SEZGİN TANRIKULU: HÜKÜMETİN ŞİMDİ KANDİL'LE GÖRÜŞMEDİĞİ NE MALUM!
Sezgin Tanrıkulu Ankara’nın PKK’yla mücadele konusunda izleyeceği yeni stratejiyi değerlendirdi.
24 Mart 2012 Cumartesi 10:23
CHP Genel Başkan Yardımcısı Tanrıkulu, tehlikeli bir döneme girildiğini ileri sürüyor ve “Çatışmanın en yoğun olduğu dönemde bile makas bu kadar açılmamıştı” diyor. Yeni güvenlik stratejisinin aslında yeni olmadığını söyleyen Tanrıkulu “Hükümetin İmralı, Kandil ve Avrupa’daki PKK yönetimi ile şimdi görüşmediği ne malum?” diye de soruyor
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Ankara’nın PKK’yla mücadele konusunda izleyeceği yeni stratejiyi değerlendirdi:
-Hükümet terörle mücadele için yeni bir strateji izleyeceğini açıkladı. Örneğin artık sivil siyaset kanalı dışında örgütle bir görüşme yapılmayacak. Doğru bir adım mı?
Hükümetin ne yaptığını, ne yapmak istediğini bilmiyoruz. Bundan önce de bilmiyorduk, şimdi de bilmiyoruz. Bu kadar önemli bir meseleyi hükümet özellikle kapalı kapılar ardında gizli saklı bir biçimde yürütmeyi tercih etti. Biz gelişmeleri ortaya çıkan kayıtlardan ve belgelerden basın aracılığı ile izledik. Eğer bu bir demokrasi, özgürlük, adalet, insan hakları meselesi ise öncelik tabii ki sivil siyaset ve onun meşru temsilcileri olan siyasi partiler ve TBMM’dir. Hükümet ve AKP bu güne kadar bunu yapmadı, umarız gerçekten samimi bir biçimde bu yanlışı görmüşlerdir. Ancak açıklanan planın şifrelerinde ben yine de bu işareti görmüyorum.
MİT’İN daha önce görüştüğü İmralı, Kandil ve Avrupa’daki PKK da devre dışı bırakılacak deniyor..
Acaba şimdi görüşmediği ne malum? Hükümetin dedikleri doğrudur noktasında değilim ben.
Bu ayaklar olmadan Kürt sorunu çözülebilir mi?
Meselenin çatışma, şiddet, silah boyutU da vardır. Ve bunun arkasında bir toplumsal meşruluk var. Bu meşruluğun en aza indirilmesi ve giderek ortadan kaldırılmasının yolu demokratik yöntemleri esas alacak bir programı başlatma iradesini ortaya koymaktır. Eğer bu yol seçilirse şiddettin sonlanmasının yolu bir vesileyle bulunur. Önemli olan bu siyasal iradeyi TBMM’de ortaya çıkaracak iradede.
“Vatandaşın üzerinden PKK ve KCK baskısı kaldırılacak” deniliyor. Yıllardır yapılamadı ama şimdi mümkün mü?
Cek Cak’lı siyaset tarzını 30 yıldır görüyoruz. Hükümet meselenin geldiği noktayı görmekten çok uzak. Hamasetle sorun çözülmedi, çözülemez. Hükümet denemediğini denese, demokrasiyi esas alacak bir programını ortaya koysa bence doğru olanı yapmış olur...
“İktidar elini uzattı ama bir işe yaramadı” yorumlarına katılır mısınız?
Hükümet yanlış politikalarının sonuçlarını başka yerde aramasın. Oslo’da yapılan görüşmelerin sorunun gerçek anlamda çözümüne yönelik değil AKP’nin 12 Haziran seçim başarısına yönelik bir girişim olduğu ortaya çıkmıştır. Başbakan Oslo’da görüşmeler yapılırken seçim meydanlarında asarım keserim diyerek aşırı milliyetçi bir üslupla bütün toplumu kutuplaştırmakla meşguldü.
“Kürt meselesinde her şey sil baştan” yorumlarına katılıyor musunuz?
Hiçbir şey sil baştan olmaz. Türkiye’de bu sorunun demokratik barışçıl çözümü noktasında güçlü bir sivil irade ve ana muhalefet partisi CHP var. CHP her koşulda hükümetin yanlış politikadan dönmesi için pozitif tutumu sürdürecektir.
90’lara dönüyoruz demiştiniz, yeni paket güvenlikçi uygulamayı artırır mı?
Yeni paket aslında biraz önce de ifade etmeye çalıştım güvenlikçi yaklaşımın yeni versiyonudur. Hükümet ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor, ancak çok kokusu çıktı, yenecek gibi değil artık.
