ŞÊX XEZNEWÎ: AKP VE GÜLEN CEMAATİ KÜRTLER İÇİN TEHLİKELİ!
Şêx Murşîd Maşuq Xeznewî, Müslüman Kardeşler örgütünün Kürtlere yaklaşımını eleştirdi.
24 Ekim 2012 Çarşamba 10:48
Müslüman Kardeşler örgütünün Kürtlere yaklaşımını eleştiren Şêx Murşîd Maşuq Xeznewî, "Kürtlere kültürel haklar verilsin diyorlar ama siyasi haklara karşı çıkıyorlar" dedi. Müslüman Kardeşler'in AKP'nin izinde gittiğini söyleyen Şêx Xeznewî, verdiği demeçte babası Şêx Maşûq Xeznewî'nin Beşar Esad'ın kardeşi Mahir Esad'ın emriyle öldürüldüğünü bildirdi.
13 Ekim'de Paris'te düzenlenen Batı Kürdistan konferansına 30'ya yakın parti ve örgüt temsilcisinin yanı sıra birçok bağımsız aydın da katılmıştı. Bunlardan birisi Batı Kürdistan'ın dini kanat önderlerinden Şêx Maşûq Xeznewî'nin oğlu Şêx Murşîd Maşuq Xeznewî'di. Kürtlerin önde gelen şeyhlerinden biri olan Şêx Maşûq Xeznewî, 10 Mayıs 2005'de Şam'da rejim güçleri tarafından kaçırıldıktan sonra işkencede katledilmiş, cenazesi 1 Haziran'da bulunmuştu.
Şêx Xeznewî'nin Anadil konulu bir konuşması*...(Arşiv) (ilkehaber)
(Türkçe çevirisi haberin sonundadır)
Babasının hem iyi bir dindar ve hem de iyi bir Kürt yurtseveri olduğuna dikkat çeken Şêx Murşîd Maşuq Xeznewî, Kürtlerden babasının mirasına sahip çıkılmasını istedi. Batı Kürdistan için destek konferansları ve girişimlerinin sürmesini isteyen art Şêx Xeznewî, bu parçada yaşayan Kürtlerin birlik içinde hareket etmesi gerektiğini vurguladı.
"MÜSLÜMAN KARDEŞLER AKP'NİN İZİNDE"
Suriye muhalefeti içinde Kürtlere sıcak bakan ve Esad sonrası yeni anayasada Kürtlere bütün hakların verilmesini isteyen grupların olduğunu belirten Şêx Xeznewî "Bence Kürtler tamamen rejimle ilişkilerini kesmeli ve bu gruplarla çalışmalı" dedi. Temmuz'da Kahire'de yapılan Suriye muhalefeti konferansına katıldığını ve burada Kürtleri istemeyen gruplarla da karşılaştığını söyleyen Şêx Xeznewî, Müslüman Kardeşler'in Kürt yaklaşımını ise şöyle yorumladı:
"Zaten 2005 yılına kadar hiç bir şekilde Müslüman Kardeşler, Kürt sorunuyla ilgilenmiyordu. 2005'ten sonra ise Suriye'de Kürtleri bir millet olarak kabul etmeye başladılar. Fakat Kürtlere kültürel hakların verilmesini kabul ederken, siyasi haklardan yana değiller ve Kürtler için sadece din kardeşimizdirler diyorlar. Unutmayalım ki; Müslüman Kardeşler AKP'nin izinde. Türk başbakanı Erdoğan'ın istemesi halinde bu politika değişebilir.
Erdoğan ise Müslümanlığın ticaretini yapıyor, kendisinin çıkarları doğrultusunda İslamiyeti bir alış-veriş malzemesi olarak kullanıyor. Onun dindarlığı kabul görmez, çünkü İslamiyet'te Allah ve kul arasına kimse giremez ve hiç kimse başka bir millete, gruba zülüm etmez. Bu yüzden AKP ve Gülen cemaatini Kürtler için çok tehlikeli buluyorum."
'SİVİL CUMALAR DİĞER PARÇALARA YAYILMALI'
Türk devletinin yürüttüğü din istismarlığı politikasına karşı bir programının olması gerektiğini söyleyen Şêx Xeznewî "Bence Kürtlerin yüzde 75'i dindardır ve bu kadar büyük bir kesim yalnız bırakılmamalı. Onları kucaklamalıyız" dedi. BDP öncülüğünde 1 yıldan fazladır süren sivil cuma namazlarına destek veren Şêx Xeznewî, bunun Kürdistan'ın diğer parçalarında da başlatılmasını istedi.
Dinin hiç bir şekilde devletlerin himayesi altına girmemesi gerektiğinin altını çizen Şêx Murşîd Maşuq Xeznewî, Batı Kürdistan'da ise radikal İslami grupların güçlü olmamasını sevindirici buluyor. Suriye'de rejimin düşmesiyle birlikte Müslüman-Hıristiyan, Şii-Sunni çatışmasının baş göstereceğini belirten Şêx Xeznewî, "Kürdistan'da dini bir çatışma tehlikesi görmüyorum" dedi.
