30 Nisan 2024
  • İstanbul13°C
  • Diyarbakır16°C
  • Ankara14°C
  • İzmir15°C
  • Berlin14°C

SINIR TANIMAYAN VİCDANLAR

Bir televizyon programında, katılımcılardan biri (Sayın Mehmet Ali Bayar) başlığa aldığım terimi kullanmasaydı, bu yazının başlığı “Sol’un Gazze ile İmtihanı” olacaktı.

Sınır Tanımayan Vicdanlar

08 Haziran 2010 Salı 10:01

Bir televizyon programında, katılımcılardan biri (Sayın Mehmet Ali Bayar) başlığa aldığım terimi kullanmasaydı, bu yazının başlığı “Sol’un Gazze ile İmtihanı” olacaktı. Soğukkanlı, donanımlı, ölçülü bir diplomat olan Bayar’ın bu sözlerini duyduğumda, “işte bu” dedim; söylemeye, anlatmaya çalışıp da adlandırmayı beceremediğim buydu.

Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine İsrail komandolarının saldırısının ilk şoku ve heyecanı biraz yatışınca, ortalık yine karıştı. Daha cenazeler toprağı bulmadan siyasal değerlendirmeler ve mevzilenmeler, iktidar-muhalefet arasındaki atışmalar, yerli yabancı çeşitli mihrakların ve güç odaklarının konuya kendi hesap ve çıkarları doğrultusundaki müdahaleleri, her kesimin olaydan, zulümden ve ölüler üzerinden siyasal-ideolojik rant sağlama çabaları, savaş naraları ayyuka çıktı. Bilgi kirliliği, haber çarpıtma, haber karartma...Medya savaşlarında yeni bir raund oynanmaya başlandı. Kimi yazarların, yorumcuların, medya gruplarının iki günde fikir değiştirdiklerini ibretle izledik. Mavi Marmara’nın nereye, neden gittiği, amacının ne olduğu, başına ne geldiği, nasıl saldırıya uğradığı unutuldu; ard niyet aranmaya, hangi tarikatın, hangi İslami siyasetin bu işten kârlı çıkacağı hesaplanmaya başlandı. En çok da; bu işin Türkiye’ye ne faydası var, ne çıkarımız var Gazze’de? İsrail’le ilişkilerimizi bozmak ulusal çıkarlarımıza aykırı, Türkiye’nin ekseni kayıyor, insani değil İslami yardım bu, türünden karşı çıkışlar dile getirildi, getiriliyor.

Olayın uluslararası hukuk, dış politika, diplomasi boyutlarına yorum getirmek beni aşar. Bu konuda Baskın Oran’ın 6 Haziran’da Radikal 2’de çıkan yazısından daha iyisini yazmak zor. Ben sadece işin insani ve vicdani yanına değinmek istiyorum. Yani, bir kez daha, tıpkı Irak savaşına hayır dediğimiz, Türkiye’yi savaşa sokacak 3 Mart tezkeresinin Meclis’te reddini sağladığımız günlerde olduğu gibi, tamamen aynı ahlaki ve vicdani endişelerle, siyasal hesaplar dışında “ama”sız bir duruş öneriyorum.

O günlerde de, kirli Irak savaşına karşı çıkanlara; Bush’un neo-conlarının hukukuz pervasız saldırısına dur diyen ama’sız barışçılara, “safdil, ahmak barışçı”dan tutun da, “budala gürültücü azınlık”a kadar söylenmedik laf bırakmamıştı kimileri. Savaşa karşı çıkanlar Saddamcılıkla, diktatörlükten yana olmakla itham edilmişti. “Ama”sız, yani siyasi değil de vicdani ve ahlaki barışçıların haklılığı ne yazık ki milyonlarca insanın kanı canı, acıları pahasına, sadece Irak’ın değil, bütün Ortadoğu’nun tarumar olması pahasına kanıtlandı. Şimdi de, Gazze konusunda ama’sız, naif, safdil, budala bir vicdanla düşünmek ve tavır almak istiyorum.

