‘TÜRKİYE ANTİ-KÜRT REFLEKSİYLE HAREKET ETMEKTEN VAZGEÇMELİ’
Gazeteci-yazar Fehim Işık, Türkiye’nin Rojava politikası, Altan Tan’ın mevcut Kürt siyasetine yönelik eleştirileri hakkındaki görüşlerini anlattı.
01 Ağustos 2013 Perşembe 11:30
Gazeteci-yazar Fehim Işık, Kürt meselesi konusundaki gelişmeleri yakından takip eden bir isim. PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye’ye gelmesi vesilesiyle Rojava’da yaşananlar,Türkiye’nin Rojava politikası, Altan Tan’ın mevcut Kürt siyasetine yönelik eleştirileri hakkındaki görüşlerini Agos'a anlattı.
- Rojava’da yaşananlara ‘Kürt Baharı’ diyebilir miyiz?
Kürtlerin geçtiğimiz yüzyıl içinde yaşadıkları makus talihin bu 21. yüzyılda değişeceğine dair inancım var. Sadece Suriye’de yaşananlar ile değil, 90’lı yıllardan sonra bunun ciddi anlamda değişimini gözledik. Bu süreç, önümüzdeki yıllarda hiç kuşku yok Türkiye’ye ve İran’a da yansıyacak. Ama bahar kavramı benim kavramsal olarak kullandığım bir şey değil; doğrusu ‘bahar’ kavramı, durumu çok karşılar gibi gelmiyor.
- PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye’ye gelişini nasıl yorumluyorsunuz? Bunun Müslim’in Türkiye’ye ilk gelişi olmadığı söyleniyor.
Evet, bazı kaynaklardan PYD ile çeşitli düzeylerde görüşmeler yapıldığını duymuştuk. Ama Rojava’da yaşanan son 10-15 günlük çatışmalı dönemden sonraki süre içerisinde PYD ile açıktan bir görüşme yapacağı inancında değildim. Türkiye’nin Suriye’deki krizin başlangıcından bu yana yürüttüğü Kürtleri dışlayan politikasının değişmesine yönelik çabanın işe yaramadığını görmesi ve oradaki Kürt yapılanmaları içinde de yadsınamaz bir yeri olan PYD’le açıktan bir ilişki geliştirmesi çok olumludur. Ama bu olumluluk Türkiye’nin diline de yansımalı.
PYD ve diğer Kürt yapılanmaları da en nihayetinde bölge konjonktürünü bilen, ona göre adımlar atma konusunda yaklaşımlar gösteren yapılar, yani Kürtler Ortadoğu’da yapılacak her şeyde bölge devletlerin de kuşkusuz hassasiyetlerini dikkate alıyor.
Türkiye, PYD ile görüştü ama PYD orada tek güç değil, ciddi anlamda Kürt Yüksek Konseyi’nin muhatap alınması ve bu konseyle birlikte Esad rejimini götürüp Suriye’de gerçekten demokratik bir rejimin inşa edilmesini sağlayacak ilerici, demokrat Suriye muhalefetini de muhatap almalı. O bölgeyi kan gölüne çevirmek isteyen El Kaide’ci güçleri de dışlayarak yapmalı bunu. Böyle yeni bir politika geliştirmesi lazım. Bu sadece Türkiye’nin değil, o bölgede siyaset yapmak isteyen herkesin yapması gereken şey.
- Kürtlerin yakın geçmişte Ortadoğu’daki çeşitli mücadele deneyimleri içerisinde Rojava’da yaşananların yeri nedir?
