22 Kasım 2024
  • İstanbul15°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara13°C
  • İzmir20°C
  • Berlin3°C

SOSYALİSTLER 'ÇÖZÜM SÜRECİ'NE NASIL BAKIYOR?

Rusya'nın Sesi Radyosu "Türkiyeli sosyalistler PKK’nin çekilmesine nasıl bakıyor?" sorusunun cevabını bulmaya çalıştı.

Sosyalistler 'çözüm süreci'ne nasıl bakıyor?

03 Mayıs 2013 Cuma 10:56

Rusya'nın Sesi Radyosu "1 Mayıs öncesi Türkiyeli sosyalistler PKK’nin çekilmesine nasıl bakıyor?" başlığı ile yayımladığı haberde, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) Genel Başkanı Doğan Tarkan, Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Eş Genel Başkanı Alper Taş, ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) Merkez Komite Üyesi Kemal Okuyan’ın sürece nasıl baktıklarına dair görüşlerine yer verdi. 

DSİP: ÇÖZÜME KOŞULSUZ EVET!

Çözüm sürecini olumlu değerlendiren DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan’un yorumu şöyle: 

Biz ‘Çözüme Evet Koalisyonu’ kurduk. Kürtlerin kimliğinin tanındığı bir anayasa için mücadele edeceğiz. Bu sağlandığında, kalıcı barış da sağlanmış olacak. 

İki halk birlikte yaşayabilir. Kürtler, ayrılmayı da tercih edebilirlerdi ama Kürt Siyasi Hareketi birlikte yaşamayı tercih ediyor. Bir geçmiş, bir tarih var. Bundan sonra da birlikte yaşanabilir. Bunun için gerekli olan Kürt kimliğinin tanınmasıdır. Sadece Kürtlerin de değil, tüm kimliklerin tanınması gerekiyor. Bizim anayasamız sadece Türk kimliğini tanıyor. Bunun değişmesi gerekiyor. 

‘Sosyalistler atıl kalıyor’

Sosyalistler, çok atıl kalıyor. Çünkü barışın AKP ile yapılmasını sindiremiyor pek çok sosyalist. Fakat bu garip bir tutum. Sonuçta, bu ülkeyi yöneten hükümet AKP’dir. Neticede AKP’nin de kimi tutumları bu sürece gelmemize yardımcı olmuştur. Sosyalistler çok aktif bir tutum izlemeli barış için; yoksa yeniden savaşa dönülür. Hiçbir sosyalist, hiçbir aklı başında insan, savaşa dönülmesini istemez. Herşeyin merkezine AKP’nin konulması, sosyalistlerin hareketsiz kalmasının nedenidir. Biz de elbette sosyalist olarak AKP’ye karşıyız; pek çok politikalarını desteklemiyoruz ama barış ve çözüm sürecini destekliyoruz. 

‘Tek başına Başkanlık itiraz nedenimiz olamaz’

Sosyalistler şunu anlamıyor: bu kadar önemli bir sorun çözülürken, bu ülkede otoriterlik artmaz, tam tersine demokrasi ve özgürlükler artacak. Tersi olamaz! Bir taraftan otoriterleşirken bir taraftan da Kürt kimliği tanınamaz. AKP’nin anayasa taslağı bir tartışma konusudur. Henüz önümüze oylanmak üzere gelen bir taslak yok. Tek başına başkanlık itiraz nedenimiz olamaz. Dünyanın bir çok ülkesinde başkanlık var ve bunlarda illa ki otoriter bir rejim var diyemeyiz. Anayasada karşı çıkacağımız maddeler olacaktır tabi ki. Fakat, hazırlanan anayasa, Kürtlerin talebini karşılayacaksa, ben buna evet derim. 29 kez ayaklanan Kürtlerin yeniden savaşa döndüğünü görürüz aksi durumda. Bunu kabul edemem ben.

