ÖMER ÇELİK: KÜRT MESELESİ VARDIR
AK Parti'li Ömer Çelik Belkıs Kılıçkaya'ya konuştu: Başbakan'ın 'Kürt sorunu yoktur' sözleri yanlış algılandı.
05 Mayıs 2011 Perşembe 10:45
Türkiye’de bu seviyede, Başbakan seviyesinde ve bu kadar uzun bir süre boyunca 'Türkiye’nin en önemli meselesi Kürt meselesidir' diyen ilk başbakan oldu, Tayyip Erdoğan. Fakat şimdi 'Kürt meselesi yoktur' diyen de o. Aslında mesele vardı galiba, AK Parti gördü; şimdi görmüyor mu?
Hayır. Şimdi burada tabi Kürt meselesi, adının koyulmasında bile geçmişte zorluk çekilen bir meseleyken, adını koyan, bu mesele üstelik Türkiye’nin meselesidir ve şahsen de benim meselemdir diyen; Sayın Başbakanımız oldu. Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten, Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasetle ilgilenen herkes biliyor ki, Türkiye’nin bir Kürt meselesi vardır. Bunun etrafından dolanmaya, buna başka bir ad koymaya gerek yok. Üstelik bazen bazı partiler hala Kürt kökenleri vatandaşlarımız, Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları diyerek bile sorunun etrafından dolanmaya çalışıyor.
Hatta Başbakan ilk defa galiba Kürt asıllı ve Türk asıllı vatandaşlarım diyor.
Evet. Onu Milliyetçi Hareket Partisi, işte Türkiye’yi şu kadar etnik gruba bölüyorsun diyerek istismar ediyor. Bunun istismarla bir alakası yok. Biz, siyasetçiler Türkiye’deki vatandaşların kendisini nasıl adlandıracağı konusunda karar verme yetkisine sahip değiliz. Siyasetçilerin görevi, siyasetin görevi vatandaşlarımız kendilerini nasıl adlandırıyorsa, hangi kimlikle adlandırıyorlarsa bu adlandırmaya saygı duymak ama bunu demokratik bir perspektif içerisinde Anayasal vatandaşlık kavramı içerisinde konumlandırmaktır. Şimdi, Kürt sorunu vardır ve Kürt sorunu benim sorunumdur demekle, bugün Kürt sorunu değil Kürt vatandaşların sorunu demek arasında bir fark yok. Fark şurada, şimdi bizim aday listelerimiz açıklandığında da şunu söylediler; dediler ki AK Parti Güneydoğu’daki iddiasından vazgeçti ya da Kürt meselesindeki çözümü iddiasından vazgeçti. Bu bir perspektif meselesidir. Kürt sorununun temsilcisi olduğunu söyleyen BDP, Türkiye’nin diğer meseleleri ile ilgili bir parti değil. Kürt sorunuyla ilgili olması da anlaşılır bir şey, sadece Kürt sorunuyla ilgili olması da anlaşılır bir şey fakat fark şurada onlar dar çerçevede etnik temelde tanımlanmış bir Kürt sorununun çözümü üzerinden Türkiye’deki bütün meseleleri belirlemeye, çerçevelemeye ve tanımlamaya çalışıyorlar.
"BDP İLE FARKIMIZ..."
Siz ise bütün Türkiye’yi.
Bizse Türkiye'nin demokratik bir perspektifle demokratikleşme çerçevesinden yapılanması, kendi reformlarını gerçekleştirmesinin bir parçası olarak, çok önemli, önde gelen bir parçası olarak Kürt sorununun çözümünü öngörüyoruz. Aradaki fark şu, onlar etnik bir radikalizmden yola çıkarak bu etnik radikalizmi bir demokratik perspektif içerisine yerleştirmeye çalıştıklarını iddia ediyorlar. Bizse demokratikleşme çerçevesi içerisinde Kürt sorununu konumlandırıyoruz.
Peki 'vatandaşlarımın' dediniz.. Dolayısıyla Kürt vatandaşlarını..
Kürtler, Kürt vatandaşlarımız.