Kürtler Ortadoğu’da hem silahlı mücadele hem de örgütlü mücadele konusunda deneyimli. 1940’lı yılların ortalarından itibaren siyasal partiler olarak örgütlenmişler, günümüze kadar Türkiye, Suriye, İran ve Irak gibi Kürtlere karşı ceberrüt politikalar izleyen 4 farklı ülkeyle mücadele yürütmek zorunda kalmışlar. Yine dünyanın her tarafında çok ciddi çabalar içine girmişler, şimdi bu deneyimler üzerinden hareket eden Kürtlerin -kuşkusuz zaman zaman eksikleri olmuştur ama- bu politikalar karşısında artık yalpalayabilecekleri inancında değilim. Hele şimdi gelinen noktada, bu deneyimlerin meyvesini topluyorlar. Tüm bunları yanyana getirdiğimizde, Kürtlerin kendi özgücüyle mücadelelerini çok daha ileri bir noktaya taşıyabilecekleri inancındayım.
ÖCALAN’IN SURİYE’Yİ ÇOK İYİ BİLDİĞİNİ UNUTMAMAK LAZIM
- Öcalan’ın Eylül 2012’de Suriye’deki gelişmeleri görüp Başbakan’a bir mektup yazdığı iddia ediliyor. Öcalan’ın önceden Suriye’de yaşananları görüp Türkiye’yi ona göre tavır almaya yönlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öcalan’ın Ortadoğu’yu, özelinde de Suriye’yi çok iyi bildiğini unutmamak lazım. 12 Eylül 1980’de, hatta bir müddet önce Suriye’ye yerleşen Öcalan, orada çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bölgelerde nererdeyse gitmediği tek metrekare alan kalmadı. Ayrıca Suriye’yi yönetenlerle defalarca görüşmüş bir Kürt lider. Suriye’yi tanıyıp onun üzerinden politikalar üretmesi kadar doğal bir şey yok yani. Bu realite içerisinde düşündüğümüzde, ben Suriye’yi de gören bir Öcalan’ın ‘Eğer adım atmazsanız çok kötü olur’ deyip ciddi bir sorumluluk üstlendiği kanaatindeyim.
Çok fazla değil, üç-beş ay önce dışarıya yansıyan görüşlerinden okuyabildiğimiz üzere, Öcalan Suriye’nin neredeyse bugününü tarif etmiş. Yalnız Öcalan değil, Ortadoğu’yu bilen, Kürt siyasetini yakından seyreden birçok kişi bu sonuçların ortaya çıkacağını görüyordu. Dolayısıyla, Türkiye umarım bunlardan yararlanır. Geçmişte yaptığı gibi Kürt liderlerini, Kürt hareketini kullanma anlayışını sürdürmez, cidden diyalog geliştirip sorunları çözmeye yönelir. Yapmazsa ne olur? Zarar görür. Hele Suriye’deki bu son gelişmelerden sonra.
- Suriye’de Esad rejimine karşı radikal dinci El Kaide’ci örgütleri destekleyen Türkiye’nin, PYD ile bir ilişki başlatması ne anlama geliyor, ne gibi sonuçlara yol açar?
El Nusra gibi El Kaide’ci örgütlere karşı Türkiye’nin destek politikası, Kürtlere, özelde de PYD’ye karşı geliştirdiği bir politikaydı. PYD’ye de PKK’yle bağlantılı bir hareket gördüğü için karşıydı. Bu artık PYD’yle görüştükten sonra yüretemeyeceği bir politikadır. Bir müddet daha bunu kullanabilir, birden El Nusra’dan desteğini çekemez. Türkiye tarafından desteklenen El Nusra’nın o bölgede çok uzun dönem çatışabileceğini görmek gerekir. Türkiye, anti-Kürt refleksiyle hareket etmekten vazgeçmelidir. Bunun ipuçları var mı, var. En büyük ipucu, işte PYD lideri Müslim’in Türkiye gelmesi.
- Anti-Kürt refleksiyle hareket etmeye alışmış Türkiye’nin Irak Kürdistan yönetimiyle ilişkisi nasıl açıklanabilir?
Türkiye, Irak’ta merkezi hükümetle bozuştu ve dolayısıyla Kürtlerle siyaset yapmak zorunda kaldı. Ayrıca Suriye Kürdistanı’nda şöyle bir fark da var: Rojava’da bir bütün olarak etkin olan Kürt hareketi aynı zamanda Öcalan’ı da önder olarak gören bir harekettir. Yani Türkiye’nin anti-Kürt refleksinin bu geçmiş deneyimlerine rağmen Rojava’da bu kadar net bir şekilde açığa çıkmasının temel nedenlerinden biri de budur.