‘Kürt hareketi 3 önemli adım attı; sıra devlette’

‘Kürt özgürlük hareketi’ arka arkaya üç önemli adım attı: Birincisi, Paris’te öldürülen, 3 PKK’lının cenazesinde, Kürtler barış dedi. İkinci olarak, Diyarbakır’daki Newroz kutlamasında Öcalan’ın mesajı okundu ve milyonlarca insan yine barışı haykırdı. Ve son olarak, Kandil’den çekilme açıklaması geldi. Şimdi sıra devlette. Silahsız çekilme olacağını ben zaten düşünmüyordum. Silahlarını verebilecekleri bir uluslararası kuruluş yok. Geldikleri yollardan geri dönecekleri açıklandı. Hükümet silahsız çekilme için bir yasal zemin oluştursaydı, belki başka türlü bir çekilme söz konusu da olabilirdi. Ama böyle olmadı. Kürt hareketi hükümetin verdiği söze güvenerek geri çekildi. Bu savaşın bitmesi değil belki ama durmasıdır. Bu çok önemlidir. AKP hükümeti başka adımlar atarsa, sürecin çok daha hızlanacağını göreceğiz. 

‘Hükümete güvenmek gerekir’

Pazara açık bir ekonomidir Kürt ekonomisi; hükümet yatırımla ilgili vaatlerde bulunurken, şirin gözükmeye çalışıyor. Fakat aynı hükümet –Anayasa taslağına da bakıldığında- Kürtlerin taleplerine en yakın taleplerini öne sürüyor. Ne CHP ne de MHP, Kürtlerin taleplerini karşılayacak öneriler sunmadı. AKP en yakın partidir, en iyi partidir demiyorum. Dolayısıyla bu yakınlığa güvenmek gerekir. Bu hükümet, benim talep ettiğim türde bir demokrasi getirmeyecek. Herşeyi hükümetten beklememek gerekiyor, biz sosyalistler olarak mücadele ederek kazanacağız pek çok şeyi. Daima daha fazlasını isteyeceğiz. 

‘Çözüme Evet Koalisyonu, İstanbul’dan Diyarbakır’a barış eli uzatacak’

İstanbul hariç, Türkiye’nin pek çok yerinde 1 Mayıs’a ‘Çözüme Evet Koalisyonu’ olarak katılacağız. İstanbul’da sendikalar ve valilik arasında yaşanan Taksim belirsizliği nedeniyle, koalisyon olarak değil DSİP olarak katılacağız. Sendikalar işi bir meydan sorununa indirgedi. Oysa içerik daha önemli. Barış ve çözüm için milyonları sokağa çıkarmak önemliydi. Valilik de yine bir çatışma ortamına sürüklüyor 1 Mayıs’ı. Barışın sesinin yüksek çıktığı bir gün, hükümetin de işine gelirdi aslında. Biz DSİP olarak yine de sendikaların çağrısına uyarak Taksim’e gitmeye çalışacağız. ‘Çözüme Evet Koalisyonu’ tüm Türkiye’de büyüyor. 1 Mayıs’ın ardından yeni bir durum değerlendirmesi yapacağız. 26 Mayıs’ta İstanbul’da çok kitlesel bir gösteri düzenleyeceğiz. Bu gösterinin anlamı Diyarbakır’da Nevruz’da uzanan barış eline bir karşılık vermektir. Diyarbakır’daki ne kadar büyük ve etkili olmuşsa biz de aynısını burada gerçekleştirmek istiyoruz. 

HALKEVLERİ: SÜREÇ İLERİCİ TOPLUM KESİMLERİNE AÇIK YÜRÜTÜLMELİ

Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy ise, sürecin kapalı kapılar ardında yürütülmesine karşı çıktıklarını belirterek, tüm ilerici kesimlerin, barıştan yana sesini yükseltmeleri için çalışacaklarını söyledi:

Kürt halkının demokratik taleplerinin yanında AKP’nin karşısındayız. Kritik bir dönemden geçiyoruz. İktidarın emekçilere verebilecek bir şeyi kalmadı. Ortadoğu politikası hüsrana uğradı. Suriye’nin işgali için bir üs vazifesi görme planı, emperyalizmin taşeronluğu politikası hüsranla sonuçlandı. Türkiye’nin çevresinde tüm halklar düşman haline geldi. Ekonomide de köşeye sıkıştılar. Bu nedenle ‘çözüm iddialı bir süreç’ başlattılar. Sadece PKK’nın silahlandırılmasına indirgenen ve kapalı kapılar ardında yürütülen bir sürecin ‘barış süreci’ olarak tanımlanması mümkün değildir. Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur ve ancak halkın tamamının demokratik katılımı sağlanırsa çözülür. Emekçilerin kardeşliği üzerinden bir çözümün dillendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

‘Müzakere yetmez…”

Kürt halkının kültürel, siyasal ve demokratik taleplerinin karşılanması için sadece Kürt siyasi hareketiyle devlet arasında müzakere yapılması yeterli değildir. Savaş, toplumun bütün kesimlerini etkilemektedir, dolayısıyla sürece tüm toplumsal kesimlerin dahil olması gerekir.

