TARIK ZİYA EKİNCİ: ‘ATATÜRK İLKE VE İNKILÂPLARI’ 21.YY'DA BİR ANAYASA KURALI OLAMAZ
Kürt aydını Tarık Ziya Ekinci, Barış konferansına bir mesaj gönderdi.
25 Mayıs 2013 Cumartesi 18:02
Demokrasi ve Barış Konferansı çağrıcıları arasında yer alan Kürt aydın ve siyasetçi Tarık Ziya Ekinci, rahatsızlığından dolayı konferansa katılamadı.
Sağlığı elvermediği için konferansa katılmadığını belirten Ekinci, konferansın barışa ve demokrasiye katkı sağlamasını diledi.
Tarık Ziya Ekinci'nin konferansa gönderdiği mesajın tam metni
Değerli konuklar, aziz dinleyenler,
Sağlığım elvermediği için konferansa katılamadım. Sizlere gönderdiğim bu yazılı mesajla hitap etmek zorunda kaldığım için üzgünüm. Beni mazur görmenizi diliyor hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. Konferansımızın başarılı olmasını toplumsal barışa ve demokrasiye katkı sağlamasını diliyorum.
Muhterem arkadaşlar,
Türkiye’nin en önemli sorunu demokratikleşme olduğu görüşünü benimle paylaşacağınıza inanıyorum. Tüm sorunlarımızın kaynağında demokrasi eksikliği vardır. Buna karşın siyasal hayatımıza yön veren partilerin hiçbiri demokrasiyi ilerletmek, toplum yaşamında egemen kılmak arzusunda değildir. Statükoyu korumaktan öteye bir çabaları yoktur. Sözel olarak demokrasiden yana görünmeleri yığınları yatıştırma ve oy alma amaçlı bir aldatmacadır. Hiçbiri var olan düzeni değiştirmekten, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne bağlı, çoğulcu çok kültürlü ve eşit haklı vatandaşlığa dayalı özgürlükçü bir demokrasiyi kurmaktan yana değildir.
Bugün için Türkiye’de demokrasinin tek itici gücü vardır: O da ‘Kürt sorunu” olarak adlandırılan Kürt halkının talepleri ve bu talepler için yürüttükleri mücadeledir. Kürtlerin taleplerini karşılama yolunda atılan her adım ayni zamanda demokrasi için atılmış bir adımdır. Bu nedenle demokrasi isteyen herkesin görevi, Kürtlerin eşit vatandaşlık taleplerine destek olmaktır. Ne var ki, yüz yıldan beri devletin öncülük ettiği statükocu güçlerin ideolojik ve politik saldırılarına maruz kalan halk yığınlarında ters bir bilinçlenme oluşmuş. Gerçek bir demokrasi ile temel insan hakları ve Kürt halkının talepleri arasındaki bağın algılanması zorlaşmıştır. Bu olumsuz şartlanmayı aşmanın yolu demokrasi talepleriyle Kürtlerin eşit haklı vatandaşlık taleplerinin bir ve bütün olduğunu bilinçle algılamak ve halk yığınlarını da bu yönde aydınlatmaktır. Konferansımızın temel görevi budur.
Demokrasi için öncelikli görevimiz demokratik hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir anayasa yapılmasına katkı sunmaktır. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar yapılan anayasaların tümü devleti temsil eden güçler tarafından topluma dayatılmış belgelerdir. Hiçbiri halkın iradesini yansıtmıyor. Bunların tümü vatandaşa karşı devleti koruyan ve onu kutsayan anayasalardır. Yeni bir anayasa hazırlama çalışmalarının yürütüldüğü bugünlerde düzen partileri yine devletçi bir anayasa için çaba göstermektedirler. Demokrasi güçlerinin bu pervasızlığa karşı uyanık davranmaları ve Türkiye’nin yeniden ırkçılık ve kutsal devlet tuzağına düşmesine fırsat vermemeleri en büyük temennimizdir.