PYD ile görüşmeden önce Türkiye'nin Suriye’de görüşmediği tek Kürt örgütü kalmadı. Yani El-Parti’den diğer tüm Kürt yapılara kadar. Sorunu istediği tarzda yüretemeceğince, alternatif olabilecek güçlerin PYD’nin önüne geçemeyeceğini görünce esas güç olan PYD ile bir araya gelmek zorunda kaldı.
- 21. yüzyıl, uzun yıllar boyunca kendi aralarında da savaşmış Kürtlerin bu kavgalarının bittiği bir yüzyıl olarak mı tarihe geçecek? Türkçe ‘kardeş kavgası’ olarak tanımlayabileceğimiz Kürtçe kavram ‘birakujî’ bitecek mi?
Kürtler ne zaman kendi içlerinde çatışmışlarsa sürekli kaybetmişler. Bu çatışmaların çoğu da ideolojik temelli çatışmalar değil, Kürtler daha çok içinde bulundukları konjoktürel durum itibariyle birbirleriyle savaşmışlar. Özellikle Kürt coğrafyasının dört ülke tarafından paylaşılması durumunun sonucudur. Son 10-15 yılda Kürtler arasında silahlı bir çatışma yaşanmadı ama. Bu çatışmaların yaşanmaması, Kürtlerin artık dünya ölçeğinde kabul görmesi de birçok şeyi beraberinde getirdi. Son dönemde Rojava’da bu konuda çok ciddi tehlikeler yaşadık. Oradaki Kürt grupları arasında çatışmanın çıkmasına ramak kalmıştı. Bunlar bir şekliyle hareketlerin olgun davranıp diyaloga girmesiyle, KCK ve Barzani’nin devreye girmesiyle büyümedi.
TÜRKİYE’DE KÜRT DİNDARLARI DEVLETLE HAREKET ETTİ
- Geçenlerde BDP milletvekili Altan Tan’ın Agos’a verdiği röportajda bahsettiği, ‘Kürt siyaseti değişmeli yoksa bölünür’ minvalindeki görüşleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kürt siyasetinin tarihine baktığımda, Tan’ın Kürt sol siyasetine yönelik eleştirilerinin doğru olmadığı kanaatindeyim. 1960’lardan sonra Kuzey Kürdistan’da bir bütün olarak siyasetin önderliğini yöneten kadrolar sol-sosyalist düşünceden beslendiler. 60’lardan sonra feodal-köylü-yoksul Kürt kesimi içerisinde Mele Mustafa Barzani önderliğindeki KDP, Türkiye Kürtleri arasında pek destek bulamadı. Medrese kökenli bir kısım Kürt yurtsever melesini saymazsak, Türkiye’de de Kürt dindarlarının önemli bir bölümü ne yazık ki devletle hareket etti. Dindarların sesi nerdeyse 90’lara kadar yoktu. Buna rağmen BDP içerisinde, özellikle kitlesel demokratik bir BDP’ye kadar varan Kürtlük temelinde çok sayıda inançlı insan da siyaset yapmakta ve 1990'lardan sonra Kürt dindarların kendi kimlikleri üzerinden siyaset yapmaları da aynı zamanda Kürt hareketinin gelişmesini beraberinde getirmiştir.
Doğru olan nedir? Tan’ın Kürt siyasetini bu temelde eleştirmek yerine Kürt dindar siyasetini devletten tamamen koparacak, bağımsız bir şekilde örgütlenmesini sağlayacak siyasete önderlik etmesidir ya da o önderliği yapacak kesimlerle birlikte hareket etmesidir.
ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEMEK YETMEZ, ONLARIN BİZİ AFFETMESİ DE GEREK
- Kürt hareketinin özeleştiri yaptığı bir dönem de yaşıyoruz. Ermeni Soykırımı konusuna gelirsek, Kürtler soykırımla yüzleşmeye hazır mı sizce?
