TARİHLE YÜZLEŞMEYİ 'ÖZÜR’DEN ÖTEYE GÖTÜRMEK
Yazar Berzan Boti, Süryanilerden el konularak aile mülküne geçen araziden kendisine düşen payın tapusunu Süryaniler adına Seyfo Vakfı’na resmi bir törenle devretti.
06 Mart 2010 Cumartesi 14:55
Yazar Berzan Boti, “Özür dilemek yetmez, daha fazlasını yapmak gerekir” diyerek, Süryanilerden el konularak aile mülküne geçen araziden kendisine düşen payın tapusunu Süryaniler adına Seyfo Vakfı’nın yöneticisi Sabri Atman’a, resmi bir törenle devretti. Bu devirle ilgili, merkezi Antep’te olan Haftalık Newroz gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Aziz Mahmut Ak, 25 Şubat tarihli sayıda yayımlanan bir röportaj yaptı. Gazetenin izniyle röportajı sitemizde de yayınlıyoruz.
Röportaj: Aziz Mahmut AK
Berzan Boti, uzunca bir süre Nasname sitesine yazdığı ve değerlendirmelerinden sosyalist ekseni hemen anlaşılan makaleleriyle konuşuldu. Ancak Boti, bu paylaşımcı ve özgürlükçü kimliğini yazılarına yansıtmakla kalmadı; Asur halkına ait, dedeleri tarafından 1915 soykırımı sırasında el konulan ve kendisine miras kalan köydeki toprakları, şahitlerin huzurunda yani kamuoyuna açık bir törenle eski sahiplerine iade etti. Her türlü hile ve zorbalıkla servet biriktirme ve mülkiyet edinme hırsının gözleri kör ettiği günümüzde bu erdemli davranış, ne yazık ki Kürdistan ve Türkiye medyasında hak ettiği ilgiyi bulamadı. Bunda ‘Kürtlerin zaten mağdur bir millet olduğu, dolayısıyla kimseye özür borcu bulunmadığı’ yönündeki klişe görüşlerden, yazarın yazdığı sitenin bazı özgünlüklerine kadar çok farklı gerekçeler rol oynasa da, davranışın örnek bir davranış olduğuna pek karşı çıkan da olmadı. İsmail Beşikçi, Cemil Gündoğan, Recep Maraşlı, Beyazıt Taş gibi bazı aydınlar ile Soykırım Karşıtları Derneği vb. kuruluşlar ise bu tavrı deyim yerindeyse ayakta alkışladılar.
İlkin, 27 Ocak 2007 tarihinde “Asur Soykırımı: Tarihle Yüzleşmek” başlıklı bir yazı yazdı Berzan Boti. Nasname sitesinde yayınlanan bu yazıda, Asur halkına yapılan zulmü anlattı. Yazı şu ifadelerle son buluyordu: “Asur halkına ait köyümüzde, 1915’te, kimisi zorla Müslümanlaştırıldı (torunları hala yaşıyor orada), geri kalanlar katledilerek topraklarına el konuldu. Dedelerimiz tarafından el konulan bu topraklardan kendi payıma düşeni gerçek sahiplerine iade etmek istiyorum. Maddi bir değeri olmasa da, sembolik olarak bunun anlamlı olacağını ve uluslararası hukuk çerçevesinde, Asur halkının haklı tezlerine katkı sağlayacağını düşünüyorum.”
Boti, bu isteğini ve tutumunu bir mektupla, 31 Ocak 2007’de İsveç’te düzenlenen “1915 Asur Soykırımı” konferansına iletti. 2007 sonlarında, Süryani Soykırım Araştırmalar Merkezi Seyfo Center’e yazdığı mektupta da, 1915 olaylarına ilişkin duygularını, düşüncelerini ifade etti, kendi tutumunu tekrarladı.