Hep demokratikleşmede mesela birey haklarından bir de topluluk haklarından söz edilir. O birey haklarına indirgendiği anda işlerin iyi gitmediği düşünülebilir.
Onla ilgili içtihatlara baktığı hatta siyasi açıdan da baktığınızda bugünün dünyasında etnik temelde devletlerin parçalanması ve her etnisiteye devlet öngörülmesi, bu dünyadaki barışın sağlanması açısından hatta bu etnik grupların insan şeref ve haysiyetine uygun bir biçimde, yeryüzü değerlerine uygun bir hayat sürmeleri açısından doğru mudur dediğinizde bu doğru bir yaklaşım değildir. Hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da kollektif hakların bu şekilde bir tür devletlerin parçalanması ya da devletlerin parçalanmasına yol açacak bir takım zeminler oluşturulmasının, oluşturulmasına yol açmasının önünde engel olan içtihatları vardır. Yani bir kollektif hak verilmiş olsa bile, bu bireysel haklar bağlamında mütalaa edilir.
Dahilinde..
Bireysel haklar çerçevesinde.
Yoksa vazgeçilmiş bir şey değil.
Hayır. Şimdi mesela ne diyeceksiniz mesela tek tek, insanların Kürtçe konuşma hakları, Kürt kültürünü öğrenme ve yaşatma hakları tek tek her biri, birbirinden bağımsız olarak yapmıyor ki. Nihayet bir topluluk olarak yapıyor bunu insanlar. Ne yapıyorlar? Bununla ilgili dernekler kuruyorlar, kültür merkezleri kuruyorlar. Bunlar tabidir, bunlar sivil toplumun öğeleridir. Ve bu, özgürlükçü bir demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Ama siz her etnik, her mezhepsel, dini ya da başka bir sebeple ortaya çıkmış bir hakkı bireysel haklar bağlamından çıkarıp kollektif haklar düzeyinde bir yere konumlandırırsanız o kollektif haklar düzeyinde bugün dünyadaki devletlerin yüz katı devlet ortaya çıkar.
Ama böyle bir talepleri de olduğu söylenemez. Dini etnik bir temele dayalı devlet..
İşte zaten şimdi mesele şurdadır. Sayın Başbakanımızın “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” derken söylediğini BDP ve bazı çevreler Kürt sorununun inkârı Kürt sorununun çözümünden vazgeçmek olarak algılıyorlar. Orada söylenen işte bu ince ayardır. Bu ince ayrıntıdır. Nedir o? Bunu söylerken BDP’nin söylediği, tanımladığı çerçevedeki bir Kürt sorunu değil, 2005’te Sayın Başbakan'ın söylediği çerçevede bir Kürt sorunu tanımlıyor AK Parti. Yani bugün Kürt sorununun tanımı konusunda, Kürt sorununun çözümü konusundaki farklılılara işaret eden bir şeydir o.
Anladım.
Yani bizim Kürt sorunu vardır dememizi MHP de söylüyor, BDP de söylüyor. Ama biz Kürt sorununun çözümünde BDP ve MHP’den tamamen farklılaşan bir yerdeyiz.
Seçim beyannamesinde önce tespitlerde bulunulmuş ve Türkiye’nin en önemli meseleleri arasında yine Kürt meselesi sayılmış ve 'ayağınızdaki pranga' ifadesi kullanılmış. Peşinden de bir milli kardeşlik projesinden söz ediliyor ve bu milli kardeşlik projesinin de beyannameye göre devam edeceğine dair emareler var. Açık açık ifadeler kullanılmasa bile. Diyanet İşleri Başkanı'nın pazar günü bu konuda beyanları vardı ve diyordu ki; kardeşlik edebiyatından değil kardeşlik hukukundan söz etmek lazım. Karşılıklı ve bir de yani nüfüsunun yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu söylenen Türkiye'de pek de hepimizin bilmediği bir ayetten bahsediyordu. Bir dili inkâr etmek bir ayeti inkar etmektir diye.
Hucurat suresi 13.ayet.
