaz’ olmalı.

Türkiye’de savaş uçaklarıyla Türkiye’nin sivil yurttaşları Uludere/Roboski’de bombalandı ve bombalarla öldürüldü.

Bombalama emrini verenler Türkiye ordusunda bu konulardaki yetkili görevliler olmalı.

Peki bilerek mi verildi bombalama emri? ‘Hayır’ demek durumundayız. Cevaplar hayırsa, burada bir kasıt aramıyoruz demektir. Ama kastın olmaması hukuk açısından problem olmadığını göstermez.

Burada verilen cevaplar, “kural olarak”, “ilkece” gibi kelimelerle birlikte okunmalı.

Kasıt yoksa da 34 kişi öldürülmüştür. Ceza hukuku bakımından sorumluluk ortadan kalkmıyor. Kasıt olmadığı halde fiilin sonucu ölüm olmuştur. İnsan öldürmek suçtur.

Ceza Kanunu’nda bu tür bir öldürme hukuka aykırı olarak nitelenmiş. Mesela savaş uçakları nefsi müdafaa için ateş etmemiş. Yerdeki çocukların, köylülerin ellerinde uçaksavarlar da yok. Uçaklara ateş de edilmemiş.

Savaşta da insan öldürülüyor ve fakat suç olmuyor. Soru 1: Hangi hallerde savaşta insan öldürünce suç olmuyor? Savaş yasa ve geleneklerine aykırı olmamak şartıyla savaşta insan öldürmek suç olmuyor. Soru 2: Peki savaşta da suç olan ne? Savaşta da suç olan, işkence yapmak, keyfi insan öldürmek ve sivillere yönelik diğer işkence ve onur kırıcı davranışlar ve öldürmelerdir… Bu tür muamelelerin muhataplarının ille de vatandaşınız olması gerekmiyor. Kim olursa olsun, keyfi öldürme ve işkence yasağı var. Açın bakın 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3.maddesine... Hatta sivil olması da şart değil; herhangi bir şekilde harp dışı kalmış bir düşman askerini de öldüremezsiniz. Sözgelimi yaralanmış, size ateş etme imkanı olmayan bir askeri öldüremezsiniz. Öldürürseniz insan öldürme suçunu işlemiş olursunuz. Demek oluyor ki, ister savaşta ister barışta, mutlak bazı yasaklar var. İşkence ve keyfi öldürme yasağı bunların başında geliyor.

Birleşmiş Milletler Yasal Olmayan, Keyfi ve Toplu İnfazların Önlenmesine İlişkin İlkeler’i 1991 yılında kabul etti ve İHD bu ilkeler metnini çevirip kitapçık halinde yayınladı. Rehber ilkelere göre mağdurların aileleri soruşturmanın her aşamasında bilgilendirilecek ve onlarla iş birliği yapılacak. Aynı metni TBMM İnternet sitesinde görmek ve okumak da mümkün. (http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/287-291.pdf, erişim 30 nisan 2012).

Başa dönelim:

Şu 34 kişinin öldürülmesinden; kusurlu, hatalı eylemden kim sorumludur acaba? Ortada bir toplu infaz var ve hem anayasal açıdan hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesi bakımından ihlal var.

Yaşam hakkının korunması konusunda devletlerin pozitif ve negatif sorumlulukları var. Kendisi öldürmeyecek, ölümlere engel olacak ya da öldürenlerden hukuksal olarak hesap soracak. Tekrarlanmaması için de önlemler alacak.

Ama tersi şeyler oluyor Türkiye’de…

Açıklamalar ilginç. Ne kasıt var, ne kusur var. Ne de özür. Alttan alta kendi kendilerine de övgü var. Öyle anlıyorum. Kusursuz toplu infaz harekatı!.. Şöyle:

-Hukuka ve sınır ötesi harekat kurallarına uygun gerçekleşmiştir operasyon.

Nokta!

Yani kasıt var; hata ya da kusur yok gibi bir şey mi çıkıyor ortaya?

Aman ALLAHIM!

Yani harekat planlandığı gibi cereyan etmiş öyle mi?Yani öldürülenlerin çocuk olmaları, sivil, silahsız insan olmalarının hiç önemi yok; öldürmeler hukuka uygun öyle mi? Hangi kitapta yazıyor böyle bir şey?

Hangi hukuk sivil insanların üzerine bomba atmaya elverişli kurallar taşıyor? Savaş hukuku mu, insan hakları hukuku mu? Soruşturma makamları, mağdur ailelerine bilgi vermiyor, iş birliği kurallarını işletmiyor, kamuoyunu aydınlatmıyor. Ulusal üstü insan hakları belgelerinde yazılanların tam tersini yapıyor.

Dört ay oldu, ses yok adaletten. Süreçle ilgili açıklama yok.

Adalet solmuş Uludere’de…

AİHM Jordan/İngiltere kararında (2001) Jordan Prensipleri olarak tanınan, soruşturmalarda uygulanacak usullere dair karar almıştı. Yaşam hakkı söz konusu olduğunda, 1) Soruşturma makamları resen harekete geçmelidir. 2) Bağımsız soruşturmacı olmalıdır. 3) Olayla ilgili tüm bilgi, belge, rapor ve tüm kanıtlar usulüne uygun toplanmalıdır. 4) Hemen harekete geçilmeli ve makul bir hızla soruşturma ilerlemelidir. 5) Bu süreç -soruşturma ve kovuşturma süreçleri- kamusal denetime açık olmalıdır.

Öyle demişti AİHM.

Bir de Timurtaş/Türkiye (13 Haziran 2000) kararında, “işini ağırdan alma”, “üstünkörü”, “baştan savma” gibi nitelemelerle çok ağır eleştirilerde bulunmuştu, Türkiye’deki soruşturma ve yargılama makamlarına.

Anlayana!..

Hüsnü Öndül - Evrensel

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.