ULUDERE KATLİAMI’NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Cesetleri aileler taşıyor otopsiye... İkinci bir acı ve zulüm kokuyor her taraf... Aşağıdan bağırıyor biri, 5. cesedi getirin, 6. cesedi getirin diye...
25 Ocak 2012 Çarşamba 10:01
Cesetleri aileler taşıyor otopsiye... İkinci bir acı ve zulüm kokuyor her taraf... Aşağıdan bağırıyor biri, 5. cesedi getirin, 6. cesedi getirin diye...
"Peki KİM özür dileyecek ve Genelkurmay Başkanı’nı, İçişleri Bakanı’nı, Vali’yi görevden kim alacak?”
Uludere belki de birçok insanın ismini ölüm, çatışma, operasyon ve son olmasını dilediğimiz katliam dışında duymadıkları bir yer. 28 aralıkta yapılan bombardımanı 29 aralığın sabahında ilk öğrendiğimizde Diyarbakır’dan 4 avukat/insan hakları aktivisti yola çıktık. Haber ürkütücü, bir o kadar da korkutucuydu. Gerçekten doğru muydu değil miydi düşünceleri ile çıktığımız yolda nasıl bir manzara ile karşılaşacağımızı tam kestiremiyorduk. Ancak yol boyunca Şırnak ve Uludere’de bulunan tanıdıklarla yaptığımız telefon görüşmeleri cenazelerin Uludere Devlet Hastanesi’ne getirildiği sonucunu veriyordu bize. Bu nedenle doğrudan doğruya Uludere Devlet Hastanesi’nin önüne gittiğimizde içinde yerlerde oturmuş insanlar dışında hiçbir malzeme bulunmayan bir bina ancak üstünde “Uludere Devlet Hastanesi” yazan ışıklı tabelası olan bir bina gördük... Odaları tek tek dolaştık, nerede ise tek bir yatak gör(e)medik. Cenazeler yerlerde ailelerden birer ikişer kişi başlarında ağlıyor. İlkin fotoğraf çeken arkadaşımızı polis sanıp darp etmek istiyor birkaç kişi ancak dernekten olduğumuzu, avukat olduğumuzu ve insan hakları ihlâlini izlemek için geldiğimizi ifade edince sakinleşiyorlar ve bu sefer kendileri cenazeleri tek tek açıp vahşeti beynimize kazımak istercesine en parçalanmış, yok olmuş bölümleri bize gösteriyorlar. Cesetlerin üzerinde numaralar. 1. ceset, 2.ceset, 3. ceset...
Bir ceset, baş tarafı açılınca kafanın boyna kadar olmadığını, kolun siyahlaşmış, omuzdan itibaren olmadığını fark ediyoruz. Tıpkı bir tahtanın yanıp belli bir yerden sonra kendi kendine sönmesi gibi. Baş tarafı da aynı...
Cesetleri aileler taşıyor otopsiye. İkinci bir acı, işkence ve zulüm kokuyor her taraf. Aşağıdan bağırıyor biri 5. cesedi getirin, 6. cesedi getirin diye. Hemen omuzluyor birkaç kişi.. görevliler yok.. aileler yapıyor bu işi...
Birkaç kadın dışında inanılmaz bir sessizlik hâkim. “Neden idarecilere, kaymakama, valiye haber vermediniz görevli yok diye, neden cenazeleri biz taşıyoruz?” diye sorduğumda oradan bir ses yükseliyor “cenazelerimizi de taşımasınlar, istemiyoruz” diyor.
Ön izleme raporu yazmak için karşı çay ocağına geçtiğimizde 6. otopsi yapılıyor. Her yer buz, insanlar tıpkı cesetler gibi soğuk, buz kesilmişler. Ürküyoruz. Hiçbir resmî görevli yok gibi duruyor. Güvenlik yok. Oysa benzer durumlarda hep insan sayısından fazla güvenlik görevlisi olurdu.
Gece Şırnak’a dönmek istiyoruz. Hakkâri ve Uludereliler “gece kimse buradan çıkamaz, biz de yakın köye davetliyiz ancak güvenlik kaygısı ile gidemiyoruz” diyorlar. Ancak biz Şırnak baro başkanımızın aracını izleyerek yol alıyoruz. Gece saat 21-22 suları. Şırnak girişinde askerî birlik durduruyor, avukat kimliklerimizi gösterip geçiyoruz. 400 veya 500 metre ilerde küçük çocuklar büyükçe bir kartona “PKK Asayiş” yazmışlar, bizi durduruyorlar. Bir kısmı araca yaklaşıp korna çalarak gideceksiniz diyorlar. Bizde kornalar eşliğinde geçiyoruz Şırnak’ın içine doğru.