Bunların hepsini söyleyebilir misiniz?
Şimdi Diyanet İşleri Başkanımız çok doğru bir tefsir yapmış. Çünkü hayat çeşitliliğiyle, hayat bu zenginliğiyle bize verilmiş. Bütün radikal hareketler, ister ideolojik radikalizm olsun, ister etnik radikalizm, ister dini radikalizm olsun... Hayatın çeşitliliğini yok etmek üzere bir siyasallaşma üretirler. Yani şimdi burayı görüyorsunuz. Bakın arkamızda bir köprü var. 3000 yıllık bir köprü bu. Tarihin, üzerinden araç geçen taş köprü bu. Adana’nın mücevheridir bu. Tarihin, üzerinden; bilinen en eski, araç geçen körpüsü, şimdi araç geçmesi kaldırıldı. Etrafındaki çeşitliliği görüyorsun, hayatın çeşitliliğini...
Burası da son derece kozmopolit bir yer.
Evet. Bu park öyledir. Ama radikalizme deseniz ki bir hayat tasavvur et, ister ideolojik ister etnik olsun ister dinsel olsun, onlar bu kadar çeşit ağaç üretmezler. Bir tasavvurda bulunursa bir animasyon... Bir çeşit ağaç üretir, bir çeşit insan üretir, işte bir çeşit düşünce biçimi bir çeşit yaşam biçimi üretir. Şimdi, demokratik toplumun demokratik perspektifin olmazsa olmaz koşulu çoğunlukçuluk değildir. Çoğulculuktur. Yani bir toplumda varolan her şeyin bir sinerji içerisinde kendisini ifade edebilmesidir. Dün mesela çok enteresan bir konuşması vardı, Sayın Bahçeli’nin. Yine Anayasa Mahkemesi Başkanının konuşmasını eleştiriyor. Haşim Kılıç Bey, çok doğru bir konuşma yaptı. Şöyle dedi; toplumdaki bütün beklentilerin ve bütün taleplerin yeni anayasada karşılanması gerekir. Şimdi bunu eleştiriyor Sayın Bahçeli. Diyor ki; bu anayasaya saygısızlıktır, bu Türkiye'nin bölünmesine yol açar. Ama sonraki cümlesinde kendisiyle çelişiyor. Türkiye’nin yeni bir toplumsal uzlaşma belgesine ihtiyacı var. Bakın toplumsal uzlaşma belgesi dediğiniz andan itibaren zaten eğer gerçekten demokratik bir toplumsal uzlaşma belgesini istiyorsanız o zaman toplumdaki bütün renklerin bütün taleplerin bu uzlaşmanın bir parçası olması gerekir. Aksi halde uzlaşma olmaz.
MHP’de açılıma şiddetle karşı olduğunun altını çizmekle birlikte 12 Haziran'da seçimlerden çıkan sonuca saygı göstereceğini açıkladı. Yani bu konuda..
Burada şöyle bir şey var mesela sizin röportajınızda Sayın Akşener böyle bir şey söyledi. Bu, demokratik perspektif açısından doğrudur. Ama referandumdan evet çıktıktan sonra önemli bir MHP yetkilisi çıktı şunu söyledi: Referandumdan evet çıkmasıyla birlikte Türkiye'de olumsuz gelişmelerin, bölünmenin önü açılmıştır. Ben de çıktım Meclis kürsüsünden kendisine şunu söyledim: Yani siz referandumda evet diyen milletin büyük bir çoğunluğunun Türkiye'de olumsuz gelişmelere ya da Türkiye'nin bölünmesine imza attığını mı söylüyorsun? Bu, bizatihi milli iradenin meşruiyetini tartışmaya açmaktır. Şimdi bu tartışmaya açıldığı zaman siyasetçilerin kullandıkları yetkinin, söz söyleme haklarının meşruiyeti kalmaz. Çünkü bu yetkiyi, bu yetkinin meşruiyetini milli iradeden alırlar.