AKP’nin kapalı kapılar ardındaki, bir takım siyasal hesaplarıyla, süreç pazarlık konusu edilemez. Sürecin yürütülme biçimine karşıyız. Biz bu süreçte tarafız, bu savaşın bütün yükünü çeken bütün olarak halktır, emekçilerdir. Sürece ilerici toplumsal kesimler katılmalıdır. Demokratik çözümün tek güvencesi, yıllardır barış isteyen emekçiler ve demokratlardır. 

Alevi, Sünni, Türk, Kürt, Arap… bütün halkların yeniden kardeşleşmesi için, sürecin açık bir şekilde yürütülmesi elzemdir. Tabi ki burada sosyalistlere de çok önemli görevler düşüyor.

‘Barış, askeri çatışmasızlığa indirgenemez’

Çekilmeye dair söyleyecek bir şeyimiz yok. Fakat süreç sadece askeri çatışmasızlığa indirgenemez, Roboski’nin acısı hala taze… Topraklarımızda yaşanan savaşın tüm ırkçı ve gerici sonuçları ortada. Dünyadaki deneyimler de bize gösteriyor ki: şovenizmin en çok yükseldiği dönem savaşın sürdüğü dönemler değil, barış süreçleridir. Dolayısıyla, solcuyum diyen herkes duyarlılıkla davranmalı ver gericiliğin karşısında durmalıdır.

AKP, çözüm süreci adı altında, kendisi dışındaki tüm kesimleri, sessiz seyirciler konumuna itmeye ve susturmaya çalışıyor.

Kürt siyasi hareketinin yürüttüğü müzakereler başka bir konudur. Ancak biz sol olarak, bu sürecin nasıl örgütleneceği konusunda inisiyatif almak zorundayız. Emek örgütlerinde, mahallelerde, kendi bastığımız zeminde bu süreci barışçı bir yöne götürmek için hareket etmeliyiz. Kürt sorunu bir Türkiye ve Ortadoğu sorunudur. Kürt sorununun çözümü Ortadoğu’daki diğer halkların kaderiyle karşı karşıya getirilemez, mezhepçi, ırkçı ve bölgesel güç olma hevesleri için pazarlık unsuru haline getirilemez.

‘Halktan gizli anayasa yapılması mümkün değil’

Türkiye’de sivil demokratik bir anayasa yapılması süreci de halktan gizli ve demokratik olmayan yöntemlerle yürütülmeye çalışılıyor. AKP ve BDP ortak anayasa yapacak şeklindeki teze katılmıyoruz. Bu tez hem ulusalcı hem liberal çizgiler tarafından savunuluyor. Bu yaklaşım, çözümün demokratik bir eksende sağlanmasına yönelik desteğin büyümesini engellerken, Kürt düşmanlığını körükleyen ve halkları sosyal şovenizme iten bir yaklaşım. Solcuların, burada şovenizme karşı ortak bir mücadele örmesi gerektiğine inanıyoruz. Sonuç olarak meclisteki 2 ya da 4 partinin anlaşarak, anayasa yapması ihtimali ortadan kalkmıştır. Biz bu şekilde anayasa yapılacağına inanmıyoruz.

“1 Mayıs’ta halkın mücadelesini yükselteceğiz’

Emekçilerin ortak sözünün en güçlü bir şekilde söylendiği gün olacak 2013 1 Mayıs’ı. AKP bunu gördüğü için Taksim’i yasaklamaya çalışıyor. Doğasına suyuna sahip çıkan herkes, barınma hakkına sahip çıkan insanlar, güvencesizleştirmeye karşı sokağa dökülen işçiler, gerici, piyasacı eğitim sistemine karşı alana gelen eğitim emekçilerinin, ortak taleplerinin seslendirildiği bir güne hazırlanıyoruz. Süreç bağlamında da Halkevleri olarak, halkın haklı mücadelesini yükselteceğimiz bir gün olarak 1 Mayıs’ı örgütlüyoruz. 

