ROŞAN LEZGÎN’İN KONFERANS TEBLİĞİ
ilkehaber.com olarak 'Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı'na sunulan tebliğleri tam metin olarak sunuyoruz.
27 Haziran 2013 Perşembe 22:36
“KÜRT HALKI” MI, “KÜRT ULUSU” MU?
Kuzey Kürdistan Kürt siyasal hareketlerinin, siyasetle uğraşan şahsiyetlerin, aktivistlerin, aydınların, akademisyenlerin öteden beri “Kürt Meselesi”nde gözden kaçırdıkları, göz ardı ettikleri en can alıcı noktanın “Kürtlerin tanımı” ve buna bağlı olarak kullanılan terminoloji konusu olduğunu düşünüyorum.
Bu sunumda “halk” ve “millet/ulus” kavramlarını tartışmaya çalışacağım.
Kürtlerde, “Kürtler kimdir, nedir” sorularının karşılığı olan “tanım/tarif”in doğru bir şekilde yapılmamış olması siyasal ihtiyaçlarının da doğru tespit edilmemesine, dolayısıyla sağlıklı bir “Kürt politikası”nın da oluşmamasını beraberinde getirmiştir. Örneğin, Kuzey Kürdistan Kürt siyasi hareketlerinin, Kürtler için kullandıkları tanım “halk” kavramıdır. Arapça “yaratmak” fiilinden türemiş olan “halk” sözcüğü “insan topluluğu” veya “insanlar” anlamındadır. Diyelim ki “mahalle halkı” veya “şehir halkı” dediğimiz de, söz konusu olan mahalle veya şehirde yaşayan her türlü milletten/ulustan tüm insanlar anlaşılmaktadır. Oysa “millet/ulus” kavramı “çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu” anlamındadır. Yani bir arada olan farklı milletlerin tümü “halk” olabilir ama her “halk” topluluğu “millet/ulus” değildir.
Tarifin yanlış yapılmasından kaynaklı olarak Kürtlerin mücadelesi de “kuruluş”tan çok “kurtuluş” eksenlidir. Yani Kürt siyasi aklı, genel olarak “halk”ını var olan baskıdan “kurtarmayı” esas almaktadır. Onlar için “halk”ın baskıdan kurtarılması yeterlidir. Kürt siyasal mücadelesinin, belirgin temel hedefi budur. “Demokrasi” kavramını çok kullanmalarının hikmeti de budur. Bundan dolayı, hemen hemen bütün Kürt siyasal birimlerin adlarında “rizgarî” yani “kurtuluş” sözcüğünün olmasının hikmeti de yine budur. Oysa “millet/ulus”ları ayakta tutan dinamizm, “avakirin” yani “kuruluş” şiarıdır. Ama Kürt siyasal birimlerinin adlarında “avakirin” yani “kuruluş” veya “milliyet”e vurgu yapan kavramlara rastlanmaz.
“İnsanlar” veya “insan topluluğu” olarak herhangi bir “halk”, elbette insani haklara sahiptir. Örneğin, baskı ve zora dayanan bir politikanın hedefi olmamaları, yaşam haklarına saygı gösterilmesi, “demokratik” bir muamele görmeleri, kısaca “insan” olmaktan kaynaklı hak ve hukuklarına riayet edilmeleri gerekir. Ama buna karşılık “millet/ulus” tanımına haiz “insanlar” veya “insan topluluğu”nun, halk olmaktan kaynaklı haklarının yanı sıra “millet/ulus” olmaktan kaynaklı hak ve hukukları vardır. Örneğin, “halk” kavramı siyasal bir tanım değildir ama “millet/ulus” kavramı siyasal bir tanımdır. Dolayısıyla “millet/ulus” tanımına sahip bir toplum, siyasal haklara ve hukuka da sahiptir aynı zamanda. Yani kendi topraklarında hükümran olmaları, hükümranlık haklarını kullanabilmeleri için siyasal bir statü olan devlet veya devlete denk gelen bir yapıya sahip olmaları gerekir. Bunun için de, daha en başta, “millet/ulus” olan topluluğun kendisi kendini tanımlarken veya tarif ederken kavramları doğru kullanmalı ve politikalarını bu doğrultuda oluşturmalıdır. Başkalarından da kendisini doğru olarak tanımlayan kavramların kullanılması için ısrarcı olmalıdır. Bu, bir milletin ulusal mücadelesinde en ilkesel, en temel sorundur. Öyle ki bu, “milli akıl” denilen milletin genel politik çizgisini ve buna bağlı olarak milletin/ulusun stratejik pozisyonunu/konumlanmasını şekillendiren ana ilkedir.