Kürt açılımı ilk defa iktidar partisi tarafından, tepkiler göze alınarak ortaya atıldı. Son dönem değişiklik görüyor musunuz?
Kürt açılımı denmesi bölgede ve Türkiye’de bir heyecan yarattı. Ama o zaman da söyledik, “Açılım diyorsunuz da hangi programa sahipsiniz? Nasıl, ne zaman yapmak istiyorsunuz?” Bu sorulara hiçbir cevap vermediler. Hiç okumadan, bir programa bağlamadan açılımı ilan ettiler. Ama sonra cesaretle ve kararlılıkla üzerine gitmediler. Açıklayamadılar ve geri adım attılar. Şimdi şiddetin yeniden tırmanma noktasına geçtiği bir yerde “Yeniden demokratik açılım yapacağız, paketi açıklayacağız” diyorlar. Ama ben yurttaş olarak, siyasetçi olarak şuna bakarım önce: 9 ay önce bir seçim geçirdik. Seçim bildirgenizde bu var mı? AKP’nin böyle bir temel meselede somut olarak ortaya koyduğu bir şey yok. “Demokratik açılım devam edecek” diyorlar, ama ne olacak söylemiyorlar. Bu bir siyasal partinin tek başına yapabileceği bir iş değil. Toplumla bir mutabakat sağlaması lazım. Bunun yolu da en azından TBMM’de bulunan partilerle bir mutabakat arayışından geçer. Toplum ikna olur, muhalefet en aza iner.
Ortak dil yakalanmadı mı?
Hayır. Demokratik açılımla ilgili hükümetten açık veya kapalı CHP’yle hiçbir görüşme yoktur. Ama bu sorunun geldiği nokta, karmaşıklığı, çapı böyle bir getiriliş biçimine uygun değil. Demokratik açılımın arka planındaki Kürt meselesi karmaşık, gerginliğe neden olabilecek unsurlar içeriyor. O nedenle iktidarın CHP ile MHP ve BDP ile mutabakat araması lazım. Genel Başkanımız bunun için mümkün olabilecek en doğru şeyi söyledi; Uzlaşma heyeti kurulmasını önerdi.
Başbakan, liderler düzeyinde çağrı yapsa, “Geç kaldı” der misiniz?
Hiçbir şey için geç değildir. Bu mesele konusunda bizim hiçbir önyargımız yok. Genel Başkanımız çok açık, “Bu sorunun çözümü noktasında siyaseten hangi risk varsa alırım” dedi. Meseleye bir siyasi partinin günlük polemiği olarak bakmıyoruz. Konuyla ilgili Meclis bağlamında yapılabilecek her çözümü de tartışma ve konuşmaya açığız. Ama AKP’den bugüne kadar böyle bir şey teklif gelmedi. Bir uzlaşma arayışı içinde değil. Bu da Türkiye’yi kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı bir noktaya doğru taşıyor.
Bahar nasıl geçecek?
Bunu görmek için müneccim olmaya gerek yok. Siyaseti az çok izleyenler baharın giderek artan bir biçimde şiddete, çatışmaya konu olabileceğini görüyorlardı. Başbakan aşırı milliyetçi bir dil kullanıyor. Bazen kullandığı kelimelerin insanlarda yarattığı ağır tahribatı, uzlaşma zeminin kaybolduğunu görmüyor. Her iki tarafta yaşanan duygusal kopuştan uzak. Son anketlere bakın, etnik köken olarak Türk nüfusunun yüzde 50’si artık kendi mahallesinde, binasında Kürt kökenli bir komşu görmek istemiyor. Yüzde 50’si Kürt gelin - damat istemiyor. Kürtlerde bu oran yüzde 25. Daha az ama yine var. İkisini topladığınızda büyük bir rakam ortaya çıkıyor. Başbakan bu duygusal kopuşun farkında değil. Danışmanları kendisini doğru yönlendirmiyor.
Asıl tehlike bu duygusal kopuş galiba...
Çatışmanın en yoğun olduğu 90’lı yıllarda bile oran bu kadar değildi. Makas bu kadar çok açılmamıştı. Hızla 1990’lı yıllara bir gidiş var. Ama 20 yılın yüküyle gidiş var. Çünkü 1990’lı yılların gerisinde bu kadar ağır travma yaşanmış bir 20 yıl yoktu. Şimdi ise var ve sonuçları çok ağır olabilir. O nedenle hükümetin bir an önce sağduyulu bir biçimde sorunun TBMM’deki siyasal muhataplarıyla çözümü noktasında bir girişim başlatması lazım.