Siz, milli kardeşlik projesi derken bugün Türkiye’de Türk asıllı ve Kürt asıllı vatandaşların eşit olduğunu düşünüyor musunuz? Daha bu konuda yapılacak şeyler olduğunu?..
Esasında Türkiye Cumhuriyeti'nde devletin yanlış uygulamaları yüzünden, devletin çoğulcu demokrasi perspektifine sahip olmaması yüzünden bizim bütün bir tarihimiz boyunca mağdur olmamış kesim yoktur. Kürtler mağdur edilmiştir, başörtülü insanlar mağdur edilmiştir, Aleviler mağdur edilmiştir. Liberal olmak bir ara nerdeyse vatan hainliğiyle özdeşleştiriliyordu. Demokrat olmak nitekim birilerinin ağzında nerdeyse ihanet-i vataniyye ile özdeşleştirilen bir şey. Yani öyle bir şey var ki adeta devleti dar bir ideolojik cemaat gibi tanımladığınızda ya da devlete ideolojik bir hüvviyet verdiğinizde o zaman bütün vatandaşlarıyla kavgalı bir devlet haline gelir o devlet.
Şimdi bu beyannamede bütün bu saydığınız kesimlere yani bir anayasayla yanıt verme iradesi gözüküyor. Bu irade nasıl şekillenecek? Biraz açar mısınız?
Şimdi bu irade, bu iradenin şekillenmesi şudur: Tamamen aşağıdan yukarıya hiçbir ideolojik ön yargı, hiçbir burada millet iradesine ipotek koyan hiçbir ön şart olmaksızın bunu söylediğimiz şudur: Bir millet bir toplum, bir halk... Adına ne derseniz deyin, kendi hayatı kendi yaşayışı, kendi geleceğe yürüyüşü hakkında karar verme hakkına sahiptir. Tabi ki burada şunu da düşünüyoruz: Nihayetinde bütün bu sütunların bu binanın çatısı altında kendine özgürce yer bulmasının, bulması bu çatı varsa anlamlıdır. Şimdi bu çatının Türkiye Cumhuriyeti; laik, sosyal bir hukuk devletidir. Çatı budur. Bunları tartışılmaz görüyoruz. Lailkik prensibi Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir cumhuriyet olduğu prensibi, sosyal bir devlet olduğu prensibi en önemlisi de bir hukuk devleti olduğu prensibidir. Bunlarda tartışma yoktur.
Bunlara itiraz eden kimse yoktur yani.
Bunlarda tartışma yoktur. Bunun yanı sıra bu toprakları vatan kılmamızın sembolleri vardır. Ülkenin birlik ve bütünlüğü, bayrağımın tekliği, resmi dilin tekliği gibi hususlar. Şimdi burada dikkat edilmesi gereken şey şu: Hem BDP'nin yaptığı yanlış. MHP'nin de anlamadığı husus bu. Şimdi, etnik talepler, demosun alternatifi haline getirilemez. Halkın tümünün alternatifi haline getirilemez. Ama ne cumhuriyet adına yurttaşlarınızın bir kısmının hakkını gasp etme hakkınız vardır ne de bir etnik ya da dini grubun haklarını radikalleştirerek demos dediğimiz halkın kendi o birlikte yaşama iradesini sabote etme hakkınız vardır.
Şimdi Türkiyede mesela çok güçlü bir kadın hareketi vardır. Burada yükselen talepler hala devam etmektedir. Türkiye'de çok güçlü bir gençlik hareketi vardır. Gençlerin üniversitelerin yönetiminde, üniversite dışındaki gençlerin bizatihi şehirlerin yönetiminde söz sahibi olması ile ilgili daha yapacağımız çok iş vardır. Dolayısıyla bütün bunlar, bu hak ve talepler yerine getirilirken dikkat edilmesi gereken şey şudur; bu hak ve talepler demokratik sistemin gerekleri içerisinde tatmin edilmelidir. Ama unutmayalım, nihayetinde çatı demokratik cumhuriyettir.
Ömer Bey siz düşünen birisiniz.