“Halk” ve “millet/ulus” tanımları çerçevesinde Kürtlere baktığımız da, Kürtlerin, “halk” değil, “millet/ulus” oldukları, yani “aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği” olduğu çok nettir. Ama özellikle Kuzey Kürdistan Kürt siyasal hareketlerin, Kürtler için kullandığı kavram “halk”tır. Hatta “millet/ulus” kavramını kullanmaktan kaçındıkları da söylenebilir. Örneğin, Türkler için rahatlıkla “Türk mileti/ulusu” veya “egemen ulus” demektedirler ama Kürtler için “Kürt milleti/ulusu” veya “ezilen ulus” kavramlarını çok nadir kullanırlar.
Yine aynı şekilde, egemen/ezen ulus mensubu Türk siyasal hareketleri, genel olarak Türk aydın ve akademisyenleri de, Kürtler için “millet/ulus” kavramını kullanmazlar, bunun yerine eğer “Doğu ve Güneydoğu halkı” veya “Bölge halkı” demezlerse, kullanacakları en ilerici kavram “Kürt halkı”dır. “Kürt mileti/ulusu” kavramını kullanmamaya, bu kavramın Kürtlerin bilincinden ırak tutmaya hayli dikkat ve özen gösterirler.
Kürt siyasal hareketlerinin Kürtler için “halk” kavramını kullanmaları, “millet/ulus” dememeleri, kendilerini tanımamalarından, kendilerini doğru tarif edememelerinden, bu konuda yeterli olgunluğa, kararlılığa ulaşmadıklarından kaynaklanıyor gibi görünebilir. Ama doğrusu, Kürt siyasal aklının egemen ulus tarafından şekillendirilerek, bu yönde sürekli bir manipülasyonla yönlendirilmekten kaynaklandığı düşüncesi de ileri sürülebilir. Çünkü Kürt siyasal hareketlerinin, birimlerinin, Kürt siyasal aktivistlerin ve tek tek olarak birçok bireyin, en azından bunların çok önemli bir kesiminin direkt veya endirekt olarak yoğun bir şekilde kontrol edildikleri, yönlendirildikleri ihtimal dâhilindedir. Eğer öyle değilse, kendilerini doğru tarif etmekten/tanımlamaktan bunca uzak durmalarının, örneğin, Kürtlerin milli/ulusal yapılarını geliştirecek, güçlendirecek her türlü söylem ve aktiviteden kendilerini muaf görmelerinin, diyelim ki Kürt dili konusunda herhangi bir proje veya stratejiye sahip olmamalarının ne gibi bir izahı olabilir? Türkler için “Kuvvayi Milliye” veya “Millet Meclisi”, “Türk Milleti”, “Milli şef” kavramlarını meşru görmeleri ama Kürtlerden söz ederken, “milli/ulusal” kavramları “ilkellik”le suçlamaları, en basitinden bu tür kavramları gözden uzak tutmaları, bunun yerine ısrarla “halk” kavramını kullanmalarının izahı ne olabilir ki?
Eğer bir millet kendi “tanımı/tarif”ini belirginleştirmemişse, o millette “milli kimlik” muğlak kalır, “birlik ve beraberlik” zayıf kalır. Buna bağlı olarak bütün hareketleri ve politikaları da muğlak ve belirsiz, en önemlisi de sonuçsuz kalır. Örneğin, “halk” toplulukları elbette kültürel bir nosyona sahip olabilir; farklı yaşayış biçimleri, gelenek ve görenekleri adetleri, folklorik öğeleri, farklı müzikleri vs olabilir ama bir ulusal kimliğe sahip değiller. Herhangi bir “halk” topluluğunun, toprağa denk gelen ayrı bir idareye, ulusal sembollere, netice olarak da bir “devlet yapısına” sahip olmaları gerekmeyebilir. Ama “millet/ulus” tanımına haiz toplumlar için bu böyle değildir. “Millet/ulus” tanımına sahip toplumlar, kendi kendilerini yönetmekle mücehhez olmaları, yani kendi ulusal devletlerine sahip olmaları mutlak bir siyasal haktır. Bu açıdan Türkiye’de sadece Türkler için “Türk milleti” ama geriye kalanlar için ise “halk” kavramının kullanılması, örneğin “Kürt halkı”, “Laz halkı” vs denilmesi çok bilinçli bir söylemdir.