ÖDP: BARIŞ, AKP’NİN LÜTFU DEĞİL!

ÖDP Genel Başkanı Alper Taş da, barışın bir lütuf olarak görülemeyeceğini ve bir mücadele süreci olarak tanımlanması gerektiği görüşünü savundu:

Kürt halkının demokratik taleplerinin her zaman yanında olduk. Barışın ağıza alınmadığı yıllarda; 1996’da barış için 1 milyon imza topladık. Kürtlerin eşit yurttaş olmasının Türkiye’yi bölmek yerine daha da güçlendireceğini ve zenginleştireceğini söyledik. Ama Kürt siyasi hareketi ulus ve kimlik temelli hareket ettiği; biz de sosyalist gelenekten geldiğimiz için doğal olarak aramızda ‘eleştirel dayanışma’ ilişkisi vardır. 

Çekilme meselesi ilk değil. 1999 yılında da bir çekilme gerçekleşmişti. Ama o zaman Öcalan’ın yakalanması nedeniyle daha farklı bir ortam söz konusuydu. Türkiye, Kürt siyasi hareketini yendiği algısıyla hareket ediyordu. O zaman PKK’nın çekilmesi değerlendirilmedi. Devlet sorunu unuttu ve uyuttu. 2004’de, yeniden silahların ateşlenmesiyle ‘Kürt Sorunu’ konuşulur hale geldi. Bu kez süreç daha farklı artık, silahlı çözüm olanaksız. Silahta ısrar, Kürt ve Türk halklarını iç savaş sürecini besler. 

‘Seyirci olmayacağız, aktif tutum alacağız’ 

Gelinen aşamada PKK’nın istediği ‘demokratik özerklik’ gibi konular da silahlı mücadelenin artık bir gereklilik olmadığını gösteriyordu, devletin de ezeceğiz - bitireceğiz yaklaşımının geçersizliği ortaya çıktı. AKP hükümetinin TSK’ya yaptığı son operasyonlar ve Kürt siyasi hareketiyle yapılan savaşın sivil otoriteye devredilmesi ve Kürt siyasi hareketinin tasfiye edilme hedefinin başarısızlığa uğraması, silahın artık bir yol olmadığını her iki taraf için görünür kıldı.

Böyle bir sürecin oluşmasını olumlu buluyoruz. Ancak esas iş bundan sonra başlıyor; dananın kuyruğu şimdi kopacak. AKP hükümeti 1999’da olduğu gibi süreci uyutacak mı yoksa demokratik reformların önünü mü açacak? Önemli olan bu. Biz burada seyirci konumda olmayacağız, sosyalistler olarak aktif pozisyon alacağız. Barışın yanında olacağız, barışa soldan müdahalenin olanaklarını bulmaya çalışacağız. 

‘İktidarda MHP de olsaydı…’

Barış herşeyin çözümü anlamına gelmiyor. Burada devlet aklı söz konusudur. AKP yerine bir başka parti; örneğin iktidarda MHP de olsaydı böyle bir adım atmak zorunda kalacaktı. Çünkü gidişhat burayı gösteriyordu. Bundan ötesi mümkün değil artık. 1938’deki Dersim olayları gibi kanla revanla çözüm getiremezler. Barış, AKP’nin bir lütfu değil; tüm demokrasi güçlerinin ortak kazanımı olacaktır.

Barış, gerici bir sonuca da evriltilebilir, devrimci bir sonuca da… Barış, bölgesel güç olma hevesiyle, İran’la bir savaşa dönüşmemeli. Başkanlık sisteminin önünü açmamalı. Giderek muhafazakarlaşan, ılımlı islam coğrafyasına gelen bu coğrafyanın daha da gericileşmesine hizmet etmemeli. Barışı tabi ki isteyeceğiz. Ama barışın bölgedeki diğer halklar için yaratacağı negatif sonuçlara karşı da mücadele edeceğiz. 

‘Gerçek barış için emperyalizmin kovulması ve sermaye egemenliğinin ortadan kalkması…’

Sürece tek boyutuyla bakmıyoruz. Türkiye solunda sürece dair iki bakıl açısı var. Bunlardan biri “bu bir emperyalizm projesidir” diyerek sürece karşı çıkanlar, bir diğeri de hiç sorgulamadan bu sürece destek verenler… Bu iki tutum da doğru değil. Bu bir mücadele süreci. Biz bu sürecin daha pozitif bir yere sıçramasından yanayız.