Seyfo Center’den Sabri Atman, 28 Aralık 2008’de bu mektuba cevaben yayınladığı bir yazıda, Boti’nin bu tavrını övdü; Türkiye’de aydınların Ermeni halkını esas alan “özür kampanyası”ndaki eksikliğe açık bir sitemle işaret etti: “… Türkiye’de ikamet etmekte olan Berzan Boti, Seyfo Center’e bir mektup yazarak, soykırımdan dolayı hem özür dilediğini hem de sahip olduğu araziyi ve evi eski sahiplerine devretmek istediğini, yazmıştı. Kendisiyle bir seneden beri haberleşiyoruz. 6 Ekim 2008 yılında, imzalanıp noterlikçe hazırlanan resmi işlemler ve belgeler elimize ulaştırıldı. 2009 yılının Nisan ayında İsveç Parlamentosu’nda Berzan Boti’nin de hazır olacağı bir basın toplantısıyla bunu uluslararası kamuoyuna duyurmayı planlıyoruz. Ne var ki Türkiye’de yürütülen imza kampanyası ve bunun etrafında sürdürülen tartışmaların aldığı boyut, bizlerin yapacağımız basın toplantısı öncesi bir ön açıklama yapmamızı gerektirdi. Şu bilinmelidir ki, 1915 soykırımında sadece Ermeniler değil, Süryaniler de yok edildi. Fakat bunlardan pek söz edilmez. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda soykırımdan geçirilen Romanlar gibi. Bunu anlamak mümkün değildir. Oysa Süryanilerin yarısından çoğu, ‘soğan soğandır ve soğan doğranmalıdır’ anlayışıyla Ermenilerle birlikte yok edildi. Başka bir deyişle Hıristiyanlar arasında pek fazla bir ayrım gözetilmedi…”
Berzan Boti, Türk aydınlarının Ermeni soykırımıyla ilgili olarak olayın adını koymadan özür dilemeye çalıştıkları bir zamanda, “özür dilemek yetmez, daha fazlasını yapmak gerekir” diyerek, aile arazisinden kendisine düşen payın tapusunu Süryaniler adına Seyfo Vakfı’nın yöneticisi Sabri Atman’a, İsveç Parlamentosu’nda 13.05.2009 tarihinde yapılan resmi bir törenle devretti.
Bundan böyle Newroz gazetesi yazarları arasına katılacak olan Berzan Boti’yle bu anlamlı tavrı ve davranışı üzerine bir söyleşi yaptık. Bu söyleşi bir yanıyla da Newroz gazetesi okurlarıyla ilk tanışma işlevi görecek.
- Sayın Boti, uzun tuttuğum tanıtım ve son tavrınızın özet hikayesi kısmında bir ölçüde anlatmaya çalıştım, ama bir de sizden dinlemek istiyorum. Neden böyle bir adım atma gereği duydunuz?
- Sıkça karşılaştığım bu soruya, ortam, zaman sınırı ve sorunun sorulma biçimine göre farklı farklı cevaplar verdim. Ancak bu cevapların hepsi de birbiriyle bağlantılı ve birbirini tamamlayan cevaplardır. Sıkça vurgu yapılan vicdan, pragmatik kaygılarla hareket eden insanlarda düşünce ile çatışma halindedir. Bu nedenle onların vicdana yükledikleri anlam, düşünceden arınmış, doğal ve insani olan iç sestir. Dünya görüşüm, insan anlayışım (sınıfsız, sömürüsüz ve her türlü otoriteden/kutsaldan arınmış bir dünya) vicdanım ile çelişmediği için, attığım adımın hem vicdani hem de düşüncelerimin gereği olduğunu söyledim bazı toplantılarda. Burada vicdan, bireysel anlamda ‘vicdani bir rahatlama’ olmayıp, genel bir doğruyu dışa vurma şeklindedir.