“Millet/ulus” olan bir topluma “halk” demek, büyük haksızlıktır, küçümsemedir, hakarettir. Eğer bu, başka bir ulusun çıkarları için bilinçli bir şekilde yapılıyorsa, o zaman açıkça o halkı siyasal olarak iğfal etmektir aynı zamanda.
Türk devletini yöneten hükümetlerin başı olan başbakanlar, belli aralıklarla “halka sesleniş” değil de “ulusa sesleniş” konuşmaları yaparlar. Böylece her bir Türk bireyine, Türklerin siyasal statüye sahip hükümran bir millet/ulus olduklarını tekrar tekrar duyumsatırlar. Ama diyelim ki Diyarbakır’da tertip edilen bir mitingde, bir parti başkanı sıfatıyla yaptıkları konuşmada, elbette “halk”a veya “kitle”ye seslenirler. Çünkü mitinge katılmış ve seçimlerde siyasal partilere oy verme hakkı tanınmış olan herhangi bir Türkiye devleti vatandaşı, “Türk ulusu”ndan değil de “halk”tan bir birey olabilir. İşte, Türk siyasal erki, Türk basını, aydınları, akademisyenleri bu tür kavramları ezen/egemen ulus olarak çok bilinçli kullanırlar.
Kürtler “aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği” ve kader birliği olan tartışılmaz bir şekilde “millet/ulus”turlar. Bundan dolayı, dünyadaki diğer bütün “millet/ulus”lar gibi, Kürtlerin de her şeyden önce kendi kendilerini yönetmeye, yaşadıkları toprak parçası üzerinde hükümran olmaya, dolayısıyla kendi ulusal devletlerine sahip olma hakkına sahiptirler. Kürtlerin bundan feragat etmeleri, yani başka millet/uluslar tarafından yönetilmek istenmeleri, devlet sahibi olmak istememeleri, kendi varoluşlarına büyük bir haksızlıktır. Millet olarak, Kürtlerin böyle bir duruma razı oldukları, yani ezilmişliği kabullendikleri doğru değildir.
Sonuç olarak Kürtleri yanlış tanımlamak, yanlış adlandırmak, böylece ulusal hak ve hukuklarına vurgu yapmamak, örneğin ulusal/milli gelişimlerini göz ardı etmek ve Kürtler adına devletleşmeyi reddetmek, Kürt milletini/ulusunu siyasal olarak kandırmaktan başka bir şey değildir.
____________
Not: Bu bildiriyi, 15-16 Haziran 2013 tarihinde, Diyarbakır’da gerçekleştirilen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”na sunmak için hazırladım ama davetli olduğum halde bazı nedenlerden dolayı katılmadım. Şimdi kamuoyuyla paylaşmak istedim.
Roşan Lezgîn
1- Yeni Bir Siyasal Proje İçin Diyalog Komisyonu'nun tebliği
2- Özgürlük ve Sosyalizm Partisi Genel Başkanı Sinan Çiftyürek'in tebliği
3- DDKD Genel Başkanı İmam Taşcıer'in Konferansa sunduğu tebliğ
4- Demokratik Özgür Kadın Hareketi'nin Konferansa sunduğu tebliğ
5- Sarmaşık Derneği'nin Konferansa sunduğu tebliğ
6- Aziz Mahmut Ak'ın Konferansa sunduğu tebliğ
7- AZADÎ İnisiyatifi’nin Konferansa sunduğu tebliğler
8- Tutuklu Milletvekilleri'nin Konferansa sunduğu tebliğ
9- Halim İpek'in Konferansa sunduğu tebliğ
10- Demokratik Toplum Kongresi'nin Konferansa sunduğu tebliğ
11- Tüm PKK’li ve PJAK’lı tutsakların Konferansa sunduğu tebliğ
12- KOMEL-KURD’ün Konferansa sunduğu tebliğ
13- Roşan Lezgîn’in Konferans tebliği
14- Nûbihar’ın Konferansa sunduğu tebliğ
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.