TÜRK HÜKÜMETİ İÇİN KARAR ANI
Son iki yüzyılda sayısız isyana yol açmış Kürt ve Kürdistan sorununun çözümü için başlayan bir süreçte daha ciddi ve sorumlu davranmak gerekiyordu...
27 Ağustos 2013 Salı 10:08
1 Eylül’e sayılı günler kaldı. AKP hükümetinin çözüm sürecine ilişkin karar anı gelmiş bulunuyor. Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için hükümetin gerçek niyetini bütünüyle görecek, sorunların diyalog ve müzakere yolu ile çözülmesinden yana olup olmadığını test etmiş olacağız. Aynı zamanda 2012 yılının son aylarından itibaren İmralı’da KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan ile masaya oturan ve ortak bir ‘Mutabakat Belgesi’ oluşturan AKP hükümetinin ne kadar güvenilir bir muhatap olduğunu da göreceğiz.
Açık söylemek gerekirse, tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden barış sürecinin birinci aşamasında Kürdistan Özgürlük Hareketi tüm bileşenleriyle üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Hem ‘Mutabakat Belgesi’nin öngördüğü adımları kararlıca attı, hem de diyalog ve müzakere sürecinde sözünün ‘eri’ olduğunu ispatladı. Şimdi 1 Eylül itibariyle sıra Türk hükümetinde.
KCK ‘MUTABAKAT BELGESİNE’ UYUYOR
İmralı sürecinin başlamasının üzerinden neredeyse 10 ay geçti. Başlangıç günlerine dönmekte ve İmralı mutabakatında yer alan bazı tarihi noktaları hatırlatmakta yarar var. Çünkü, İmralı’da oluşturulan ‘Mutabakat Belgesi’ üç aşamalı bir yol haritasını öngörüyor. Ve tarafların atacakları karşılıklı adımları içeriyordu. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, en son tarihi KONGRA-GEL Genel Kurulu’nun kapanış konuşmasında “Mutabakat Belgesi’ne bağlıyız” dedi.
Bayık, bunu boşuna söylemedi. Çünkü ortada ağırlıklı olarak PKK’nin tek taraflı attığı adımlarla yürüyen bir süreç olsa dahi, her iki taraf arasında oluşmuş ve bağlayıcı özelliği olan bir ‘Mutabakat Belgesi’ var. Türk hükümetinin ve onun psikolojik savaş uzmanlarının bu belgenin varlığını ‘kabul’ etmemesi veya ‘ret’ etmesi gerçeği değiştirmiyor.
Öcalan Newroz öncesi Qandil ve Avrupa’ya gönderdiği mektupta sürecin başlaması için ‘tarafların ana ilkelerde anlaşması ve bunun mutabakata dönüşmesinin şart olduğunu’ belirtmişti. Ve mektuplarını bir nevi ‘Mutabakat Belgesi’nin özeti olarak adlandırmıştı. Mektupta barış ve çözüm sürecinin nasıl başlayacağını ve aşamalarını ifade ediyordu. Esas olarak da KCK, ‘ana ilkeler üzerinde görüş birliği sağlandığı ve mutabakat belgesine dönüştüğü’ için adımlar atmaya başladı. HPG alıkoyduğu Türk asker ve polislerini serbest bıraktı. Bugün artık çift taraflı hale gelen ateşkesi ilan etti.
Ve daha da önemlisi Erdoğan hükümetinin elini güçlendirmek için, aslında ikinci aşamanın ‘ev ödevi’ olan geri çekilmeyi birinci aşamaya aldı. 8 Mayıs’ta fiili olarak Kuzey Kürdistan’dan gerilla güçlerini çekmeye başladı. Bu geri çekilme halen devam ediyor.
ÇÖZÜM MÜ, PSİKOLOJİK SAVAŞ MI?
