Çeyrek asrı bitirip, yarım asra doğru evrilen, şu “düşük yoğunluklu” diye tabir edilen savaşın; Mehmet Ağar’la Aziz Yıldırım gibi muktedirlerin dostluklarını her daim baki kıldığını, Genelkurmay Başkanlarıyla Şemdinli’de bomba patlatan “iyi çocuklar” arasında savaş yılları boyunca yaşanan “vefa duygusunu” bir hayli büyüttüğünü, bizim ordunun içinde, bir yüzyıl boyunca darbe yapıp duran Latin Amerika’daki darbeci generallerin sayısını beşe ona katlayan sayıda generalin, aklını ve moral değerlerini darbe ve iktidar tutkusuyla bozup, nihayet Silivri’ye yolladığını, Türk ordusu gibi ulus-devlet kurmuş bir orduyu, boğazına kadar kire-suça batırdığını ve “düşük yoğunluklu” savaşa dair hikâyenin bu minvalde ama bu sefer mutlu sona doğru devam edeceğini az çok biliyoruz.
Devrimini böyle yapıyor Türkiye ve geçmişiyle hesaplaşıyor.
Merkezinde ordunun olduğu ve aslına bakarsanız, patrimonial bir iktidar biçiminden başka bir şey olmayan bir iktidar biçimi, tarihe karışıyor.
Sporda şike yapanlarla, savaşta şike yapanlar aynı zaman diliminde sahneye çıktılar, şimdi aynı zaman diliminde tutuklanıyor ve hesap verecekleri yargılamaları bekliyorlar.
Savaş şikesi, spor şikesine benzemez ama.
Spor şikesini, adil bir yargılama az çok telafi edebilir.
Ama savaş şikesinden sorumlu olanlar bir gün adil yargılansalar bile, bu yine de, toplumun yüreğine açılan yaraları kapatmaya, acıyı ve yası tamamen ortadan kaldırmaya yetmez.
Devamı için
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.