Mayıs’ta ‘Eşitlik ve Özgürlük Temelinde Türkiye’yi Yeniden Kuralım’ başlığıyla başlattığımız siyasi faaliyet ekseninde alana çıkacağız. Emperyalizmin egemenliğine son verme, emek eksenli kamucu bir ekonomi, gerçek bir laiklik, doğanın talanına son verme ve barış içinde yaşadığımız bir ülke isteğini dile getireceğiz. Barışın süreç olarak gelişmesinin altını çizeceğiz. Bizim için gerçek bir barış, 1 Mayıs’ın kendisini tanımladığı o tarihsel çizginin içindedir; emperyalizmin bölgeden kovulması ve sermaye egemenliğinin ortadan kalkması! Gerçek bir barış ancak bu iki olgunun gerçekleşmesiyle olacaktır. 

TKP: BARIŞA DEĞİL, SÜRECİN SİYASİ DOĞRULTUSUNA KARŞIYIZ

Sürece karşı net bir şekilde karşı olduklarını belirten TKP MK Üyesi Kemal Okuyan ise, ‘Kürt sorunun çözülmesi için Türkiye’deki başka sorunların kangrenleşmesini kabul etmeyiz’ dedi:

Sürece karşı olmak, barışa karşı olmak gibi algılanıyor. Partimizin, silahların susmasına, barışa itiraz etmesi mümkün değil. Bizim karşı çıktığımız şey, bu sürecin siyasi doğrultusu. Bu savaşı başlatan bir siyasi irade var; durup dururken başlamadı. Eşitlik ve özgürlük talebi olan bir örgüt başladı bu mücadeleye. Devlet bu savaşı tırmandırma konusunda bir irade gösterdi. Düne kadar iki güç de savaşıyordu. Kendi pozisyonunu haklı gören iki güç de, diğer kesimleri kendi savaşının yanına çekmek istiyordu. Şimdi iki taraf da barış diyor. Buna kimse itiraz edemez. Savaşan tarafların kararıdır bu.

Tabi ki barış olsun ama öte yandan da bir Türkiye projesi var. İmralı tutanakları ortaya çıktığında da görüldü. Devletle, kürt siyasi hareketi arasındaki bir görüşme değil, Türkiye’ye dair bir pazarlık var. Böyle bir durumda, biz içeriye bakmadan ‘ne güzel barış olacak’ deme şansımız yok. 

‘Ortada çok büyük bir proje var’

İlahların susması umut yaratır. Öte yandan Sürecin çok kısa bir sürede bu noktaya gelmesi ve tarafların bazı ayrıntıları önemsememeye başlaması, dışarıdan bakanların çok kolay algılayamayacağı bir durum olduğunu gösteriyor. Siyasette bir kural vardır: iki taraflı bir süreçte aktörler detaylara takılmıyorsa, ortada çok büyük bir proje var demektir. Barış, kendi başına bir proje değildir. AKP’nin ‘yeni Osmanlı’ diye tarif ettiğimiz, bölgeye dönük bir projesi olduğunu biliyoruz. Bu sürecin, AKP’nin projesine desteğe dönüşmesi ihtimali çok yüksek. Çünkü Kürt siyaseti, Türkiye’nin dinselleştirilmesi konusundaki eleştirilerini büyük ölçüde geriye çekmiş durumda. Ayrıca Kürt siyaseti bölgesel bir düzenlemeye açık; sınırların ortadan kalkmasını istediklerini açıkladılar. Ancak bu coğrafyada sadece AKP ve Kürt siyaseti yok. Bu sürecin büyük riskler barındırdığı görülüyor. Bu coğrafyada bir çok ulus ve devlet yaşıyor. Örneğin, İran ve Suriye’nin kabul etmediği bir süreç nasıl barış getirebilir? ABD’nin planlarıyla örtüşme olasılığı çok yüksek olan bir süreç bu. Biz TKP olarak bu tehlikelere işaret ediyoruz.