Ancak Türk hükümeti, 2013 yılının başından ve özellikle de Newroz’da Öcalan’ın tarihi açıklamasından sonra Kürt tarafının attığı adımlara karşılık, elle tutulur hiçbir adım atmadı. Barış ve çözüm sürecini kendisi açısından neredeyse bir ‘halkla ilişkiler’ çalışması olarak gördü. Doğrusu işin başında da hükümetin kendi medyası aracılığıyla yaratmak istediği imajın bir noktaya kadar ‘anlaşılır’ bir yanı vardı. Ancak bir yere kadar…
O ‘makul’ sınır çok aşıldı. Kürt tarafı hiçbir şey açıklamamışken Tük hükümeti kendi medyasına tek taraflı ‘bilgi’ servis etmeye başladı. Öcalan ile İmralı’da görüşen heyetin vardıkları sonuçların bazı bölümleri, hem de manipüle edilerek servis edildi. Bir anlamda medya eliyle psikolojik savaş yürütüldü. Görüşme ve müzakerelerde inisiyatifin Türk hükümetinde olduğu ve sürecin aslında PKK’nin silah bırakması ve tasfiyesiyle sonuçlanacağı imajı yaratıldı. Bunun için hayli ter döküldü.
Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin ve Kürt medyasının ‘süreç yara almasın’ diye sorumlu davranmasını fırsat bilen Türk tarafı ve medyası akla ziyan ve hayatta karşılığı olmayan teoriler üretmeye başladı. En rövanşta olanı ise ‘merdiven teorisiydi.’ Bugün bunların tozu dahi kalmadı. Başdanışmanın son günlerde sinirlerinin hayli gergin olması bundan olsa gerek.
Doğrudur. ‘İki kişinin bildiği bir şey artık sır değildir’ derler. Ama son iki yüzyılda sayısız isyana yol açmış Kürt ve Kürdistan sorununun çözümü için başlayan bir süreçte daha ciddi ve sorumlu davranmak gerekiyordu. Ama Türk medyası bunu yapmadı. Bugün net anlaşılıyor ki, hükümet- eğer şu birkaç gün ve hafta içinde bizi şaşırtmayacaksa-bu işe kalıcı barış ve çözüm için değil, başka nedenlerden ve zorunlu olarak ‘evet’ demiş.
Yoksa neden hükümet son 10 ayı büyük bir hoyratlıkla harcasın ki? Neden basit ve sıradan bahaneler üretiyor ki? Neden savaş durmuşken, silahlar susmuşken ve dahası PKK’nin silahlı güçleri sınır dışına çekilmeye başlamışken, sorunun çözümü için rahatlatıcı bazı adımları atmaktan imtina ediyor ki?
ÖCALAN’IN KOŞULLARI DEĞİŞMEDEN SÜREÇ İLERLEMEZ
Hükümet en az bu satırları yazan bir gazetecinin bildiğinden yüz kat daha fazla biliyor ki, ‘Mutabakat Belgesi’ne göre ateşkes olsa da, gerilla güçleri sınır dışına çekilmeye başlasa da, Öcalan’ın koşullarında ciddi değişiklikler olmadığı taktirde süreç ilerlemeyecek. Yani masanın diğer tarafında oturan ve Kürt tarafının baş müzakerecisi eşit hale gelmeden, dolayısıyla özgür hareket etme koşulları sağlanmadan süreç ilerlemeyecek.
Erdoğan hükümeti bu konuda ciddi bir zaaf içindedir. Hükümet barış ve çözüm sürecinin selameti için Öcalan’ın özgür hareket etme koşullarını sağlayacağına, psikolojik savaş yöntemlerine başvurarak zaman kazanmaya çalışmaktadır. Mesela başbakanın başdanışmanının medya aracılığıyla yaptığı budur. Başdanışman yüz kez çöken ‘Öcalan-Qandil çatışması teorisini’ canlandırmanın gayreti içindedir.
Halbuki süreç başladığı zaman Kürt tarafında hem Öcalan’ın özgür hareket etme koşullarının sağlanacağı, hem de hükümetin ‘Mutabakat Belgesi’ gereği özellikle de Haziran ayının başından itibaren ikinci aşamayı başlatarak gerekli adımları atacağı kanısı vardı. Daha doğrusu hükümetin verdiği söz buydu. Burada ciddi kırılmalar oldu. Hükümet sözünde durmadı.