Kürtçe seçmeli ders seçim bildirgemizde var
Milli Eğitim Bakanı Kürtçe seçmeli ders olsun dedi...
Milli Eğitim Bakanı ile olan diyalog benimle başladı. Komisyondaki görüşmelerde, eğitimin temel sorunlarını anlattım ve “Türkiye’nin konuştuğu ana dille ilgili sorunları da dile getirmiyorsunuz. Mesela ana dilin okullarda öğretilmesi bakımından ne düşünüyorsunuz, pakette yok” dedik. Sayın Dinçer, “Ayrı bir konu sonra tartışılır” dedi. Ama toplumda karşılığı olunca hemen dönmeye başladılar. “Evet seçmeli olabilir” dediler. Ama Bakan iki gün sonra dillendirmeye başladı. İlk gün akıllarının ucundan geçirmiyorlardı.
Seçmeli ders fikrine nasıl bakıyorsunuz
Bizim seçim bildirgemizde var. Ana dilin öğretilmesinden, öğreniminden yanayız. Aslında bu bizim için değil AKP için yeni bir şey.
Anayasa’da vatandaşlık tanımı nasıl olmalı? “Türk milleti” ifadesinin etnik bir anlam içerdiği dile getiriliyor...
Baro başkanıyken de vatandaşlık tanımı üzerinde çok çalıştım. O zamandan beri savunduğum görüş şudur: Anayasalarda vatandaşlık tanımına gerek yoktur. Herhangi bir etnik, inançsal, dini tanım içeren düzenlemeye gerek yok. Vatandaşlığı hak olarak, kazanılması ve kaybedilmesini düzenleyen bir tanım yeterli. Şu olabilir: “Vatandaşlık temel bir haktır. Kazanılması veya kaybedilmesi yasayla düzenlenir. Hiç kimse iradesi dışında vatandaşlıktan çıkarılamaz.”
Faili belli cinayet
Uludere görüntülerini izlediniz. Yorumunuz nedir?
Uludere’de hükümet suçüstü yakalandı. Ben Heron görüntülerinin büyük kısmını izledim. Komisyon üyelerinin tümü görüntüleri izlemeden önce hareketlenmelerin insan olup olmadığının uzmanları dışındakiler tarafından anlaşılıp anlaşılmayacağını düşünüyordu. Ama bir siyah beyaz film gibi. Uludere’den sınır ötesine gidişlerini görüyorsunuz, buluşmaları, dönüşü çıplaklığıyla görünüyor. Bilirkişi raporunda da hayvanların, katırların sayısı veriliyor.
Yine istihbaratı kim verdi sorusuna geliyoruz...
İstihbarat sıkıntısı olduğu kesin. Hükümet 20 saat hiçbir açıklama yapmadı. Genelkurmay da MİT de “Vermedim” diyor. Heron görüntüleri ise bu kadar çıplak. Sanıyorum Heron görüntüleri dört ayrı yerde Malatya, Batman, Ankara ve Van’da dört ayrı uzman tarafından, aynı anda izleniyor. Ve siyasal bir karar veriliyor. Bu bir sınır ötesi operasyon ve siyasal bir iradenin devreye girmesi gerekiyor. O an karar vermemiş olsalar bile zımnen iradeleri var, yani operasyona bir onay vermişlerdir. Ama hükümet bu siyasal sorumluluğu üstlenmedi. Bu şekilde öldürülen yurttaşlarımız var, bir özür kelimesi Başbakan’ın ağzından çıkmadı.
Peki kimi suçlayacağız?
Bu kadar muktedir olan hükümet çıkarsın ortaya. Neredeyse muvazzaf generallerin yarısının hapiste olduğu bir dönemdeyiz. Yargı ve hükümet bakımından muktedir olma tablosu var. 3 ay geçti, hükümetten ses yok. Bu kadar uzayacak bir mesele değil. Faili belli bir cinayet var. Zamanında Tunceli’de helikopter vatandaşa bomba atmıştı. Çiller de “Bizim helikopterlerimiz olmayabilir” demişti. Talimatları veren belli, bu üç ay değil üç saatlik çalışmayla ortaya çıkarılabilecek bir iş. Aslında ortaya çıkarmak ifadesi yanlış: “Henüz açıklanmış değil” demek daha doğru.
Nevruz, iktidar ile BDP arasında güç savaşına döndü
Nevruz nedeniyle alev İstanbul’a sıçradı. Ne görüyorsunuz?