Sağolun
CHP, MHP VE BDP AYNI SAFTA HİZALANDILAR
Okur yazar siyasetçilerimizden birisiniz. Onun icin beraber sesli düşünelim. Sanki bu 4 senede Türkiye'de Başbakan'ın söyleminde milliyetçilik bir parça, büyük ölçüde tedavülüden kalkmış gibi gözüküyordu ve bu kabul de görmüştü Türkiye'de. BDP'nin yaptığı milliyetciligi de bir mağduriyetten doğduğu için batı tarafında o kadar da beklenen bir milliyetçiliğe yol açmamıştı. Ama şimdi sanki yeniden tedavüle giriyormuş gibi bir izlenim veriyor. Başbakan'ın konuşmalarında da bu hissediliyor ve ne diyeceksiniz?
Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Başbakanımızın en çok üzerinde hassasiyetle durduğu şey şudur: Hiç kimse şu konuda AK parti ve AK Parti hükümetlerini yargılayamaz. Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin gelmiş geçmiş en özgürlükçü, en reformist ve demokratik perspektife en sadık hükümetlerini kurduk. Ve bu perspektif doğrultusunda siyaset yapan en güçlü parti biziz. Ama şöyle bir sey yapıldığı zaman, MHP sürekli olarak topluma korku yayıyor. Topluma bir umut, toplumun geleceğine ilişkin bir özgüven vermek yerine korkuyu yayarak “Bunlar bölünmenin kapısını açıyor” gibi sadece retorik olarak kalmış, sadece söylem düzeyinde kalmış hiçbir gerçekliği olmayan şeyler söylüyorlar. Onlara baktığınız zaman bu, millilikten taviz vermek oluyor. BDP'nin perspektifine baktığınız zaman, BDP'nin yaptığı şey, Kürt sorununun demokratik bir perspektif içerisinde çözümünü aşan bir noktaya geliyor. Bir, Kürt sorununun çözümünden çok BDP'nin bir siyasi parti olarak oligarşik çıkarlarını tahkim etmeye güçlendirmeye çalışan bir siyasallaşma üretiyorlar. İki; Kürt sorununun çözümünü bir demokratik perspektiften taşırarak bir etnik radikalizme dönüştürüyorlar. Şimdi onu da tatmin etmediğiniz zaman ki bizim onu tatmin etmek gibi bir mükellefiyetimiz yok, o zaman sizi milliyetçilikle suçluyorlar. Ama tabloyu görelim. Türkiye'de herkes biliyor ki anayasa referandumu Türkiye'nin özgürleşmesi açısından Venedik Komisyonu'nun içtihadı böyledir, Avrupa Birliği standartları açısından baktığınızda böyledir. Türkiye'nin demokratikleşme iradesi açısından baktığınızda böyledir. Anayasa referandumu bir özgürleşme ve demokratikleşme perspektifinin millet oluna sunulmasıydı. Burada MHP, CHP ve BDP aynı safta hizalandılar; hayır kampanyası yürüttüler.
BDP biraz daha çekimser...
Tam tersine... Mesela bölgede yaptıkları şeyler ki biz siyaset sosyolojisi açısından şunu biliriz. Bu tip güçlü, siyasi tartışmalarda tarafsız kalmak statükoya destek vermektir. Maurice Duverge’in sözüdür, siz bilirsiniz, Fransız kültürüne ilginiz olduğu için, dolayısıyla hayır kampanyasının bir parçası haline geldiler. Şimdi burada baktığımızda mesele şudur. Bütün bu sorunlarımızı çözerken hangi çatının altındayız? Biz diyoruz ki, ne etnik radikalizmin ne milliyetçi radikalizmin ne ideolojik radikalizmin çatısı altında biz kendimizi görmüyoruz. Biz büyük Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik perspektifinin çatısı altında bu sorunların çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye'nin bekasını birileri demokratikleşmekten taviz vermek olarak algılarken biz Türkiye'nin bekasıyla Türkiye'nin demokratikleşmesi arasında bir doğrudan bağlantı kuruyoruz.