İHH’nın yapısını, İslami ideolojisinden kaynaklanan dünya görüşünü biliyorum. Bu kadar büyük maddi olanaklara ve dünyaya yayılmış örgütsel bir ağa sahip olmasının ardında hangi güçlerin bulunabileceğini tahmin etmek de zor değil. (Tıpkı, daha düne kadar işlerine gelmeyen her gelişmede F tipi parmak arayanların şimdi başları sıkışınca parmağına yapıştıkları Fethullah Gülen hareketi gibi). Amaçlarının yardım götürmekten de öte İsrail hükümetinin Gazze’ye uyguladığı ambargoya, Gazze halkı üzerindeki insanlık ayıbı zulme, Filistin sorununa ve İsrail’in bölgede “korsan devlet” olduğu gerçeğine dünyanın dikkatini çekmek olduğunu kendileri de saklamıyor. Neden saklasınlar ki herkesin üzerinde birleştiği böyle bir amacı! Uluslararası insani yardım konvoyunun ezici çoğunluğunun Türkiyeli ve koyu Müslümanlardan oluştuğu da sır değil, apaçık ortada. Hadi bir adım daha öteye gideyim: Gazze’ye insani yardımın öncülüğünü yapanların, onları destekleyen geniş kesimlerin İslami duyarlılıklarının insani duyarlılıklarından önce geldiği de sır değil. Öte yandan, saldırılar arttıkça radikalleşen, İsrail devletinin varlığını tanımaya direnen Hamas’ın trajedideki payını görmemek de olanaksız.

Ama bütün bunlar burnumuzun dibindeki trajediyi, bu insanlık dramını; kadın, çoluk, çocuk, yaşlı, sakat yüzbinlerce insanın ilaçsız, gıdasız, sağlık olanaklarından, barınaktan, asgari insani koşullardan yoksun bırakılmalarını, zulüm görmelerini, daha iki yıl önce İsrail bombalarıyla binlerce sivilin öldürülmesini, yani yaşama haklarının ellerinden alınmasını haklı kılar mı? Oraya el uzatılmasını, dünyanın dikkatinin bu drama çekilmesini eleştirmeyi, karalamayı; ayrıntılardaki yanlışlara takılıp işin özünü karartmayı haklı gösterebilir mi? Hele de İsrail devletinin hukuk dışı, insanlık dışı, gaddar politikasını aklayabilir mi?

Evet, Gazze’deki ablukayı kırmaya Müslümanlar, kendi inançları ve kendi amaçları doğrultusunda öncülük ettiler. 60’larda, 70’lerde Filistin Kurtuluş Hareketi’nden ilham alan, Lübnan’da Filistin kamplarında silah eğitimi gören ve bölgede ABD emperyalizminin maşası İsrail devletinin saldırganlığına karşı savaşan sol ve onun mirasçıları; İlhan Selçuk’un uçak kaçıran, yani basbayağı bir terör eylemi gerçekleştiren Leyla Halit için en güzel, en şiirli övgü yazılarından birini yazdığı dönemlerin solu, o gemilerde yoktu. Bu dava artık onun davası değildi, çünkü Filistin kurtuluş hareketi İslamcıların güdümüne girmiş, geleneksel ulusalcı solun ilgi alanından çıkmıştı. Merkezine insanı koyan, bütün mağduriyetleri kendi davası kabul eden, vicdan kavramından ve inananlardan korkmayan özgürlükçü yeni sol düşünce ise henüz pek cılız olduğundan, son olaylarda sesi fazla duyulmadı; tekbir ve “kahrolsun İsrail” sesleri onların zulme karşı, barıştan yana, İsrail halkıyla İsrail devletini ayırmaya çalışan seslerini bastırdı.

Eğer vicdanlarımız sadece ülkelerin sınırlarını değil; dar siyasal hesapların, ideolojik saplantıların, ötekilerin inancından, dininden, görüşünden duyduğumuz korkuların da sınırlarını aşacak güçte ve genişlikte olabilseydi; güçlü bir “sınır tanımayan vicdanlar” hareketi yaratabilseydik, bugün o gemilerde Müslümanlarla birlikte olabilirdik, gemileri bizler kaldırabilirdik. Vicdanın bizleri birleştirdiği yerde sınırlar ve ablukalar daha kolay kalkardı ve daha az yanlış yapardık.

Dünya küçüldükçe, insanlığın çıkarları ortaklaştıkça, düşe kalka da olsa, insanlığın “sınır tanımayan vicdanlar” hareketine doğru yol alacağını umut ediyorum, iflah olmaz bir budala hayalperest ve safdil barışçı olarak.

Oya Baydar / t24

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.