Her zaman Mart ayından sonraki ayların hep böyle sıcak, gerilimli geçeceği konusunda toplumda genel bir kanı olmuştur. Nevruz da bunun işareti olur ki maalesef değişiklik yok. Ama bu yıl hiç kimsenin beklemediği görüntüler ortaya çıktı. Diyarbakır, Van, Batman’da geçen sene toplantılar olmuş ama şiddet eylemleri olmamıştı. Belki izinli kutlansa da olaylar olacaktı ama bana göre bu olayların asıl nedeni şiddete zemin hazırlayan yasaklamalar oldu.
Pazar günü izin verilse olay çıkmaz mıydı?
Polemiğe girmek istemiyorum ama en azından ölçü bu noktaya kadar gelmezdi. Açıkça söylemek gerekir ki Diyarbakır’da hükümet verdiği kararla iflas etmiştir. Hem yasaklayacak, “Kimse kutlamayacak” diyeceksiniz, sonra güç kullanımını Türkiye’de yakın tarihte görülmemiş bir biçimde helikopterden gaz atma noktasına kadar getireceksiniz. Ama alana yüz binden fazla insan toplanacak.
BDP de germek için özel bir çaba harcıyor gibi görünmüyor mu?
Tabloyu doğru okumak lazım. Hükümetin iddası şuydu: “Ben BDP’nin ve BDP’nin arkasındaki güçlerin elini ayağını kırdım. İnsanları gözaltına aldım. Sokakta harekete geçecek kimse kalmadı ve dolasıyla güçleri kalmadı.” Hükümet bunu topluma göstermek ve “Operasyonlardan somut sonuçlar aldım” demek istedi. Yasaklama kararına sevk eden düşünce buydu. Ama tüm bunlara, büyük ölçüde tutuklanmasına rağmen yerel aktörler, yüz bin insan İstanbul ve Diyarbakır’da alana gittiler. Diğer taraftan BDP’liler de “Hayır. Bizim gücümüz var, göreceksiniz” dedi. Özetle hükümet son bir yıldır izlediği “güvenlikçi” politikasının başarısını ortaya koymak istiyor, güç gösterisi yapıyor, “Yaptırmayacağım”, diğeri de güç gösterisi yapıyor.
Sorunun siyasi ifadesi ayrılık isteği anlamına gelmiyor
Burada yine “Bölge kopmak istiyor” sonucuna dönüyoruz galiba?
Diyarbakır’da yapılan anketlere bakıyorum, bağımsızlık, federasyon isteyenlerin sayısı çok az. Üstelik Diyarbakır bir siyasi merkez. Her sorun siyasileşmiş, sorunların siyasi bir dille ifadesi ayrılık isteği anlamına gelmiyor. Bölgedeki Kürt kökenli insanların büyük bir bölümünün bağımsızlık istediği kanaatinde değilim. Ancak, dünya genelinde Arap Baharı sürecinin yarattığı etkiyi göz ardı etmemek lazım. Arap Baharı, bir nevi 1789 Fransız Devrimi ölçeğinde sarsıcı, dünya tarihini değiştiren bir olay. Türkiye’nin yakın coğrafyasında yaşanan bir sürü çalkantı, değişim ve bununla beraber ayaklanmaların “bir hak talebi” olarak gündeme gelmesi, şu an jeopolitik gerçekler olarak önümüzde duruyor. AKP, bu değişim sürecini, “model ülkenin iktidarı” olarak böbürlenmekten doğru okuyamıyor. Halbuki, Türkiye’nin model ülke olması, AKP’den çok Türkiye halkının dinamikliğine, bir toplum olarak bütününün yarattığı zenginlik, sosyal, kültürel, ekonomik heyecana bağlı. Fakat, AKP’nin Arap Baharı sürecini okuyuşu, Osmanlı’nın Fransız Devrimi’ni bir türlü kavrayamamasına benziyor. Artık, insan hakları eksenli politikalar oluşturmaya odaklanmayan, devleti insan için kılmayan, siyasette hak ve adalet bir zihin devrimi yaşanmasına direnenler, tarihin tarafından tedavülden kaldırılacak.
CHP bu duygusal kopuşu engellemek için ne yapacak?
Bölgede CHP’ye olan ilgi ve beklentinin arttığı anlaşılıyor. Bunu çok önemsiyoruz. Bu önemli çünkü o duygusal kopuşun yaşanmaması ve politikalarımız açısından, söylemlerimiz bakımından, örgütlerimiz bakımından, bölgede olan sıcak bağlarımız açısından büyük bir sorumluluk üstlendik. Bölgeden milletvekilli çıkarmadık ama her ilin milletvekili var. Çok sıcak temasımız var. İlgi de çok arttı. Bunlar yaşanan duygusal kopuşun tamiri, makasın kapanması açısından çok önemlidir.