‘Türkiye’nin dinselleştirilmesine karşı çıkacağız’

Çok hızlı ilerleyen ve kamuoyunun hiçbir şekilde bilgilendirilmediği hatta Kürt siyasetinin tabanının da farkında olmadığı bir ortamda, risklere işaret etmemiz gayet normaldir. AKP’ye güvenmemiz için hiçbir neden yok. Ortada bölgesel bir proje var ve biz buna itiraz ediyoruz. Eğer çözüm bu projeye hizmet ederse, buna da itiraz edeceğiz. Bu bizim barış istemediğimiz anlamına gelmez. Yıllardır Kürt halkının eşitliği ve özgürlüğü için mücadele eden, sözümüzü söyleyen bir gelenekten geliyoruz. Tabi ki Kürt siyasetine çok ciddi eleştirilerimiz oldu, yöntemlerine itiraz ettik ama her zaman barışı savunduk. Fakat şöyle bir şey olmaz: iki taraf savaşırken de bize kızacak, barışırken de… Biz bunu kabul edemeyiz.

Türkiye’de çok ciddi bir seküler-laisist gelenek var. Ülkenin daha da dinselleştirilmesini kabul etmeyecek önemli bir kesim var. Yerelleşme başlığı altında ortaya çıkacak, piyasacı dönüşümlerden zarar görecek toplumsal kesimler var. Büyük bir tepki başlayacak. Hükümetin elindeki ekonomik araçlar da bir bir ortadan kalkıyor. Dışarıdan pompalanan nakit parayla dönen bir ekonomi var. Biz sınıf eksenli bir politika çerçevesinde, emperyalizme ve dinselleşmeye karşı bir mücadele süreci ön görüyoruz. 

‘Milliyetçiliğin her türlüsüyle hesaplaşmak zorundayız’

Ancak burada bir zorluğumuz var: hem Türk hem Kürt milliyetçiliğiyle hesaplaşmamız var. Milliyetçiliğin iyisi kötüsü olmaz bu saatten sonra. Kürt sorunu çözülecek diye Türkiye’nin başka sorunlarının kangrenleşmesine onay veremez TKP. Türkiye’de kartlar yeniden karılıyor. Geçtiğimiz haftalarda, bir imza kampanyası başladı; aydınlar, akademisyenler ve sendikacılar arasında. Daha sonra bu kampanya topluma yayıldı. Şu görüldü ki; Türkiye’de liberal ve ulusalcı kanatlar dışında kalan kesim Türkiye solunun ana gövdesini oluşturuyor. Bu ana gövde, Kürt düşmanlığından da bıktı, Kürt siyasetinin arkasına takılıp solculuk yapanlardan da! Türkiye solunun bir ağırlığı var toplumda, sözünü ettiğim çizgi çoğunlukta. Eğer bazı hatalardan kaçınılırsa, bu çizgi daha da büyüyecek. 

‘Sosyalistleri ikna etmeden sürecin meşruiyeti sağlanamaz’

Sürece kafamız yatmadığı için ‘yandaş basın’ bizimle uğraşmaya başladı. Kürt siyaseti de eleştirilerini yükseltiyor. Küçük, tecrit edilmiş bir kesim olarak görülebilirdik. Ama öyle olmadı. Çünkü herkes biliyor ki; Türkiye solunu ikna etmeden bu sürecin meşruiyet kazanması mümkün değil. Türkiye sosyalistlerini de Kürt siyasetinin laisist – seküler geleneğini de hafife almak gerekiyor. Öcalan’ın İslam bayrağı söylemlerinin çok büyük rahatsızlık yarattığını görüyoruz. Türkiye’deki sol birikimi küçümsemek mümkün değil.

1 Mayıs’ın içeriğini önemsiyoruz. Benzemezlerin yan yana geldiği bir 1 Mayıs topluma heyecan vermiyor. Bugünkü Türkiye’de bir söz söylemek lazım. Konfederasyonların Türkiye’nin temel meselelerinde ortaklaşması mümkün görünmüyor. 2 sendikanın başkanı akil insanlar komisyonunda yer alıyor. Bu tuhaflık 1 Mayıs kürsüsüne de mi taşınacak. Biz Türkiye’nin az önce saydığım 3 temel meselesinde net tavrımızı göstereceğiz. Alan inatlaşmasının dışına çıkarak Kadıköy’de emeğin kürsüsünü kuracağız. Kadıköy’de çok büyük, kitlesel bir miting yapacağız, Taksim’de ise amacı belli olmayan bir toplantı yapılacak. (soL portal)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.