30 aralık sabahının ilk ışıkları ile Roboski Köyü’ne doğru yol alıyoruz. Biz gidinceye kadar traktör kalmamış bizim için. Kalanlar da gelmeye korkuyor. Köyün yukarısına doğru aracımızı sürüyoruz. “kaçakçıların” kullandığı yolu gösteriyorlar. Yol bildiğimiz köy yolu, geniş, araçların rahatlıkla geçebileceği bir yol ancak yolda buzlanma olduğu ve yokuş olduğu için aracımızı 1 km ötede bırakmak zorunda kalıyoruz. Ancak 4X4 ler ve traktör rahatlıkla gidiyor. 1,5 saate yakın yürüyoruz. Kar var yerde kösele ayakkabılar yürümeyi zorlaştırıyor. Yol boyunca kömür ocakları var. Yolun yarısında “weris” dediğimiz kalınca ipler yol kenarına atılmış, 10-11 yaşlarında iki erkek çocuğa rastlıyoruz, nereden geldiklerini soruyoruz “olay yerinden” diyorlar. İpleri soruyoruz, “cenazeleri bağlayıp buraya getirmişlerdi buradan traktöre yüklediler” diyorlar. “Korkmuyor musunuz?” diye sorduğumuzda “hayır” cevabını alıyoruz. Yakın görünen ancak yürüdükçe uzaklaşan olay yerine baktıkça yoruluyoruz. Bizden önce giden heyet üyeleri bir traktörün römorkunda onlarca kişi ile birlikte dönerken rastlıyoruz birbirimize. “Gitmeyin, yayan gidemezsiniz bu araca binemezseniz artık dönüşünüz zor olur” diyor ve çaresiz traktörün römorkuna binip yer bulmaya çalışıyoruz. Çocuklar da var römorkta ağızlarını bıçak açmıyor.
Köyde kurulan büyük taziye çadırının önüne geldiğimizde tüm kalabalık mezarlığa gitmiş biz heyet üyeleri durum değerlendirmesi yapıp otopsi tutanaklarını almak için Şırnak’a dönmeye karar veriyoruz”
Evet bu iki günlük uğraş ve izlenimlerimiz sonucunda;
1- Koruculuk o bölgede bir geçim kaynağı. Çünkü sürülebilecek araziler yok denecek kadar az. Hayvancılık güvenlik ve başka bölge şartları nedeni ile yapılamayacak kadar “kaçak”tan daha tehlikeli.
2- Sınır ticareti “kaçakçılık” o bölgede bir geçim kaynağı. Suni sınırlar aynı aşiretten iki ülke yurttaşını ayıramamış ve izin verildiği ölçüde 10 yıllardır yapılmış.
Son bir ay daha kalabalık gruplarla askerlerin gözü önünde sınırın öte tarafına gidilip gelinmiş. Özellikle operasyon ve çatışma durumu koruculara ve muhtara haber verilirmiş. Yerel askerî birimlerin haberi olmadan orada kuş uçmazmış,
Devlet vurduktan sonra neden orada yoktu? sorusu herkesi çıldırtıyor. Libya’ya uçak gönderen devlet neden biz cenazeleri alırken başımızda helikopter gezdirip yardım için indirmiyordu sorusu “ayrışma” ve “ötekileşme” psikolojisi üretmiş herkeste. Bu durum nasıl ortadan kaldırılacak?
Bunları daha da çoğaltabiliriz. Ancak çoğu http://www.mazlumder.org.tr/haber_ detay.asp?haberID=10420 adresindeki raporumuzda var zaten. Ancak yaptığımız raporlama sonucunda bize randevu vermeyen yetkililer hemen genel merkezimizi arayıp raporu ne zaman yayınlayacağımızı sorabilmişler. Rapor sonucunda da ciddi ihmal olduğu ve bazı “lütuflarda” bulunulması gerektiği düşünülmüş olacak ki;
1- Şırnak Valiliği’nden yapılan açıklamada “Uludere ilçesinin sınıra yakın kısmında 28 Aralık 2011 Çarşamba günü meydana gelen olayın hemen ardından Şırnak Valiliği’nce kriz merkezi oluşturulduğu ve tüm çalışmaların bu merkezden yürütüldüğü belirtilmiş,
Kriz merkezinde kurulan 3 komisyon tarafından olayda vefat edenlerin aileleriyle yaralanan ve olaydan sağ kurtulan vatandaşlar için gerekli her türlü sağlık işlemleri, sosyal hizmet desteği, rehabilitasyon çalışmaları, ayni ve nakdi yardım işlemlerinin yapılmasına başlandığı belirtilmiş,
Vatandaşların mağduriyetlerinin giderilebilmesi için gerekli tüm faaliyetlere devam edildiği belirtilmiş,
Şırnak Valisi Vahdettin Özkan, İçişleri Bakanlığı’na başvurarak soruşturma kapsamında Şırnak’ın Uludere İlçesi Gülyazı Köyü’nde bulunan Gülyazı Alay Komutan Vekili Jandarma Albay Hüseyin Onur Güney’in görevden uzaklaştırılmasını talep etmiş, İçişleri Bakanlığı’nda yapılan değerlendirme sonunda Albay Güney’in görevden alınmasına karar verildiği belirtilmiş,
Gülyazı-Ortasu Sınır Kapısı açılması düşünülüyormuş,
2- Ölelerin aillerine 5233 sayılı yasa kapsamında tazminat ödenecekmiş, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Uludere olayını araştırmak için alt komisyon kurmuş, Ailleler para istemiyoruz diyorlar...
Suçlular bulunsun istiyorlar... Hukuki süreç etkin bir şekilde işletilsin istiyorlar... Peki bu kadar esip gürleyen ve başka iktidarın zamanında olmuş “Dersim katliamı”ndan dolayı özür dileyen sayın Başbakan, “iktidar” bu olaydan dolayı özür dileyip Genelkurmay Başkanı’nı, İçişleri Bakanı’nı, Vali’yi görevden alabilecek mi?
AV. Selahattin Çoban
MAZLUMDER Genel Başkan Yardımcısı
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.