Peki ayrılmak istenmiyorsa ne istiyorlar, üç maddede sayar mısınız?
Ana dil temel meselelerden biri. İkincisi yerel yönetimlerin merkezi vesayetten kurtulmasıyla ilgili model. Üçüncü mesele ise Anayasa’da insanların kendisini tanımlama olarak bulma meselesidir.
Deniz Güçer - Vatan
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Ankara’nın PKK’yla mücadele konusunda izleyeceği yeni stratejiyi değerlendirdi:
-Hükümet terörle mücadele için yeni bir strateji izleyeceğini açıkladı. Örneğin artık sivil siyaset kanalı dışında örgütle bir görüşme yapılmayacak. Doğru bir adım mı?
Hükümetin ne yaptığını, ne yapmak istediğini bilmiyoruz. Bundan önce de bilmiyorduk, şimdi de bilmiyoruz. Bu kadar önemli bir meseleyi hükümet özellikle kapalı kapılar ardında gizli saklı bir biçimde yürütmeyi tercih etti. Biz gelişmeleri ortaya çıkan kayıtlardan ve belgelerden basın aracılığı ile izledik. Eğer bu bir demokrasi, özgürlük, adalet, insan hakları meselesi ise öncelik tabii ki sivil siyaset ve onun meşru temsilcileri olan siyasi partiler ve TBMM’dir. Hükümet ve AKP bu güne kadar bunu yapmadı, umarız gerçekten samimi bir biçimde bu yanlışı görmüşlerdir. Ancak açıklanan planın şifrelerinde ben yine de bu işareti görmüyorum.
MİT’İN daha önce görüştüğü İmralı, Kandil ve Avrupa’daki PKK da devre dışı bırakılacak deniyor..
Acaba şimdi görüşmediği ne malum? Hükümetin dedikleri doğrudur noktasında değilim ben.
Bu ayaklar olmadan Kürt sorunu çözülebilir mi?
Meselenin çatışma, şiddet, silah boyutU da vardır. Ve bunun arkasında bir toplumsal meşruluk var. Bu meşruluğun en aza indirilmesi ve giderek ortadan kaldırılmasının yolu demokratik yöntemleri esas alacak bir programı başlatma iradesini ortaya koymaktır. Eğer bu yol seçilirse şiddettin sonlanmasının yolu bir vesileyle bulunur. Önemli olan bu siyasal iradeyi TBMM’de ortaya çıkaracak iradede.
“Vatandaşın üzerinden PKK ve KCK baskısı kaldırılacak” deniliyor. Yıllardır yapılamadı ama şimdi mümkün mü?
Cek Cak’lı siyaset tarzını 30 yıldır görüyoruz. Hükümet meselenin geldiği noktayı görmekten çok uzak. Hamasetle sorun çözülmedi, çözülemez. Hükümet denemediğini denese, demokrasiyi esas alacak bir programını ortaya koysa bence doğru olanı yapmış olur...
“İktidar elini uzattı ama bir işe yaramadı” yorumlarına katılır mısınız?
Hükümet yanlış politikalarının sonuçlarını başka yerde aramasın. Oslo’da yapılan görüşmelerin sorunun gerçek anlamda çözümüne yönelik değil AKP’nin 12 Haziran seçim başarısına yönelik bir girişim olduğu ortaya çıkmıştır. Başbakan Oslo’da görüşmeler yapılırken seçim meydanlarında asarım keserim diyerek aşırı milliyetçi bir üslupla bütün toplumu kutuplaştırmakla meşguldü.
“Kürt meselesinde her şey sil baştan” yorumlarına katılıyor musunuz?
Hiçbir şey sil baştan olmaz. Türkiye’de bu sorunun demokratik barışçıl çözümü noktasında güçlü bir sivil irade ve ana muhalefet partisi CHP var. CHP her koşulda hükümetin yanlış politikadan dönmesi için pozitif tutumu sürdürecektir.
90’lara dönüyoruz demiştiniz, yeni paket güvenlikçi uygulamayı artırır mı?
Yeni paket aslında biraz önce de ifade etmeye çalıştım güvenlikçi yaklaşımın yeni versiyonudur. Hükümet ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor, ancak çok kokusu çıktı, yenecek gibi değil artık.
Kürt açılımı ilk defa iktidar partisi tarafından, tepkiler göze alınarak ortaya atıldı. Son dönem değişiklik görüyor musunuz?
