22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

TANRIKULU: KÜRT SORUNU BİR VİCDAN MESELESİ

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun Radikal'de pazartesi yayınlanan 'Kürt sorunu bir vicdan meselesi' başlıklı yazısı...

Tanrıkulu: Kürt sorunu bir vicdan meselesi

15 Ağustos 2012 Çarşamba 11:21

Kürt meselesinde yeni bir dönemdeyiz. Şimdi, herkesin kendi vicdanıyla hesaplaşması gereken, çok kritik bir dönüm noktası: Ya daha büyük acılara gebeyiz ya da değişerek yepyeni bir başlangıç yapmanın eşiğinde.

“Köprüden önce son çıkış.” Türkiye ’de Kürt meselesinde çözüm fırsatlarını kaçırmakta olduğumuza dikkat çekmek için bu sözleri kullanmıştım. O köprüden geçtik, dünyada da köprünün altından çok sular aktı. Diğer bir deyişle, paradigma değişti.

Kürt sorunu bağlamında, toplumsal barışa gidilebilmesinin, haklar ve özgürlüklerin kapsamının genişletilmesi yoluyla, tüm Türkiye için yeni, “insanca yaşama” temel kavramına dayalı bir ortaklık zemini oluşturulmasının önündeki en önemli engel, silahlı çatışmanın sona erdirilmemesiydi. Avrupa’da, Afrika ’da, Latin Amerika ’da şiddet kullanan örgütlerin silahsızlandırılması süreçleri, Türkiye için, örnek teşkil edebilecek özellikler, çağrışımlar taşıyordu. Ne var ki, Türkiye , kendi iç dinamiklerine güvenerek, onlardan güç alarak, Kürt sorununu çözebilme imkânını giderek elinden kaçırıyor.

Üstelik de, Kürt meselesinin odak unsurları olarak PKK -şiddet-terör, birbirlerinden ayrılmaz biçimde anılmaya başlıyor. Bu da, başlı başına büyük bir tehlike: Neredeyse her Kürdün ‘terörist’ ve ‘düşman’ olarak görüldüğü bir ortam oluşuyor.

Çocuklar kapı sesinde irkiliyor

50 bini aşkın kişinin ölümü söz konusuyken, son 30 yılda bir türlü sonlandırılamayan çatışma-şiddet halinin travması, yaşanan kayıpların yası toplumca tutulmamış, yakın tarihle yüzleşilmemişken, sürekli acılara acı ekliyoruz. Şemdinli’de, Goman dağı çevresinde, 23 Temmuz’dan beri çatışmalar sürüyor. Mazlum-Der’in Hakkari Şubesi’nin çatışma bölgesini ziyaret ederek izlenimleri ve tanıklıkları aktardığı raporda, çatışmalar nedeniyle yerinden olanlardan Halit Kaplan, “Ekinlerimiz harap olmuştur. Hayvanlarımızdan umudu kestik. Bombalar öldürmese bile açlık ve susuzluktan ölecekler. Çünkü çoğunun bağını açmaya, ahırdan çıkarmaya fırsatımız bile olmadı. Çocuklarımızın psikolojisi bozuldu. Kapı sesinde bile irkiliyorlar” diyor.

Mazlum-Der raporunda, Cumhuriyet Savcısı Oktay Akkaya şöyle diyor Şemdinli’de yersiz yurtsuz, aç bilaç, malsız mülksüz kalan vatandaşlarımızla ilgili: “Bize olayla ilgili herhangi bir vaka bildirilmedi. Operasyonlar devam ettiği için bizim bölgede gerekli araştırmaları yapma imkanımız yok. Ancak operasyonlar bittikten sonra biz bölgede gerekli incelemeleri yapabileceğiz.” İş işten geçtikten sonra yani; her zamanki gibi.

