TÜRKLEŞTİRİLEMEYENLERDEN MİSİNİZ?
Bir gün İngilizce öğretmeni ona: “Artık büyüyorsun, ne olmak istersin” diye sordu. “Avukat olmak istiyorum” diye cevap verdi. Öğretmeni: “Biraz gerçekçi olmalısın...
01 Şubat 2013 Cuma 08:47
Malcolm’un siyahi olduğu için yaşadığı hayat hikâyesini bilirsiniz. Evlerinin yakılması ve babasının öldürülmesiyle başlayan, annesinin akıl hastanesine yatırılması ve ailesinin dağılmasıyla devam eden bir serüven.
Malcolm bütün bunları siyah olduğu için yaşadığının farkındaydı. Öyle ki, bir dönem ‘beyaz’laşmak için yüzüne pudralar sürmüş, kıvırcık saçlarını geriye yatırmak için çaba sarf etmişti. O yıllarda ruhu zenci olan bir insanın ne yaparsa yapsın ‘beyaz’laşamayacağını bilemezdi elbette. Amerika’da gittiği her yerde beyazların ayrıcalıklarını gördü. Siyahların dezavantajlarını iliklerine kadar hissetti. Okuduğu okulda sınıfın tek siyahi öğrencisiydi ve İngilizce öğretmenini çok severdi. Bir gün İngilizce öğretmeni ona: “Artık büyüyorsun, ne olmak istersin” diye sordu. “Avukat olmak istiyorum” diye cevap verdi. Öğretmeni: “Biraz gerçekçi olmalısın, sen bir zencisin. Bunun için doğru düşünmen lazım. Neden marangoz olmayı düşünmüyorsun” dedi. Malcolm daha önce birçok kez aşağılanmıştı ama hiçbirisi ona bu kadar acı vermemişti. Bütün bu yaşadıkları ruh dünyasını alt üst etmişti. Daha sonra hapis yılları, İslamla tanışması...
Bizim için önemli olan nokta Malcolm’un, “Malcolm X” olarak gidip “Malik El-Şahbaz” olarak döndüğü/dönüştüğü hacc ziyaretidir. Kâbe’de siyahıyla beyazıyla bütün insanların beraber hareket ettiğini, hepsinin tek insan, tek yürek olduğunu, aralarındaki ilişkinin kardeşlik temeli üzerine geliştiğini, insanlar arasında ırk ayrımının zerresinin bulunmadığını görmüş ve bu manzara karşısında çok derinden etkilenmişti.
Mekke’den eşine yazdığı bir mektupta: “İnanmayacaksın ama tenleri beyazdan daha beyaz olan insanlarla aynı bardakta su içtim ve aynı tabakta yemek yedim. Hepimiz kardeştik. Ben artık ırkçı bir Müslüman değilim. Hz. Muhammed ırkçılığı yasaklamıştır” demişti.
Bu hikâyeyi neden anlattım
Ulus devlete evrilen ülkelerde Malcolm’un ötekileştirilmiş hayatı gibi bir hayat yaşayan birçok insan oldu. Bu ülkelerden bir tanesi de hiç şüphe yok ki Türkiye’dir. Türk ulus devleti “laiklik” ve “Türklük” üzerine inşa edilmek istenince bu projenin bakiyesi Ermeniler, Kürtler, Aleviler ve İslami kesimler oldu. Kemalist düşünce bu projenin tesisi için 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat müdahaleleri, 6-7 Eylül olayları, ‘vatandaş Türkçe konuş’ kampanyaları, varlık vergisi uygulaması, şark raporu düzenlemesi, nüfus mübadeleleri, Sivas- Maraş-Çorum olayları, Üniversitelerin başörtülülere yasaklanması gibi antidemokratik/illegal yöntemlere başvurdu. Lozan’da Kürtlerin azınlık değil, Türklerle beraber “asli unsur” olduğu vurgulandı. Fakat daha sonra azınlıklara tanınan haklar bile Kürtlere tanınmadı.
Eğitim sistemi Kemalist düşüncenin hakim kodları olan “laiklik” ve “Türklük” üzerine inşa edildi. Okullarda öğrencilere laboratuvarda üretilmiş yalancı/yabancı bir tarih öğretildi. Dağlara, taşlara, caddelere “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazıldı. Birçok kurum ismi “Türk” kavramıyla donatıldı. (Türk Tarih Kurumu, Türk Patent Enstitüsü, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Standartları Enstitüsü vb.) Bayrağın adı “Türk bayrağı” olarak anıldı. Toplumsal sözleşmenin vatandaşlığı tanımlayan ilgili maddesinde devlet “Türk devleti” olarak tanımlandı ve bu devlete bağlı herkes “Türk” kabul edildi. Okullar kapılarını, Kürt, Ermeni, Arap, Çerkes çocuklara her sabah ‘Türküm, doğruyum, Ne mutlu Türküm diyene” andıyla açtı.