Kürt açılımı denmesi bölgede ve Türkiye’de bir heyecan yarattı. Ama o zaman da söyledik, “Açılım diyorsunuz da hangi programa sahipsiniz? Nasıl, ne zaman yapmak istiyorsunuz?” Bu sorulara hiçbir cevap vermediler. Hiç okumadan, bir programa bağlamadan açılımı ilan ettiler. Ama sonra cesaretle ve kararlılıkla üzerine gitmediler. Açıklayamadılar ve geri adım attılar. Şimdi şiddetin yeniden tırmanma noktasına geçtiği bir yerde “Yeniden demokratik açılım yapacağız, paketi açıklayacağız” diyorlar. Ama ben yurttaş olarak, siyasetçi olarak şuna bakarım önce: 9 ay önce bir seçim geçirdik. Seçim bildirgenizde bu var mı? AKP’nin böyle bir temel meselede somut olarak ortaya koyduğu bir şey yok. “Demokratik açılım devam edecek” diyorlar, ama ne olacak söylemiyorlar. Bu bir siyasal partinin tek başına yapabileceği bir iş değil. Toplumla bir mutabakat sağlaması lazım. Bunun yolu da en azından TBMM’de bulunan partilerle bir mutabakat arayışından geçer. Toplum ikna olur, muhalefet en aza iner.
Ortak dil yakalanmadı mı?
Hayır. Demokratik açılımla ilgili hükümetten açık veya kapalı CHP’yle hiçbir görüşme yoktur. Ama bu sorunun geldiği nokta, karmaşıklığı, çapı böyle bir getiriliş biçimine uygun değil. Demokratik açılımın arka planındaki Kürt meselesi karmaşık, gerginliğe neden olabilecek unsurlar içeriyor. O nedenle iktidarın CHP ile MHP ve BDP ile mutabakat araması lazım. Genel Başkanımız bunun için mümkün olabilecek en doğru şeyi söyledi; Uzlaşma heyeti kurulmasını önerdi.
Başbakan, liderler düzeyinde çağrı yapsa, “Geç kaldı” der misiniz?
Hiçbir şey için geç değildir. Bu mesele konusunda bizim hiçbir önyargımız yok. Genel Başkanımız çok açık, “Bu sorunun çözümü noktasında siyaseten hangi risk varsa alırım” dedi. Meseleye bir siyasi partinin günlük polemiği olarak bakmıyoruz. Konuyla ilgili Meclis bağlamında yapılabilecek her çözümü de tartışma ve konuşmaya açığız. Ama AKP’den bugüne kadar böyle bir şey teklif gelmedi. Bir uzlaşma arayışı içinde değil. Bu da Türkiye’yi kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı bir noktaya doğru taşıyor.
Bahar nasıl geçecek?
Bunu görmek için müneccim olmaya gerek yok. Siyaseti az çok izleyenler baharın giderek artan bir biçimde şiddete, çatışmaya konu olabileceğini görüyorlardı. Başbakan aşırı milliyetçi bir dil kullanıyor. Bazen kullandığı kelimelerin insanlarda yarattığı ağır tahribatı, uzlaşma zeminin kaybolduğunu görmüyor. Her iki tarafta yaşanan duygusal kopuştan uzak. Son anketlere bakın, etnik köken olarak Türk nüfusunun yüzde 50’si artık kendi mahallesinde, binasında Kürt kökenli bir komşu görmek istemiyor. Yüzde 50’si Kürt gelin - damat istemiyor. Kürtlerde bu oran yüzde 25. Daha az ama yine var. İkisini topladığınızda büyük bir rakam ortaya çıkıyor. Başbakan bu duygusal kopuşun farkında değil. Danışmanları kendisini doğru yönlendirmiyor.
Asıl tehlike bu duygusal kopuş galiba...
Çatışmanın en yoğun olduğu 90’lı yıllarda bile oran bu kadar değildi. Makas bu kadar çok açılmamıştı. Hızla 1990’lı yıllara bir gidiş var. Ama 20 yılın yüküyle gidiş var. Çünkü 1990’lı yılların gerisinde bu kadar ağır travma yaşanmış bir 20 yıl yoktu. Şimdi ise var ve sonuçları çok ağır olabilir. O nedenle hükümetin bir an önce sağduyulu bir biçimde sorunun TBMM’deki siyasal muhataplarıyla çözümü noktasında bir girişim başlatması lazım.
Kürtçe seçmeli ders seçim bildirgemizde var
Milli Eğitim Bakanı Kürtçe seçmeli ders olsun dedi...