Muhterem arkadaşlar,
Unutmamak gerekir ki yeni bir anayasa yapmanın anlamı, yürürlükte olanın temel felsefesini değiştirmektir. Diğer bir deyimle devleti koruyan 1982 tarihli darbe anayasası yerine vatandaşların hak ve menfaatlerini koruyan yeni bir anayasa yapmaktır. Yürürlükteki anayasanın temel felsefesi değiştirilmesi yasaklanan maddelerde yazılıdır. Geri kalan maddeler ise bunlarla uyumlu uygulama maddeleridir. Oysa Anayasa Komisyonu kurulurken CHP ve MHP yöneticileri peşin bir kararla anayasanın değiştirilemez maddelerini koruyacaklarını ve bunu partilerinin kırmızıçizgisi olarak ilan ettiler. Bunun anlamı, darbe anayasasını değiştirmekten vazgeçmektir. Seçim kampanyasında taahhüt edilen yeni bir anayasa yapma sözünden dönmektir. Çünkü Anayasanın temel felsefesini oluşturan maddelerin dışında kalanların değiştirilmesi yeni bir anayasa yapma anlamına gelmez. Nitekim 1982 anayasasının pek çok maddesi değiştirildiği halde değiştirilemez olanlarına dokunulmadığı için, bireysel hak ve özgürlüklerin kullanılması ve genişletilmesi mümkün olmamıştır. Anılan partiler bu davranışlarıyla yeni bir anayasa yapılmasına ambargo koymuşlardır.
Anayasanın değiştirilemez maddelerindeki kavramlar iki bölümdür. Bir bölümü biçimseldir. Örneğin, Türkiye devletinin bir Cumhuriyet olduğu, bayrağının nitelikleri, İstiklal Marşı, Başkentinin Ankara olduğu vb. hükümlerin değiştirilmesi hiç kimsenin aklından geçmez. Bunların değiştirileceği iddiaları statükoyu korumaya dönük aldatıcı spekülasyonlardır. Buna karşın, 2.maddenin özü ile 3.maddenin ilk fıkrasında yer alan hükümler anayasanın temel felsefesini oluşturdukları için üzerinde dikkatle durulması gereken hükümlerdir. Bunlar değişmedikçe yapılacak anayasanın yeni ve demokratik bir anayasa olması mümkün değildir.
Bu hükümlerin korunması yönünde kamuoyunu etkilemek amacıyla gerçekdışı yorumlar yapılıyor. Oysa Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yapılan uygulamalar bu maddelerin öngördüğü milliyetçilik kavramı ile devlet anlayışının çağdışı ve antidemokratik olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.
Bugünkü anayasanın 2. maddesinde milliyetçilik şöyle formüle edilmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti, (...), Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere (Atatürk İlke ve İnkılâpları kast ediliyor) dayanan, (...) bir hukuk devletidir.” Bu maddenin özünü oluşturan Atatürk milliyetçiliğinin açık ve net bir karşılığı yoktur; bunu herkes kendi meşrebine göre tanımlıyor. Atatürk’ün konjonktürel olarak yaptığı kimi açıklamalar da bu milliyetçiliği tanımlamak için referans gösterilemez. Atatürk Milliyetçiliğini belirleyen onun sağlığında uyguladığı ve ondan sonra da sürdürülen uygulamalarla halen ordu içi eğitimin özünü oluşturan ve darbeler dönemlerinde somutluk kazanan milliyetçi uygulamalardır.
Örneğin, 1925’te çıkarılıp yürürlüğe konulan ‘Şark Islahat Planı’ Atatürk milliyetçiliğinin somut bir belgesidir. Katı şekilde uygulanan ve on binlerce Kürt ailesini mağdur eden bu plan Kürtleri asimle etmek amacıyla başvurulan yığınsal bir sürgün belgesidir. Özetle, Kürtçenin yasaklanmasını ve Kürtlerin büyük nüfus içinde dağıtılarak Türkleştirilmesini öngören asimilasyoncu bir plandır.
Atatürk milliyetçiliğinin bir diğer göstergesi 1934 tarihli ‘Mecburi İskân Kanunudur’. Bu Kanunun 2. maddesi “anadili Türkçe olmayanların (Kürtlerin) Akdeniz, Ege ve Trakya bölgelerine yerleştirileceklerini” 13/3. maddesi de “Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve mahallelere küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskân edileceklerini” öngörüyor. Kanun, Şark Islahat Planı’na yasallık ve süreklilik kazandırmak amacıyla çıkarılmıştır. İdare amirlerinin ve jandarmanın keyfi raporlarına dayanılarak uygulanmış ve on binlerce Kürt ailesini mağdur etmiştir. Bu kanun ancak 1947’de çok partili dönemin ilk yıllarında DP muhalefetinin baskısıyla kaldırılmıştır.
Atatürk milliyetçiliğinin bir diğer sembol uygulaması Koçgiri’de, Şeyh Said ayaklanması sonrasında, Dersim tedip hareketinde ve Ağrı-Zilan’da yapılan yığınsal öldürmelerdir.