Her ne kadar Cumhuriyetçi söylemde “Türk” ifadesi sadece ‘etnik Türkleri’ değil, bu ülkede ki bütün etnik kimlikleri kapsayan bir ifade olduğu söylense de, gerçekte “Türklük”, Türkiye’de yaşayan herkesi kapsayan bir milleti değil, etnik bir kimliği ifade etmektedir. Kurucu elitin söylemlerinden, devlet uygulamalarından, yasal mevzuattan ve mahkeme kararlarından verilecek örneklerle, “Türk milleti” tanımının Türkiye toplumunun etnik, dinî ve kültürel farklılıklarını tanıyan bütünleştirici ve kuşatıcı bir ifade olmadığı, tersine bu tanımın tamamen Türk etnik kimliğini referans aldığı, onun diğerleri karşısında yüceltilmesi işlevini gördüğü ve sadece onu koruduğu kanıtlanacaktır.
Farkındalığın arttığı ve en küçük farklılıkların bile büyük anlam taşıdığı bir dünya da Kemalist düşüncenin ‘yekpare toplum’ projesi Alevileri, Kürtleri, Ermenileri ve İslami kesimleri ötekileştirerek siyahileştirdi. Bu kesimlerin sert itirazları ve kültürel hak taleplerini giderek yoğunlaştırması neticesinde Kemalizm artık işlevini yitirmeye başladı. Bugün geldiğimiz noktada ‘geçmişe ait tarihsel söylemlerle’ etnik, dinsel ve kültürel farklılıkları bir arada tutabilmek çok zor.
Malcolm X’in, Malik ElŞahbaz’a dönüşmesi Mekke’de ki “eşitlik” duygusunu yaşamasıyla mümkün olmuştu. Bu topraklar için eşitlik hukukunun sağlanabilmesi de “Türk”lüğün “Türkiyeli”liğe dönüşmesi ile mümkün görünmektedir. Türkiyelilik; bütün etnik kimlikleri kuşatan/kucaklayan, bütünleştiren ve ister siyah derili, ister beyaz derili, bütün herkesi aynı yemek masası etrafında ‘eşitleyerek’ toparlayabilen, aynı kaptan yemek yiyebilme ve aynı tastan su içebilme imkânı sunabilen bir kavramdır.
Maviden daha mavi gözlü, sarıdan daha sarı saçlı, beyazdan daha beyaz tenli insanlar ile siyah derili Afrikalı insanların Mekke’de bir şemsiye altında eşitlendiği gibi, Türkiye’deki bütün etnik kimlikler de Türkiyelilik şemsiyesi altında eşitlenebilir.
Bugüne kadar yazılan bütün toplumsal sözleşmelerin hard diskine “makul vatandaş”ın portresi yüklendi ve bu ölçütlere uyan herkesi koruyup kollaması istendi. Bu ayrıcalıklı vatandaşları ‘öteki’lerden ayırt etmesi için de gözleri açık bırakıldı. Böylece “makul vatandaş” ile “ötekiler” hiçbir zaman eşit olamadı. Bu nedenle yeni toplumsal sözleşme mutlaka eşitlik temelinde yeniden yazılmalıdır. Bir başka deyişle hiç kimseyi ayırt etmeden bütün vatandaşları koruyup kollaması için gözlerinin kapanması ve hard diskinden “makul vatandaş” portresinin silinmesi gerekmektedir.
Yurttaşlık tanımının her türlü etnik, dinsel ve kültürel imalardan arındırılması, vatandaşlığın herhangi bir dinî ve etnik kimlikle tanımlanmaması, toplumun çoğulcu yapısı göz önüne alınarak kimsenin ayrıcalıklı kılınmaması, toplumu oluşturan bütün guruplara eşit mesafede olunması ve her türlü farklılıkların güvence altına alınarak varlıklarının devam ettirilmesi sağlanmalıdır. Kamu otoritesinin, toplumu homojenleştirme amacından ve toplumdaki farklılıkları asimile edecek mekanizmalardan arındırılması, farklılıkları koruma ve kollamaya dönük bir yapılandırmayla yeniden inşa edilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda yeni Anayasa’nın vatandaşlığı tanımlayan ilgili maddesi “vatandaşlık temel bir haktır, kanunun öngördüğü esaslara uygun bu statüyü kazanmış herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır” şeklinde değiştirilebilir. Mevcut Anayasa’nın birçok yerinde zikredilen “Türk Milleti” kavramı yerine “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları” kavramı kullanılabilir. Türk Dil Kurumu, Türk Patent Enstitüsü, Türk Standartları Enstitüsü, Türk Tarih Kurumu vb kurumların isimlerinde de “Türk” kavramı yerine “Türkiye” kavramı kullanılabilir. Sonuç olarak; birlikte yaşayabilme koşullarının iyileştirildiği ve herkesin ‘eşit’ olduğu, çoğulcu, demokratik ve özgür bir Türkiye’nin “zenci”si de, “öteki”si de olmayacaktır.
Bayram Zilan - Taraf
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.