- Paranın, servet biriktirmenin, özel mülkiyet hırsının bu denli kanıksandığı vahşi kapitalizm koşullarında, üstelik yaşadığımız Müslüman toplumun gayrimüslimlerden elde edilmiş mülkü ‘helal’ sayıp kendini vicdanen de rahatlattığı ortamda, Asuri halkına bu mülkiyet iadesinin toplumsal anlayışta bir değişim başlatabileceğini mi düşündünüz?
- Paranın tüm insani değerleri tahrip etmeye başladığı ve ‘geçerli tek değer’ olma yolunda hızla ilerlediği bir dönemde insanlara bir mesaj vermek istedim. Bu mesajda, paranın esiri olmayabileceğimizi, insani değerlerimizi yeşertmenin, korumanın ve geliştirmenin olanaklı olduğunu göstermeye çalıştım.
- Bunun gibi örnek adımlarla, halklar arasında oluşmuş/oluşturulmuş tarihsel güven erozyonunun bir nebze de olsa durdurulabileceğine inanıyor musunuz? Bu davranışınızın Süryaniler üzerindeki etkilerine dair ilk izlenimleriniz ne oldu?
- Egemen anlayışın bilinçli çabalarıyla oluşan, halklar arasındaki güvensizlik, düşmanlık durumunun aşılarak, aynı kaderi ve sorunları paylaşmanın doğal sonucu olarak olması gereken dostluk, dayanışma ve birlikte hareket edebilmelerine katkı sunmak istedim. Asuri/Süryanilerin farklı kesimleriyle yapılan toplantılarda attığım bu basit adımın bile ne kadar olumlu bir etki yaptığını ve halklar arasında duygusal bir yakınlaşmaya neden olduğunu görme fırsatım oldu. Bu da, halklar arasında bir yakınlaşmayı sağlamanın çok da zor olmadığını göstermesi bakımından ilerisi için umut verdi.
- Attığınız bu adıma, dolaylı olarak ‘Ermeni ve diğer gayrimüslimlerin soykırımında Kürtlerin de katkısı olduğu’ anlamına geleceği kaygısıyla karşı çıkan Kürtler oldu. Bu konuda ne diyeceksiniz?
- Her halkın tarihinde olduğu gibi Kürdistan halkının da tarihinde artı ve eksiler vardır. Artılarımız kadar eksilerimizle de yüzleşmek zorundayız. Aksi bir tutumda, “kahramanlıkların, mertliğin ve olağanüstü kişiliklerin” ön planda olduğu hikâyeci bir tarih bilincinin yerleşmesine hizmet etmiş oluruz. Tıpkı sömürgeci devletlerin mitoslara dayanan tarihleri gibi…
Özgür, onurlu bir gelecek tarih ile dolaysız yüzleşmekten geçiyor. Özgürleşmek için bunca bedel ödemiş bir halkın ‘üstü örtülecek ve yüzleşmekten korkacak’ bir geçmişi olmamalıdır. İnancın (din) hareket ettirici bir rol oynadığı 1915 soykırımında bazı Kürt aşiretlerin de rol oynadığı bir gerçektir. Soykırımda rol oynayan bu aşiretleri harekete geçiren Kürtlük değildir.
Hamidiye Alayları’nın ilk hedefi Alevi Kürtler olmuşsa, Êzidi Kürtler de bu soykırımın mağdurları arasında yer almışsa ve Alevi Kürtler soykırım kurbanlarıyla dayanışma içine girip onlara yardım etmişse, soykırım ve Kürtlük arasında bir bağ kurmak olanaklı değildir. Bu gerçekliği dünya kamuoyuna anlatabilmemiz için, soykırımda rol oynayan kişileri/grupları ve zihniyeti mahkûm etmek ve olanları onaylamadığımızı göstermek zorundayız. Nasıl ki bugün köy korucularının Kürt halkına karşı devlet ile birlikte hareket etmesini ve katliamlarda rol oynamasını lanetliyorsak, soykırımda rol oynamış olan Hamidiye Alayları’nı ve benzeri işbirlikçi çeteleri de lanetlememiz gerekiyor.