Koşullar müsaitti

Bir gün, bu zamanlardaki Türkiye ’nin tarihi yazıldığında, “Bu noktaya gelinmemesi mümkün değildi” denmeyecek, “ Türkiye , önündeki tüm fırsatları, bilinçsizce harcadı” yorumu yapılacak. Son 10 yılda, Türkiye ’nin temel insan hakları problemlerinin sorun olmaktan çıkması ve Kürt meselesinin çözümü yolunda çok elverişli koşullar vardı. 1999’dan bu yana, iktidarlar değişti, Türkiye bir darbeler ülkesi olmak gerçeğinden, tabandan gelen bir tepki ve sivilleşme isteğiyle uzaklaştı, Avrupa Birliği ’nin bir parçası olma yolunda ağır aksak adımlar atıldı.

1999’da Abdullah Öcalan yakalandığında PKK , Türkiye sınırları dışına çıkmış, örgütün silahsızlanması yolunda adım atılması için koşullar oluşmuş durumdaydı. AKP , iktidara geldikten sonra da, 2002 ve 2004 arası, PKK ’yı anayasal ve yasal tedbirler ile silahsızlandırıp ne mücadele verilecekse, siyaset alanında yapılması imkânı varken, Türkiye bunu da elinden kaçırdı.

AKP ’nin argümanını kabul edip 2007’ye kadar Türkiye ’nin darbe tehdidi altında olduğunu varsaysak bile, henüz birkaç yıl öncesine değin, PKK ’nın silahsızlandırılması sağlanabilirdi.

Şimdi ise, başka bir gerçekliğin dünyasındayız. Bu gerçeklik dünyası, Türkiye için, siyaseten ve toplumsal olarak sindirilmesi ve yüzleşilmesi çok kolay olmayan boyutlarda. Artık PKK ’nın silahsız hale getirilmesi, örgütsel varlığının dönüşerek ortadan kalkması bundan önceki dönemlere göre çok daha zor. Bugün, önümüzdeki dönemde silahlı çatışmaları ve şiddeti siyasal ve toplumsal yaşamımızın belirleyicisi olma konumundan çıkarmanın mümkün olup olmadığını tartışabiliriz ancak.

Suriye, Irak ve İran ’daki gelişmelere bakılırsa, PKK ’nın çok daha uzun bir süre Ortadoğu denklemi içinde şiddet yöntemlerine başvurabilecek silahlı bir örgüt olarak varlığını sürdüreceği gerçeği karşısında nelerin yapılmasının olanaklı olduğunu düşünmemiz gerekiyor.

Eğer, son birkaç yılda, zaten müthiş boyutta kötüleşen insan hakları sicilinden, baskı ve devlet şiddeti yoluyla daha da ödün verilirse Türkiye , Arap Baharı ve küresel ekonomik krizle birlikte tüm dünyadan yükselen “halk sesi”ni kendi içinde bastıran, tarihin akışına ters yönde kürek çeken, ceberut bir devletin ülkesi olarak tarihe geçecek.

90’lardan bugüne

Diğer seçenekse, tabuların yıkılması, cesaret ve kararlılıkla hareket etmek, iyiliğin iyiliği çekeceği prensibiyle, özgürlükçü, demokratik bir düzen konusunda kararlı, tek pusulası vicdan olan bir arayışa girişmek.

Kürt sorunu, artık uzun bir zamandan beri her şeyden önce, bir vicdan meselesi. 1990’larda, devletin gladyo tipi örgütlenmelerle en ağır insan hakları ihlallerine başvurmaktan çekinmediği ve halen aydınlatılmayan bir Türkiye gerçekliği vardı. 1990’larda olanları tüm Türkiye , çıplak gerçekliğiyle öğrendi ve öğrenmeye devam ediyor. 1990’larda, şiddet ortamında doğanların, yüksek gerilim hattında geçen yaşamlarında, nasıl bir duygusal kopuş içinde olduklarını dile getirmeye çalıştık; buna tanıklık edenler olarak. Şimdi, daha 16-17 yaşında veya daha 20’lerinde, 90’ların başında ve sonunda doğanların, ölümüne bir savaşa girdiği bir gözü karalık içindeyiz. Bunu yapmayalım. Bu noktadan ötesi, sadece onulmayacak bir nefret.