Babası Şêx Maşûq Xeznewî'nin ise Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın kardeşi Mahir Esad'ın emriyle öldürüldüğünü duyuran Şêx Murşîd, bu konuda elinde belgeler olduğunu söyledi. Belgeleri Af Örgütü'ne teslim ettiğini hatırlatan Şêx Xeznewî şu bilgileri verdi: "Bir video görüntüsünde Mahir Esad'a babamı soruyorlar. O da 'hastaneye gönderdik, fakat kurtulma şansı yok' diyor." Cumhuriyet Muhafızları komutanı Mahir Esad, rejimi sarsan Temmuz ayındaki bombalı saldırının ardından ölmüştü. (Perwer Yaş - anf)
Videounun Türkçe çevirisi...
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla sizleri selamlıyorum ve tekrar programımıza hoş geldiniz diyorum. Değerli bacı ve kardeşlerim. Bu günkü programımızda anadilden bahsedeceğiz inşallah. Neden bundan bahsedeceğiz çünkü bundan üç gün önce bu ayın 21’i Dünya Anadil günü olarak kabul edildi.
Herkes anadiline sahip çıkıyor ve anadili ile övünüyor. Fakat maalesef sadece biz kürtlerin dili geri kalmış. Dilimiz maalesef ölüm döşeğinde ve maalesef birçok konuda böyle devam ederse önümüzdeki 50 yılda dilimiz tamamen yok olmaya mahkum. Bundan dolayı bu programda istedik ki bu konudan bahsedelim. Sizin de bildiğiniz gibi televizyonunuz kurd1 2011 yılını Kürtçe okuma yılı olarak belirlemiştir. Bu dil ki sekerat anını yaşamaktır. Bizim düşmanlarımız bizimle aslında dil üzerinden savaş açıyorlar. Çünkü düşmanlarımızda çok iyi biliyorlar ki bizim varlığımız dilimizledir. Eğer dilimizi alırlarsa bizi de almış olacaklarını iyi biliyorlar. Bu yüzden eğer dilimizi alırlarsa başka bir şeyimizde kalmaz. Buda şüphesiz doğru.
Ben şu anda sizinle konuşurken beni sizinle bağlayan bu konuştuğum dildir. Birçok kişide olduğu gibi benim de şu anda renk de ve şekilde aynı olmayabiliriz ama dilde aynıyız demek bizi bir yapan dildir. Bizim aramızdaki kürt gerçeğini kuvvetlendiren bu dildir. İşte düşmanda bunu çok iyi fark ettiği için hemen bu dili bizden sökmek için harekete geçti. Şu unutulmamalı ki hiçbir İslami kaide birilerinin üstünde bir dili bir rengi ya da herhangi bir kimliği kimseye farz kılmamış. Ama buna rağmen devlet tek dilde tek millette ısrar ediyor. Böyle bir şey asla İslam dininde mevcut değildir. Renklerin dillerin farklılıkları bir kudretin bir lütfun ve ayet derecesinde bir hakikati gösteriyor.
Ve İslam dini bu farklılıkları bir lütuf olarak gösteriyor. İstiyorsanız peygamber dönemine gidelim ve bakalım. Peygamberin kendisine bakalım, görülecek ki nasıl ki sağ elinin üstünde Araplardan Hz. Ömer ve Ebubekir olduğu gibi sol elinin üstünde de Ceban-el Kürdi, Selman-i farisi, Bilal-i Habeş ve Suheyb-i Rumi oturuyordu. Durum böyle iken peygamber hiçbir zaman bunlara Arap dilini dayatmamış farz kılmamıştır. Bu delilde şu ki bin dört yüz sene geçmesine rağmen bakıyoruz ki Ceban-el kürdi halen daha Kürd, Selman-i farısi halen daha faris olarak bilinir. Demek İslam dini bir dili ya da bir ırkı dünya üstüne yaysın ya da farz kılsın diye gelmemiş. Çünkü bunu bir lütuf olarak görüyor. Allah bunu kitabında şu şekilde söylüyor: “Eyer Allah isteseydi bütün insanları aynı dilde aynı aynı renkte aynı ırktan yaratırdı. Ama öyle yaratmadı” şuanda sizinle konuştuğum dilde Allah’ın ayetlerinden bir ayettir.
Başka bir ayette de bu hakikati şöyle dile getiriyor: sizin dillerinizin ve renklerinizin ayrı ayrı olması bizim ayetlerimizdendir. Bizim dilimiz bizim için azizdir. Biz bu dille ağlarız konuşuruz. Fikirlerimizi dile getiririz ve hayallerimizi inşa ederiz. Biz bu dille kendimizi insan olarak gösteriyoruz. Bu yüzden bu dil Allah tan bir hediyedir. İşte bu hakikatin karşısında duranlar bunlar ne kadar şahadet getirseler de inanmayın. Çünkü bunların yaptığı Allah’ın iradesine karşı durmaktır.