HÜKÜMET BARIŞI ROJAVA’DA DİNAMİTLİYOR
Diğer önemli fay hattını ise Rojava Kürdistan’ı oluşturuyor. Çünkü Türk hükümetinin Rojava politikası sadece İmralı’da Öcalan ile Türk devlet heyeti arasında oluşturulan ‘Mutabakat Belgesi’ne ters düşmüyor, insani olmayan ve bir halkın soykırımına yol açıyor. Halbuki, ‘Mutabakat Belgesi’ne göre taraflar bu süreci aynı zamanda bütün bölgeyi etkileyecek yeni bir Türk-Kürt ilişkisini geliştirmek için başlatmışlardı.
Hatta yeni yapılacak anayasanın ucu açık olması isteniyor ve Türkiye’nin Kürdistan’ın diğer parçalarıyla ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini öngörüyordu. Ancak AKP hükümeti burada da barış sürecini kökünden dinamitleyen kirli oyunlara girdi. Buna devam ediyor.
ESKİMOLARA BUZ SATMA DÖNEMİ BİTTİ
Doğrusunu söylemek gerekirse süreç başladığı zaman dahi Kürt tarafında, muhataplarının samimiyeti ve çözüm iradesi konusunda kuşkuları vardı. Ancak o kuşkularını çözüme bir şans tanımak ve barışı sonsuz bu topraklarda sağlamak için pek fazla dışa vurmadı.
O kuşkuların başında Türk devletinin ve onun adına siyasi tasarruf hakkını kullanan AKP hükümetinin bir oyun içinde olma ihtimaliydi. Süreç başladığı zaman bilgisine başvurduğum her Kürt siyasi aktör ve temsilci şunu söylüyordu:
“İmralı’da oluşturulan ‘Mutabakat Belgesi’nin öngördüğü adımların atılması gecikir veya hükümet sudan bahaneler yaratarak zamana yaymaya kalkarsa bu iş yürümez. Tersine döner. Ve hükümeti vurur. Kaybeden Kürtler ve demokrasi güçleri değil. Hükümet olur.”
Ne yazık ki Kürt tarafının o gün kendine sakladığı barış ve çözüm sürecinin geleceği için kamuoyu ile çokta paylaşmadığı kuşkular bugün kendisini açığa vuruyor. Bu o kadar hissedilir bir hal aldı ki, KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı hükümete 1 Eylül öncesi ‘son uyarısını’ yaptı. Buna göre;
Bir: Kürt hareketi “tek taraflı olmayacak” bir çözüm niyeti ve projesini görmek istiyor. İki: AKP hükümeti hiçbir gerekçe üretmeden Kürt sorununun kalıcı çözümü için adım atmalıdır. Üç: Rojava halkına karşı yürüttüğü kendince ‘gizli’ ancak kamuoyu açısından çıplak gözle görülen savaşı sonlandırmalıdır. Dört: Kürt tarafı hükümetin oyalama politikasına izin vermeyecektir.
Artık Türk hükümeti için karar geldi ve kapıya dayandı. Bugüne kadar izlediği politikayla işleri yürüttü. Hatta bunu ustaca becerdi veya öyle sandı.
Ancak ‘Kutuplarda Eskimolara buz, Arabistan çöllerinde susuzluktan kavrulan kervanlara kum satma’ dönemi bitti, tükendi.
İşte o an; 1 Eylül gelip çattı. Erdoğan hükümeti ya 2012 yılının sonunda İmralı’da KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan ile oluşturduğu ‘Mutabakat Belgesi’ne tıpkı Kürt tarafı gibi sadık kalacak, onun gereğini yapacak, ya da baltayı kendi ayağına vuracak, barış ve çözüm sürecini akamete uğratacak.
Ve son söz yerine: Erdoğan ve başdanışmanlarının bilmesi gerekiyor ki; PKK tehdit etmiyor, ama blöf de yapmıyor.
Cahit Mervan - ANF
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.