22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

SAVAŞIRKEN SUSTUK, YA BARIŞIRKEN?

Süreç en başından beri ilan edildiği üzere 'hassas'. O kadar ki 'ihtiyatlı' olanlara bile pek iyi bakılmıyor. Herkes 'iyimser' olacak.

Savaşırken sustuk, ya barışırken?

03 Nisan 2013 Çarşamba 12:07

Türkiye tam 30 yıl, adı konmamış bir iç savaş yaşadı. Ama kimse bu savaşı konuş(a)madı. Çünkü konuşmaya kalkan ya “vatan haini” ilan edildi ya da “susturuldu”. Gazete sayfalarından, televizyon ekranlarından “hain kurşunlara hedef olanlar” ve “etkisiz hale getirilen teröristler” yıllarca bir bir akıp geçti. Kimse sor(a)madı: Neden ölüyoruz, öldürüyoruz diyemedi. Nihayetinde, “Devlet gereğini yapacaktır, kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın” retoriğine inanması beklenen milyonlar, gerçekte ne yaşandı ne bitti bilemeden, bugünlere kadar geldi.

Bilen var mı?

Şimdi, “Barış yapıyoruz” deniliyor, ama konuşmak yine yasak; hadi yasak demeyelim de, sakıncalı. Çünkü süreç en başından beri ilan edildiği üzere “hassas”. O kadar ki “ihtiyatlı” olanlara bile tahammül yok, herkes “iyimser” olacak. Örneğin “Barışa Emanet Olun” diyen Hasan Cemal bile barış zamanı geldiğinde sussun isteniyor. “Kürtlerle barışan Türkiye’yi Ortadoğu’da kimse tutamaz” diyen Cengiz Çandar, tam da “Kürtler Türkiye’yi bölmeyecek, Türkiye Kürtlerle büyüyecek” denilirken “Sıra bana geliyor, beni de susturacaklar” diyor. Her şey öylesine bir suskunluk içinde yürüsün isteniyor ki, hükümet dahi konuşmuyor. Hala hiç kimse hükümetin “barış planı” nedir bilmiyor. Sadece bazı köşe yazarlarının “aldığı bilgilere dayanarak” paylaştığı senaryolar dolaşımda; hükümet tarafından ne doğrulanıyor, ne yalanlanıyor... İşin garibi, Abdullah Öcalan’ın Newroz çağrısı üzerine ateşkes ilan eden ve sınır dışına çekilmeyi gündemine alan PKK’nin bile henüz barış planından haberdar olmadığını öğreniyoruz. Murat Karayılan, Hasan Cemal’e verdiği röportajda, “Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları” diyor. Peki, ortada barış planı yoksa, barış nasıl olacak? 

Siz sadece ‘güven’in

Karayılan’ın sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla, barış yapmakta bir plan üzerinden değil hedef üzerinden mutabık kalınıyor. O hedef de Abdullah Öcalan’ın mektubunda netlik kazanıyor: Ortadoğu’nun yeniden inşasında Türk-Kürt ittifakı. Bu bağlamda, Kürt sorunu çerçevesinde bugüne kadar uzlaşmazlığa kaynaklık eden en temel sorunlar söz konusu yeni süreçte “tali” konular ya da “teferruat” olarak ancak yer bulabiliyor. Herkes hedefe odaklanıp “barış”ın keyfini çıkarsın, detayları düşünmesin, konuşmasın isteniyor. Türklerden “Başbakana güvenmesi”, Kürtlerden de “Önderlikten şüphe etmemesi” bekleniyor. Sanırım asıl büyük uzlaşma da bu noktada ortaya çıkıyor. Erdoğan ve Öcalan’ın “mutlak liderlik” anlayışlarının uyumu, şimdilik barışın yegane garantisi gibi görünüyor.

Bu garanti nereye kadar işler? Zira, hedefi Kürt-Türk ittifakı olarak belirlediğiniz andan itibaren mücadelenizi bölgesel bir ölçeğe çıkarıyorsunuz. Bu çerçevede de ne Erdoğan’ın ne de Öcalan’ın liderliği “mutlak”. Zaten ittifakın gereği de burdan doğuyor ama sorunlar sadece hedefte uzlaşmakla aşılacak türden değil. 

Suriye ve Irak’taki Kürtler

Suriye’de hesaplar neredeyse her gün bozulup yeniden yapılıyor. Suriye muhalefeti hala kapsayıcı ve bütünlüklü bir yapıya kavuşamadığı gibi, varolanı da koruyamıyor. Bu arada Suriye muhalefetine eklemlenme süreci parçalı ve çatışmalı Kürtlerin de kendi aralarındaki ihtilaflar giderek su yüzüne çıkıyor. Geçtiğimiz ayın sonunda Paris’te Suriye Kürtlerini biraraya getirme çabaları da sonuç vermemiş görünüyor. Zira, PYD bu toplantıya katılmadığı gibi, toplantının katılımcılarından Azadi Partisi ile silahlı çatışmaya giriyor. Olayların geldiği aşamada El-Parti lideri Abdulhakim Başar, PYD’nin tek başına hareket etme inadından ve Kürt Yüksek Konseyi’ni çalıştırmadığından şikayet ederken, “Öcalan’ın PYD politikalarına müdahale etmesini bekliyoruz” diyor. Hal böyleyken Türk-Kürt ittifakı, bu fotoğrafın neresinde yer alacak, doğrusu içinden çıkılmaz görünüyor.

Irak Kürdistanı’nde ise yaklaşan yerel seçimler nedeniyle uzlaşma eğilimlerinin yerini rekabet refleksleri alıyor. Üstelik Talabani’nin yokluğu söz konusu rekabette denge bulma çabalarını da zorlaştırıyor. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) barış sürecine verdiği destekle bir yandan PKK’nin önünü açarken, bir yandan da Goran, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve PKK arasında güçlenen yakınlaşmayı kolluyor. Öte yandan, John Kerry’nin ziyaretiyle de netlik kazandığı üzere, Amerika Maliki’den vazgeçmezken, Barzani’nin Türkiye ile yakınlaşmasından da memnun görünmüyor. Özetle, Irak Kürdistanı’nda taraflar mevcut ittifakları bozmadan yeni bir “ittifak” yapmakta zorlanıyor.

İran Kürdistanı

Bu arada İran Kürdistanı’nda ne olup bittiğini ise kimse şimdilik gündemine almayı tercih etmiyor. Oysa, Ortadoğu’da tam da bir Kürt baharı yaşanırken, İranlı Kürtler Newroz’u bile gönüllerince kutlayamıyor. Ajanslar Doğu Kürdistan’da İran askeri varlığının gün geçtikçe arttığına dikkat çekiyor. İran’da hemen her gün bir yenisi yaşanan idamlar zaten herkesin malumu. Türk-Kürt ittifakı İran politikasını hangi noktada ortaklaştırır, bugünden kestirmek imkansız görünüyor.

Günün sonunda, herkesin barış geldi diye sevindiği sürece olmayan plan üzerinden değil de ilan edilen hedef üzerinden bakıldığında, insan kendi kendine sormadan edemiyor: Havada barıştan çok savaş kokusu yok mu? (Radikal)

Arzu Yılmaz
Ankara Üni., SBF, Doktora

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.