1915, Fehim Işık olarak benim nazarımda bir soykırımdır. Bu soykırımı yapan dönemin devletidir. Sonuçta Kürdistan’da, Ermenistan’ta yaşayan bir buçuk milyon insan yerinden yurdundan edilmiş, katledilmiş. Diyarbakır Salnameleri var, orada 1867’de yapılan sayımda Diyarbakır merkezinde Ermeni nüfüs oranı yüzde 42’dir. Bugün ise orada 8 Ermeni yaşıyor. Yalnızca 1915’te değil, cumhuriyet dönemi sonrasında da yok edilmiş bu insanlar. Benim çocukluğumda bile Diyarbakır’da yaşayan çok Ermeni vardı. Dolayısıyla, bunları gördüğümüzde o yaşanan adını soykırım olarak koymamız lazım.
Bu konuyla ilgili Kürt siyasetçilerin önemli bir bölümü soykırım tabirini çok rahat kullanıyorlar. Belki Kürt dindarları içinde rahatça hareket etmeyenler var, ama onlarda da imanlı olanlar bu konuya adını koyuyorlar. Kürtlerin kullanılması, bu katliamdaki rolüne gelirsek, ben Kürtlerin o dönemde devlete alet olduklarını, yaşlılarımızın bize anlattığı öykülerden biliyorum. Bu rolü oynadıktan sonra da çok ciddi bir mal varlığı edindiklerini biliyoruz. O güne kadar çulsuz çapulsuz olan birçok çete, yörenin en zenginleri durumuna gelmiş. Soykırımda yer alıp zenginleşen Kürtler sonrasında da devletle iş birliğini hiçbir zaman kesmemişlerdir. Böyle bir turnosol kağıdı da var.
Bizlerin Ermenilerden sadece özür dilemesi yetmez, onların bizi affetmesi de gerekiyor.
- Peki bazı Türk milliyetçisi tarihçilerin, artık bir soykırım yapıldığını kabul edip bu soykırımı Türklerin değil Kürtlerin yaptığını iddia etmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
O tarihçilerin tavrı sadece kendilerini sorumluluktan kurtaran ikiyüzlü, ahlaksızca bir tavırdır. Tarihi bugüne kadar nasıl çarpıtmışlarsa bundan sonra da çarpıtmalarının başka bir örneğidir. Doğru olan şudur: Dönemin idaresi, özellikle de İttihatçılar bilinçli bir katliam kararı almışlardır bunu da uygularlarken de Kürtlerin bir kısmından yararlanmışlardır. Ama esasen politik sorumluluk onlardadır. Ayrıca Kürtlerin alet olmasının temelinde sadece din yoktur, dünya malı da vardır.
Fehim Işık: Gazeteci-yazar. 1961 yılında Diyarbakır’da doğdu. Üniversiteyi bitirdikten sonra 1989 yılında gazeteciliğe başladı. Yazıları nedeniyle 1990 yılında tutuklandı ve yaklaşık 2 yıl cezaevinde kaldı. 1993 ile 1995 yılları arasında hakkında verilen tutuklanma kararı nedeniyle Irak Kürdistanı’na giderek gazeteciliğini orada sürdürdü. 1995 yılında Türkiye’ye dönerek İstanbul’a yerleşti. Türkçe ve Kürtçe yayınlanan gazetelerde, bazı Kürt kimlikli yayınevlerinde temsilcilik, editörlük, genel yayın yönetmenliği yaptı. Türkçe ve Kürtçe çeviri kitapları var. Tarih Vakfı tarafından yayınlanan 'Ortaöğretim Kürt Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı'nın yazarlarından biridir. Halen Evrensel gazetesinde köşe yazarlığı, Hayat TV'de ise 'Çandiyar' adı ile Kürtçe bir program yapıyor. (Özgün Çağlar – Foto: Berge Arabian)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.