AÇILIM BİTMEDİ
Tükiye Cumhuriyeti çatısı altında bir demokratikleşmeden söz ediyordunuz. Yani, açılım bitmiş ve kapanmış mı?
Hayır. Sayın Başbakanımız seçim beyannamesini açıklamasından bir gün önce yaptığı konuşmada milli birlik ve kardeşlik projesini kararlılıkla sürdüreceğiz dedi. Buradaki fark şudur: Biz BDPnin tanımladığı anlamdaki Kürt sorununu tanımlamıyoruz. Onlar, Kürt sorununu ilk önce Kürt vatandaşlarımızın, Kürtçe'nin, kimlik taleplerinin özgürleşmesi, demokratikleşme içerisinde yer alması olarak tanımladılar; buna kimsenin bir itirazı yok. Gelinen noktada özellikle son iki yıldır Kürt sorununda bir paradigma değişikliğine gidiyorlar. Etnik radikalizmi demokratikleşmenin alternatifi ya da etnik radikalizmi demokrasinin bir rakibi ya da etnik radikalizmi demokrasiye karşı bir taarruz biçimi olarak konumlandırıyorlar. Biz de diyoruz ki, etnik radikalizmle demokrasi arasında bir alternatif kurgulamak ya da etnik radikalizm üzerinden Türkiye'nin demokratikleşmesine taarruzda bulunmak demokratikleşme perspektifine uyan bir şey değildir. Etnik radikalizm üzerinden Türkiye'nin demokrasisi, Türkiye'nin demokratikleşme perspektifi dizayn edilemez. Tam tersine Türkiye kendi demokratikleşme iradesi çerçevesinde Kürt sorununu da çözer. O, onların tanımladığı Kürt sorunuyla bizim tanımladığımız Kürt sorunu dinamiklerinin farklı olmasına vurgu anlamındadır.
Yani bu bölgedeki vatandaşların bagajlarında öteden beri birikmiş bir takım sıkıntı ve acılara AK Parti eğer seçimleri kazanırsa yeniden yanıt aramaya devam edecek mi diyorsunuz?
Kürt vatandaşlarımız ya da başka etnik unsurlardan olan vatandaşlarımız ya da başka sebeplerle mağduriyete uğrayan vatandaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü perspektifiyle geleceğe yürüyüşü perspektifi içerisinde kendi kimliklerini geliştirme konusunda demokrasi çerçevesinde mağduriyete uğramaları hiçbir şekilde kabul edilemez.
Açılım da kapanmadı diyorsunuz.
Tabii.
VESAYET YERİNE ÖZGÜRLÜK RUHU EGEMEN OLMALI
Demokratikleşmede Türkiye'deki en önemli mevzulardan biri asker-sivil ilişkleriydi. Vesayet rejimi de önemli ölçüde irtifa kaybetti Türkiye'de 4 senede. Şimdi bundan sonrası için ilk yapılması gereken size göre nedir? Yapılamayan neydi?
Sayın Başbakanımız da zaman zaman bürokratik oligarşiden yakınan, bürokratik oligarşinin Türkiye'deki, Türkiye'nin büyüme trendinin, Türkiye'nin özgürleşme trendinin önüne geçen bu ideolojik tutumundan şikâyet eden, buna vurgu yapan açıklamaları olmuştur. Vesayet iki şekilde ayakta durur. Bir, vesayet bir ruh halidir. Devlet içerisinde çöreklenmiş bir ruh halidir. İkincisi de bir takım kurumları vardır. Vesayetin kurumlarının geriletilmesi ve kurumlarının tasfiye edilmesi; bunun yerine çağdaş demokratik kurumların ikame edilmesi konusunda Türkiye büyük bir mesafe almıştır. Aynı şekilde vesayet ruhunun Türkiye'ye egemen ruh hali olmaktan çıkıp özgürlük ruhunun Türkiye'ye egemen ruh hali olması konusunda da büyük bir mesafe alınmıştır. Ama yeterli midir? Hayır. Demokratikleşme perspektifi ve reform sürecektir. Size açıkça şunu söyleyeyim: Devlet, millet içerisinde örgütlenmiş oligarşik bir yapı değildir. Devlet, milletin örgütlenmiş hali olmak zorundadır. Demokratik bir yapı olmak zorundadır. Öteden beri devlet anlayışımızı, bir takım devletin bürokratik aygıtları vasıtasıyla milletten daha üstün, milletten daha ayrıcalıklı millete güya yanlış yaptığı zaman doğru yolu üretmek üzere bir takım ideolojik aygıtlar olarak kurgulanmıştır.