Soykırım döneminde Kürtlerin ulusal kurumlardan mahrum olması da, soykırım ve Kürtlük arasında bir ilişki kurmanın yanlışlığını ortaya koyuyor. Bu nedenle, hiç tereddüt etmeden bu sorunla yüzleşmek, tarihsel olayları açıkça tartışmak ve failleri kimler olursa olsun insanlık suçlarını mahkûm etmek gerekiyor. Bu anlayış, hem doğru olandır hem de halkımızın özgürlük mücadelesine olumlu katkı yapacaktır. Doğruları hiçbir getiri-götürü hesabı yapmadan dillendirmek ahlaki bir sorumluluktur. Sadece doğruyu dillendirme kaygısıyla attığımız bir adım aynı zamanda yararlı da olabiliyor. Ben, atılan bu adımın da böyle ikili bir karaktere sahip olduğunu düşünüyorum.
- Yani soykırımda dini duyguların harekete geçirdiği bazı Kürt aşiretlerinin yaptığı katkının Kürt halkının geneline mal edilmemesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
- Soykırım tartışmalarında sıkça karşılaştığımız “Kürtlerin rolü”nün doğru algılanmasını sağlamak gerekiyor. Soykırımı kerhen kabul eden ve “halkların kardeşliği”ni soyut kavramlarla yüzeysel bir tarzda dillendiren Kemalist sol, hem Cumhuriyet öncesi soykırımcı kültürü hem de Cumhuriyet dönemindeki soykırım ve katliamlarda Kemalizm’i aklamak kaygısıyla hareket ederken tarihsel olayları çarpıtmaktadır. Bu bilinçli çarpıtmada en çok kullandıkları argüman, soykırımda Kürtlerin rolünü abartmaktır. Bu nedenle soykırımda olumsuz rol oynamış bazı aşiretlere vurgu yapmak yerine özellikle “Kürtler” genellemesini yapıyorlar. Bu konuda gerçekliğin doğru algılanmasını sağlayabilmemiz için inandırıcı olmamız gerekiyor. İnandırıcı olmamızın yolu da, tarihsel olayların üstünü örtmekten değil, onlarla yüzleşmekten ve olumsuzlukları dillendirerek mahkûm etmekten geçiyor.
- Bu örnek davranışınızın Kemalist kesimlerde yankı bulamamasını bir parça anlamak mümkün de, Kürt kurumları neden gerekli duyarlılığı göstermedi? Sizce bu kayıtsızlığın altında yatan nedenler nelerdir?
- Devletin ve Kemalist solun kayıtsız kaldığı bu adım, dünya kamuoyunda çok olumlu bir yankı yaptı. Kürt kurumları da çekingen/korkak davrandılar ne yazık ki. Olayı sahiplenen bazı devrimci arkadaşların tutumu da tamamıyla bireyseldi. Bu nedenle konunun sizler tarafından işlenmesi benim açımdan çok anlamlıdır. Bu tutumumun, sadece bireysel bir çıkış olarak görülmemesi, Kürdistan devrimci hareketinin bir anlayışı olarak dışa vurularak kalıcı bir tutuma dönüşmesi en büyük dileğimdir. Bu nedenle bu adımdaki rolümün ön plana çıkması ve bana özellikli bazı anlamlar yüklenmesi tam da egemenlerin istediği bir şeydir. Bunun yerine, bir anlayışın dışa vurulmasına vesile olduğumun vurgulanmasıyla yetinilmesi ve esas olan bu devrimci anlayışın bireylerden bağımsız olarak işlenip kalıcı bir tutuma dönüşmesi gerektiğine inanıyorum.
- Bize zaman ayırdığınız için teşekkürler.
- Bu duyarlılığınız için ben teşekkür ederim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.