Atatürk’ün sağlığında ve onun buyruğu ile çıkarılıp uygulanan mezkûr belgeler ve yapılan yığınsal kırımlar Atatürk milliyetçiliğinin ırkçı ve asimilasyoncu niteliğinin somut kanıtlarıdır. Bugünkü evrensel ölçütlere göre, bir halkı topluca yer değiştirmeye zorlamanın ve dillerini yasaklamanın bir insanlık suçu olduğu göz önüne alındığında ‘Atatürk milliyetçiliğini’ bir anayasa kuralı olarak benimsemenin meşruluğu savunulamaz. Keza başlangıç bölümünde yer alan aynı nitelikteki ‘Atatürk İlke ve İnkılâpları’ da 21.yy dünyasında bir anayasa kuralı olamaz ve olmamalıdır.
27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri rejimlerinde de Atatürk milliyetçiliği esas alınarak ‘Şark Islahat Planı’ içerikli idari belgeler hazırlanmış ve kimi benzer uygulamalar yapılmıştır.
Anayasanın değiştirilmeyecek maddelerinden olan 3. maddesinin ilk fıkrası da şöyledir: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” Bu hükme göre devlet ülkenin ve milletin sahibidir. Onun çıkarları ülkenin, milletin ve bireylerin çıkarlarından üstündür. Anayasası’nın birçok maddesinde yer alan bu hüküm, devletin bir hizmet örgütü olduğunu yadsımakta, ona kutsallık ve üstünlük izafe etmektedir. Bu hükmün de antidemokratik ve faşizan bir hüküm olduğu açıktır. Öte yandan ‘milletin bölünmezliği’ ifadesi de iltibasa yol açan ve inkârcı bir öz taşıdığı için son derece sakıncalıdır. Örneğin, Türkiye’de Türklerden başka bir halkın yaşadığını ifade etmek ‘milletin bölünmez’ bütünlüğünü ihlal suçudur. Nitekim uygulamalar bu yönde olmuştur.
‘Devletin dili Türkçedir.’ hükmü de hem evrensel ölçütlere, hem de toplum gerçeklerine aykırı olduğu için antidemokratiktir. Toplumda başka dillerin konuşulmasına olanak tanımayan asimilasyoncu bir hükümdür. Anayasa Mahkemesi de değiştirilemeyecek maddeleri rejimin özünü oluşturan temel hükümler olarak benimsiyor. Bu nedenle, değişiklikleri esastan denetleme yetkisi olmadığı halde, değiştirilemeyecek maddelere aykırı gördüklerini esastan inceleyerek iptal etmeyi içtihat haline getirmiştir. Bu maddeler korunduğu takdirde 66. maddedeki vatandaşlık tanımının değiştirilmesi, Türkçe dışında anadil yasağının kaldırılması ya da özerk yerinden yönetim ilkesinin kabulü vb. yeni demokratik hükümler Anayasa Mahkemesince iptal edilebilir.
12 Haziran seçimlerine katılan ve ulusun tümünü temsil eden irili ufaklı siyasi partiler kampanya boyunca yeni bir anayasa yapmayı taahhüt etmişlerdir. Bu nedenle seçmenlerin yüzde 83.16’sının oy kullanarak seçtikleri bugünkü meclis ‘Kurucu Meclis’ yetkisine sahiptir ve yeni bir anayasa yapabilir. Ve yürürlükteki anayasanın değiştirilemez maddelerini de değiştirebilir. Buna karşın, anayasanın değiştirilemez maddelerini savunmada ısrarcı olmanın tek bir anlamı olabilir: O da toplumu aldatmak ve yeni bir anayasa yapmaktan imtina etmektir.
Sonuç olarak, CHP ve MHP yöneticilerinin, 1982 anayasasının değiştirilemez maddelerini korumayı ‘kırmızıçizgi’ ilan etmeleri yeni bir anayasa yapma sözünden vazgeçtikleri anlamına geldiği açıktır. Bu, Türkiye toplumuna yapılan büyük bir haksızlıktır. Çünkü demokratik bir anayasa yapmanın anlamı 1982 anayasasının temel felsefesini oluşturan değiştirilemez maddelerinden kurtulmaktır. Aksi halde, yapılacak anayasanın yeni ve demokratik olması beklentisi bir hayaldir.
Kutsallaştırılan kimi kavramların arkasına gizlenerek temel felsefesi muhafaza edilen darbe anayasasını yeni bir anayasa gibi sunmak isteyen zihniyete karşı uyanık olmak, devlet severlikten ve ırkçılıktan arınmış demokratik bir anayasa yapmak için mücadele etmek acil bir görevdir. Bu mücadelenin kazanılması barışın ve demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.
Sözlerime son verirken Konferansa başarılar diler saygılar sunarım.
Tarık Ziya Ekinci
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.