“Göz göze”yi bıraktık, bir gün artık, “yüzyüze bakamayacak” noktaya geliyoruz.

Yapılması gereken, bu noktadan itibaren, PKK nasıl Türkiye ’nin kara sınırları dışına çıkarılır ve silahlı tehdit aracı olmaması sağlanır diye sorgulamaktır. Türkiye bakımından gene de tek çözüm yolu, kendi yurttaşları ile barış içinde bir çözüm süreci nasıl gerçekleştirilebilir düşüncesine yoğunlaşmaktır.

AKP , İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ’in temsil ettiği şoven, mütecaviz savruluşun tutsağı olmaktan kendisini artık kurtarmak zorunda.

Dahası, tek siyasi üretimi, milliyetçiliği kışkırtmak olan MHP , AKP ’ye destek veriyor, AKP de kendinden bekleneni yaparak gittikçe “ MHP ’leşiyor”. Yıllardır siyasete yaptığı tek katkı, zaten demokratik bir ülkede mevzubahis olmayacak biçimde, “Ülkücüleri sokaktan uzak tutmak olan” MHP lideri Devlet Bahçeli , politik koalisyon ortaklığı, aynı dalga boyuna ayarlı aşırı milliyetçi tutumları nedeniyle, siyasi ortamı gererek MHP ’nin profilini yükselten Başbakan Erdoğan ’a teşekkür etmeli ve onu baştacı yapmalı.

CHP ’nin TBMM ’nin ivedilikle toplanması teklifi, sadece Ortadoğu ’da Türkiye ’nin sınırına dayanan yakıcı insani felaketin tutuşturmaya başladığı iç ve dış dengeleri tartışmak için değildi. Aynı zamanda, AKP ’nin uygulamakta olduğu siyasi şiddetle boğulan, can çekişen meşru ve TBMM bünyesi içerisinde siyasi müzakere kültürünün diriltilebilmesi için samimi bir çabaydı.

Ancak, AKP ’nin içinde yaşamakta olduğu saltanat halinde, hayatta hiçbir şansa sahip olmadan yaşama veda eden, hukuken henüz çocuk yaşta veya çocukluktan yeni çıkmış insanların demek ki hiçbir önemi yokmuş.

Vicdanı olan gelir

Türkiye ’nin sadece çatışma bölgesinde değil cayır cayır harlanan cehennem ateşi. Hepimiz yıpranıyoruz. Daha geçen günlerde Muğla-Dalyan’da, İstanbul Ayazağa’da Kürt işçilere veya işletmecilere yönelik saldırılar, Suriye’nin mezhep çatışmasına sürüklenirken bizzat Başbakan’ın Alevilere yönelik müthiş bir ayrımcı söylem yöneltmesi, hepimizi etkileyecek nefret ve şiddet dolu bir ortam yaratıyor.

TBMM ’nin acilen toplanması, Başbakan’ın polemik yaratıp siyaseti felç ederek kısa vadeli siyasi kazanç elde etmek için söylediği gibi “taviz vermek” değil. Politikanın içinde yer alanlar olarak, görevimizi yerine getirmek, boynumuzun borcu. TBMM ’nin her gün can kaybının yaşandığı bu zamanlarda, çözüm için çalışması, çözümün meşru adresi olduğunun ortaya konması açısından da şart.

Eğer Meclis, acil toplanmazsa, her yitirilen canın vebali, iktidarın sahiplerinin üzerindedir. Vicdanı olan, bu meseleyi ortada, sahipsiz bırakmaz. Meclis’e gelir, gece gündüz çözüm için canla başla uğraşır. Artık, kaybedecek bir anımız bile yok.

Sezgin Tanrıkulu
CHP Genel Başkan Yardımcısı

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.