SONER YALÇIN: BAYKAL VE ILICAK'TAN ÖZÜR DİLERİM
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanarak cezaevine konulan Odatv'nin sahibi gazeteci Soner Yalçın, bir mektup yazarak Baykal ve Nazlı Ilıcak'tan özür diledi.
09 Mart 2011 Çarşamba 11:43
Gazeteci Yalçın'ın sahibi olduğu Odatv adlı internet sitesinde yer alan yazısı şöyle:
Bundan yıllar önce bir karar verdim:
Tv’lere, gazetelere demeç, röportaj vermeyecek; imza günlerine gitmeyecek, panellere, programlara katılmayacaktım.
İstedim ki; sadece yazdıklarım var olsun, fiziki varlığım gözükmesin.
Popüler kültürün “ünlü” etmek modası dışında kalmayı arzuladım.
Can güvenliğimi sağlamanın, toplum içinde rahat hareket etmenin yolu olarak da tanınmış olmamayı seçtim.
Fakat, umduğum gibi olmadı, siz ne kadar gözükmeseniz de “gizemli adam” damgası vuruluveriyor. Kimine göre ise “karanlık adam!”
Siz insanı yok eden yozluğa direndikçe, birileri sizi hep oyuna davet ediyor, size ısrarla “rol” vermek istiyorlar.
Sonuçta ne kadar istemesem de bu “rolü” dayattılar bana.
1 aydır Türkiye’nin gündemindeyim!
Silivri’de beni en yaralayan, iç dünyamı parçalayan bu çirkin, acımasız tertiptir.
Düşünsel olarak rahatım, dört duvar arasına neden atıldığımı bilecek bilinçte, olgunluktayım. Bununla mücadele ederim.
Bunu yenecek yeterlilikte görürüm kendimi.
Ama…
Kirli bir oyun oynanıyor; hem de çok kirli.
12 Mart- 12 Eylül darbelerinde bile bu kadarı görülmedi.
Darbe dönemlerinde kavga mertçeydi, açıkça söylüyorlardı “muhalif olduğunuz; düşündüğünüz; yazdığınız için sizi hapsediyoruz”…
Ya şimdi…
Şimdi bel altından vuruyorlar sadece. Tertip yapıyorlar.
“Ergenekon örgütü üyesi olma” iddiasıyla cezaevindeyim.
Bunun kavgasını veririm.
Ama medyada Baykal’ın, Ilıcak’ın özel hayatları yazılıp, konuşuluyor ve bunun sebebi olarak gösteriliyorum.
Evet İklim Bayraktar, bana söyledi; önce telefonda, sonra Ankara’da, Doğan- Gürgör Yurdakul çiftiyle akşam yemeği yerken yanımıza geldi; ilk kez orada tanıştık, anlattı yaşadıklarını, hatta bir ara espri dahi yaptık, güldük.
Ne bileyim, belki bizim saflığımız hiç üzerinde durmadık.
Baykal’la yaptığım görüşmelerde dile bile getirmedim. Gerçi ne diyecektim?
Zaten kaset komplosuyla 45 yıllık siyasi hayatının en iğrenç olayını yaşamış bir siyasi lidere ne diyebilirsiniz? Böylesine ağır bir iddiayı nasıl kolayca konuşabilirsiniz? Deniz Baykal’a da yakın dostlarıma da söyledim. Zaten savcı da sadece 15 dakika ifade alıyor! Sahi ne oluyor? Halktv’yi almak üzere girişimde bulunduğum anda böyle bir olayın çıkması da çok enteresan değil mi? Yetmiyor Kemal Kılıçdaroğlu’nun da adı karıştırılıyor. Seçime bu psikolojik savaşla gidiyor Türkiye…
Silivri’de bu nedenle acı çekiyorum. Utanıyorum. Yıllarca itinayla koruduğum gazeteci kimliğim, adım ayaklar altında. Dört duvar arasından kahroluyorum.
Deniz Baykal ile ilgili mesele bitmeden Nazlı Ilıcak’ın özel hayatı gündeme getiriliyor.
Sebep yine ben! İtibarsızlaştırma dört cepheden sürdürülüyor.
20 yıl önce ajandama yazdığım özel notlarım bugün medyaya servis ediliyor. “Bakın Soner Yalçın Nazlı Ilıcak için ne yazmış?”
Bir köşede unuttuğum, genç muhabirlik dönemimden kalan ajandamdaki notlar belaltı savaşına malzeme yapılıyor.
Bu sadece Nazlı Ilıcak’a ayıp değil.
Benim de mahremim çiğneniyor. Tabi bunu şimdi kim umursar?
Vur abalıya! Öyle ya kalemimize kelepçe vurulmuş! Meydan boş!
Nazlı Ilıcak yazıyor; “Soner Yalçın beni hep fişledi!”
Ne diyeyim şimdi buna? Kızmakta haklı; buna yıllar önce bile olsa yazdığım o not sebep oldu. Siz istediğiniz kadar “hangi gazeteci, hangi gazetecinin dedikodusunu yapmaz” deyin. Bunun önemi yok artık.
Odatv’nin Ilıcak’a bir husumeti yoktu, torunu olduğunda fotoğraflı haberini yapıp kutlamadı mı? “Düşüncesine, konuşma üslubuna, tarzına kızabilirsiniz ama Nazlı Ilıcak dersini iyi çalışan bir gazetecidir” diye yazmadı mı?
Bunun da önemi yok artık!
Hiç düşünemedim böylesine pis bir tezgahla karşılaşacağımı. Aklıma gelmedi, 20 yıl önce ajandaya yazdığım notların manşetlere düşeceğini…
İnsan karşısındakini kendi gibi biliyor.
Farklı görüşlerde olabiliriz, hayatı yaşayış biçimlerimiz farklı olabilir, habere bakışımız ayrı olabilir ama bu karşıt mücadele mertçe yapılır. Bel altı vurulmaz. Namussuzluk yapılmaz.
Evleri basıp, binlerce kitap, belge, not defteri arasından bir – iki cümle bulup, bunu itibarsızlaştırma aracı olarak kullanmak hangi hukuka sığar? Bu nasıl insanlık? Evimdeki özel yazılarımdan kime ne? “Menderes’in kasasından kadın külotu çıkmasını" haber yapanlara muhalif olanlar, şimdi aynı tezgahın piyonu rolündedirler. Yazık.
Neyse, kime ne anlatıyorum ki; faşizmdir bunun adı.
Ama yine de şunu yazmalıyım:
Hiç istemediğim halde, elimde olmadan özel hayat dedikodularına sebep oldum. Bu pis tertibe gelmemek için ne yapabilirdim bilmiyorum.
Tek yapabileceğim; Baykal ve Ilıcak’tan özür dilemek.
Biliyorum bu özür mektubu da “bakın yaptıklarını kabul etti” diye haber yapılacaktır, olsun. Bu benim Baykal ve Ilıcak’a insanlık borcumdur.
Biz, gülü gülle tartan bir anlayışla yetiştirildik.
Dört duvarlar, kelepçeler vız gelir bize; ama bir gönül incinmesine dayanamayız. Dostun attığı gül yaralar bizi…
Üzgünüm. Hem de çok…
Ama tertipçiler bilsinler ki hiç pes etmeyeceğim.
Bu kirli oyunu tezgahlayanları, bir gün Silivri Cezaevi’ne sokana kadar mücadele edeceğim.
El mi yaman, bey mi yaman göreceğiz…
Soner Yalçın
Silivri 1 No’lu L Tipi Cezaevi F-2
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.