Milli Eğitim Bakanı ile olan diyalog benimle başladı. Komisyondaki görüşmelerde, eğitimin temel sorunlarını anlattım ve “Türkiye’nin konuştuğu ana dille ilgili sorunları da dile getirmiyorsunuz. Mesela ana dilin okullarda öğretilmesi bakımından ne düşünüyorsunuz, pakette yok” dedik. Sayın Dinçer, “Ayrı bir konu sonra tartışılır” dedi. Ama toplumda karşılığı olunca hemen dönmeye başladılar. “Evet seçmeli olabilir” dediler. Ama Bakan iki gün sonra dillendirmeye başladı. İlk gün akıllarının ucundan geçirmiyorlardı.
Seçmeli ders fikrine nasıl bakıyorsunuz
Bizim seçim bildirgemizde var. Ana dilin öğretilmesinden, öğreniminden yanayız. Aslında bu bizim için değil AKP için yeni bir şey.
Anayasa’da vatandaşlık tanımı nasıl olmalı? “Türk milleti” ifadesinin etnik bir anlam içerdiği dile getiriliyor...
Baro başkanıyken de vatandaşlık tanımı üzerinde çok çalıştım. O zamandan beri savunduğum görüş şudur: Anayasalarda vatandaşlık tanımına gerek yoktur. Herhangi bir etnik, inançsal, dini tanım içeren düzenlemeye gerek yok. Vatandaşlığı hak olarak, kazanılması ve kaybedilmesini düzenleyen bir tanım yeterli. Şu olabilir: “Vatandaşlık temel bir haktır. Kazanılması veya kaybedilmesi yasayla düzenlenir. Hiç kimse iradesi dışında vatandaşlıktan çıkarılamaz.”
Faili belli cinayet
Uludere görüntülerini izlediniz. Yorumunuz nedir?
Uludere’de hükümet suçüstü yakalandı. Ben Heron görüntülerinin büyük kısmını izledim. Komisyon üyelerinin tümü görüntüleri izlemeden önce hareketlenmelerin insan olup olmadığının uzmanları dışındakiler tarafından anlaşılıp anlaşılmayacağını düşünüyordu. Ama bir siyah beyaz film gibi. Uludere’den sınır ötesine gidişlerini görüyorsunuz, buluşmaları, dönüşü çıplaklığıyla görünüyor. Bilirkişi raporunda da hayvanların, katırların sayısı veriliyor.
Yine istihbaratı kim verdi sorusuna geliyoruz...
İstihbarat sıkıntısı olduğu kesin. Hükümet 20 saat hiçbir açıklama yapmadı. Genelkurmay da MİT de “Vermedim” diyor. Heron görüntüleri ise bu kadar çıplak. Sanıyorum Heron görüntüleri dört ayrı yerde Malatya, Batman, Ankara ve Van’da dört ayrı uzman tarafından, aynı anda izleniyor. Ve siyasal bir karar veriliyor. Bu bir sınır ötesi operasyon ve siyasal bir iradenin devreye girmesi gerekiyor. O an karar vermemiş olsalar bile zımnen iradeleri var, yani operasyona bir onay vermişlerdir. Ama hükümet bu siyasal sorumluluğu üstlenmedi. Bu şekilde öldürülen yurttaşlarımız var, bir özür kelimesi Başbakan’ın ağzından çıkmadı.
Peki kimi suçlayacağız?
Bu kadar muktedir olan hükümet çıkarsın ortaya. Neredeyse muvazzaf generallerin yarısının hapiste olduğu bir dönemdeyiz. Yargı ve hükümet bakımından muktedir olma tablosu var. 3 ay geçti, hükümetten ses yok. Bu kadar uzayacak bir mesele değil. Faili belli bir cinayet var. Zamanında Tunceli’de helikopter vatandaşa bomba atmıştı. Çiller de “Bizim helikopterlerimiz olmayabilir” demişti. Talimatları veren belli, bu üç ay değil üç saatlik çalışmayla ortaya çıkarılabilecek bir iş. Aslında ortaya çıkarmak ifadesi yanlış: “Henüz açıklanmış değil” demek daha doğru.
Nevruz, iktidar ile BDP arasında güç savaşına döndü
Nevruz nedeniyle alev İstanbul’a sıçradı. Ne görüyorsunuz?
Her zaman Mart ayından sonraki ayların hep böyle sıcak, gerilimli geçeceği konusunda toplumda genel bir kanı olmuştur. Nevruz da bunun işareti olur ki maalesef değişiklik yok. Ama bu yıl hiç kimsenin beklemediği görüntüler ortaya çıktı. Diyarbakır, Van, Batman’da geçen sene toplantılar olmuş ama şiddet eylemleri olmamıştı. Belki izinli kutlansa da olaylar olacaktı ama bana göre bu olayların asıl nedeni şiddete zemin hazırlayan yasaklamalar oldu.