İstiyor ki hediye ettiği şey muhafaza edilsin. Normalde bir insana bile bir şey hediye ettiğiniz de o insanı her gördüğünüzde onu onun elinde görmek istersiniz. Değil mi? Çünkü onu hediye ettiğiniz kişi de gördüğünüzde anlarsınız ki o kişi hala sizi unutmamış. İşte bu yüzden Allah’ın verdiğine sahip çıkmak lazım. Sakın demeyin sen unsuriyetçi düşündüğün için bunun Allah’ın emaneti olduğunu söylüyorsun. Çoğu kişiye göre dil sadece ihtiyaçları gidermek için yaratılmıştır onun dışında çok ta bir ehemmiyeti yok. Hayır öyle değil.
Kuran-ı kerime göre Allah, dili insandan önce yarattı, Hz. Adem’den önce yarattı.
Kuranda bu olay şöyle geçer. Allah meleklere yeryüzünde bir insan yaratmak istediğini söyler. Melekler de ona ya Rab! Sen yeryüzünde kan akıtacak ihtilaf çıkaracak birini mi yaratacaksın?
Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim”. Sonra Adem’i onlara tanıtır isimleri ona öğrettiğini gösterir. Sonra meleklere: Siz bunları biliyor musunuz? Siz dilleri ve eşyanın isimlerini biliyor musunuz?
Melekler: Hayır ya rab senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir ilmimiz yoktur.
Demek bu dil Allah’ın nimetlerinden bir nimettir. Eğer sorarsanız Allah’ın Ademe öğrettiği bu isimler nelerdi. Açın eski tefsirleri bakın bu kitaplar bir çok sahabeden rivayet eder. Abdullah ibn-i Abbas, İkrime ebu Katade… bunlar derki ademe öğretilen esmalardan kasıt bugünkü dillerdi. Bu yüzden diyorum ki dil büyük bir lütuf dur ve bu lütfu muhafaza etmek lazım.
Eğer Allah’ı seviyorsan diline sahip çıkarsın. Neden başkaları bizden daha fazla sahip çıksın. Başkaları Allah’ın verdiği bu hediyeye sahip çıkarken biz neden bu hediyeyi başkalarının eline verelim. Ve bunu yapmakla başkalarının Allah’ın bu lütfuna düşmanlık yapmalarına sebep oluyoruz. Eğer bizim kalbimiz de Allah sevgisi varsa bizim bu dile sahip çıkmamız lazım. Benim bu dilim gerek Kurmanci gerek Sorani ya da Goranî olsun bizim buna sahip çıkmamız lazım. Zaten bizi birbirimize bağlayan da bu değil midir? Biz buna sahip çıkacağız ve asla düşmanların bunu bizim elimizden almasına müsaade etmeyeceğiz. Ben asla menfi bir şekilde bunu demiyorum ve bir dilin başka bir dilden üstünlüğünü savunmuyorum.
Arapça dilinin mukaddes bir dil olduğunu diyen asla doğru söylemiş olmaz. Zira peygambere atfedilen bir hadiste deniliyor ki: “Arapları üç şeyden dolayı sevin; Arap olduğumdan, Kuran lisanı Arapça olduğundan ve cennet lisanı Arapça olduğundan.” Nereyse bütün İslam alimleri bu ifadenin peygambere ait olmadığını söylüyor. Şayet öyle olsaydı peki Arapça olmayan Tevrat, İncil ve Zebur için ne diyecektik. O zaman bu kitapların indiği dilin o zaman Arapçadan daha mukaddesti. O zaman şunu diyelim zamana göre diller birbirinden daha mukaddestir. Böyle bir şey de kesinlikle doğru değil. Zira bazı diller Allah yazmıştır. Tevrat gibi. Kuranda: biz Musa’ya gönderdiğimiz kitaba yazdık diyor.
Demek hiçbir lügat, başka bir lügattan üstün değil. Bu yüzden demek istediğim bu elli yıldır ölüm döşeğindeki bu dilimize sahip çıkmalıyız.
Bu noktada benim en çok etkilendiğim Yahudilerin dilleri için yaptıklarıdır. Neden çünkü uzun bir süre Yahudilerin dilini din adamlarından başka kimse bilmezdi. Ama şimdi bu dilde mastırlar, doktoralar yapıyor. Bunun karşısında hayrette kalmamak mümkün mü?
Bize lazım olan onların dili için yaptıklarından bir tecrübe çıkarıp kendi dilimiz için de aynı mücadeleyi vermemizdir. Ben bunu yaparken anadilime sahip çıkmış olacağım. Buna sahip çıkmakla Allah’ın benim için yarattığı bu hediyeye de sahip çıkmış olacağım.
Programın sonunda şunu söylemek istiyorum: günahın en büyüğü Allah’ın bize verdiği bu dile sahip çıkmamaktır. Ve ayıpların en büyüğü ise kendi ihtiyacımızı başka dillerle gidermektir.
Çeviri: Ekrem Malbat - İlkehaber
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.