Pazar günü izin verilse olay çıkmaz mıydı?
Polemiğe girmek istemiyorum ama en azından ölçü bu noktaya kadar gelmezdi. Açıkça söylemek gerekir ki Diyarbakır’da hükümet verdiği kararla iflas etmiştir. Hem yasaklayacak, “Kimse kutlamayacak” diyeceksiniz, sonra güç kullanımını Türkiye’de yakın tarihte görülmemiş bir biçimde helikopterden gaz atma noktasına kadar getireceksiniz. Ama alana yüz binden fazla insan toplanacak.
BDP de germek için özel bir çaba harcıyor gibi görünmüyor mu?
Tabloyu doğru okumak lazım. Hükümetin iddası şuydu: “Ben BDP’nin ve BDP’nin arkasındaki güçlerin elini ayağını kırdım. İnsanları gözaltına aldım. Sokakta harekete geçecek kimse kalmadı ve dolasıyla güçleri kalmadı.” Hükümet bunu topluma göstermek ve “Operasyonlardan somut sonuçlar aldım” demek istedi. Yasaklama kararına sevk eden düşünce buydu. Ama tüm bunlara, büyük ölçüde tutuklanmasına rağmen yerel aktörler, yüz bin insan İstanbul ve Diyarbakır’da alana gittiler. Diğer taraftan BDP’liler de “Hayır. Bizim gücümüz var, göreceksiniz” dedi. Özetle hükümet son bir yıldır izlediği “güvenlikçi” politikasının başarısını ortaya koymak istiyor, güç gösterisi yapıyor, “Yaptırmayacağım”, diğeri de güç gösterisi yapıyor.
Sorunun siyasi ifadesi ayrılık isteği anlamına gelmiyor
Burada yine “Bölge kopmak istiyor” sonucuna dönüyoruz galiba?
Diyarbakır’da yapılan anketlere bakıyorum, bağımsızlık, federasyon isteyenlerin sayısı çok az. Üstelik Diyarbakır bir siyasi merkez. Her sorun siyasileşmiş, sorunların siyasi bir dille ifadesi ayrılık isteği anlamına gelmiyor. Bölgedeki Kürt kökenli insanların büyük bir bölümünün bağımsızlık istediği kanaatinde değilim. Ancak, dünya genelinde Arap Baharı sürecinin yarattığı etkiyi göz ardı etmemek lazım. Arap Baharı, bir nevi 1789 Fransız Devrimi ölçeğinde sarsıcı, dünya tarihini değiştiren bir olay. Türkiye’nin yakın coğrafyasında yaşanan bir sürü çalkantı, değişim ve bununla beraber ayaklanmaların “bir hak talebi” olarak gündeme gelmesi, şu an jeopolitik gerçekler olarak önümüzde duruyor. AKP, bu değişim sürecini, “model ülkenin iktidarı” olarak böbürlenmekten doğru okuyamıyor. Halbuki, Türkiye’nin model ülke olması, AKP’den çok Türkiye halkının dinamikliğine, bir toplum olarak bütününün yarattığı zenginlik, sosyal, kültürel, ekonomik heyecana bağlı. Fakat, AKP’nin Arap Baharı sürecini okuyuşu, Osmanlı’nın Fransız Devrimi’ni bir türlü kavrayamamasına benziyor. Artık, insan hakları eksenli politikalar oluşturmaya odaklanmayan, devleti insan için kılmayan, siyasette hak ve adalet bir zihin devrimi yaşanmasına direnenler, tarihin tarafından tedavülden kaldırılacak.
CHP bu duygusal kopuşu engellemek için ne yapacak?
Bölgede CHP’ye olan ilgi ve beklentinin arttığı anlaşılıyor. Bunu çok önemsiyoruz. Bu önemli çünkü o duygusal kopuşun yaşanmaması ve politikalarımız açısından, söylemlerimiz bakımından, örgütlerimiz bakımından, bölgede olan sıcak bağlarımız açısından büyük bir sorumluluk üstlendik. Bölgeden milletvekilli çıkarmadık ama her ilin milletvekili var. Çok sıcak temasımız var. İlgi de çok arttı. Bunlar yaşanan duygusal kopuşun tamiri, makasın kapanması açısından çok önemlidir.
Peki ayrılmak istenmiyorsa ne istiyorlar, üç maddede sayar mısınız?
Ana dil temel meselelerden biri. İkincisi yerel yönetimlerin merkezi vesayetten kurtulmasıyla ilgili model. Üçüncü mesele ise Anayasa’da insanların kendisini tanımlama olarak bulma meselesidir.
Deniz Güçer - Vatan
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.