DEVLET KENDİ VATANDAŞIYLA MAHKEMELİK!
Ve doğrudan devlete borçlu doğuyormuşuz.
Tabii. Ve düşünün mesela vergi meselesinden başka meselelere kadar devlet kendi vatandaşlarıyla hep mahkemelik. Halbuki devlet bir yorum meselesidir. Bir ontolojik zorunluluk değildir. Milletin örgütlenmiş halidir devlet. Millet içinde örgütlenmiş bir oligarşik yapı değildir. Milletin demokratik bir biçimde örgütlenmiş halidir. Halkın örgütlenmiş halidir.
DEMOKRASİLERDE ORDUNUN GÖREVİ
Peki bu konuda, yani Türkiye'nin demokratik standartları, asker-sivil ilişkileri bakımından düzelmesi için bundan sonra...
Asker-sivil ilişkileri bakımından tereddütsüz olan şudur; silahlı kuvvetlerin görevi hükümete askeri konularda danışmanlık yapmaktan ibarettir. Siyasi konularda silahlı kuvvetlerin siyasi karar mekanizmalarına müdahalesi, siyasi karar mekanizmalarını yönlendirmesi ve de bunlara etki etmesi gibi hiç bir tavır, tutum, düşünce kabul edilemez. Son zamanlarda silahlı kuvvetlerden bu yönde güçlü konuşmalar yapılıyor. Askerin kendi doğal demokratik çerçevesine şekilde, fakat bunun mevzuatla ilgili zaman zaman askerin bildiri yayınlaması ile ilgili bazı istisnalar ortaya çıkıyor. Yani mesele şudur; hiçbir ordu bir ülkenin demokratik kuvvetlerinin, yani yasama, yürütme, yargının mütemmim-cüz’ü, bütünleyici parçası ya da yatay keseni ya da ideolojik akıl vereni olamaz. Ordunun görevi demokratik yollarla iş başına gelen hükümete güvenlik konularında danışmanlık yapmak ve yurt savunmasını sağlamaktır.
YENİ ANAYASA İPUÇLARI
“Buna ilişkin düzenlemeleri yeni anayasada gerçekleştireceğiz” diyebilir misiniz?
Zaten yeni anayasa dediğiniz şey bütün bunları da içeriyor.
Son bir soru. Seçim beyannamesinde çok net, açık ifadelerin bulunmamasını şöyle yorumlayabilir miyiz? 12 Haziran seçimlerinden sonra çıkacak sonuca göre mi? Herhalde AK Parti bu kadar süredir hükümet ederken sorunları tespit etmemiş değil ama bu sorunlara yine de seçim sonucuna göre mi yanıt verecek?
Hayır hayır. Ana Britanica kaç cilt oldu bilmiyorum şimdi, 39 cilt mi 40 cilt mi? Biz gerçekten arkadaşlarımızla oturduğumuzda bir yapılanlara bakmak bakımından bir de seçim beyannamesi yapmak bakımından gerçekten özgürce yazsaydık herhalde Ana Britanica kadar bir şey olacaktı. Hatta yazılan çok daha kapsamlı bir metin vardı. Bu onun özetinin özetinin özeti olarak kaldı. Seçim beyannamesi bir durum tespiti değildir. AK Parti'nin bir duruşunu gösteren, demokratik duruşunu gösteren bir metindir. Bu duruş içerisinde her durumun, bunun içine konumlandırılacağı mesajını vermektedir. Dolayısıyla orada ayrıntı niye yazılmadı? Çünkü bu duruş içerisinde bu meselenin çözülmesi gerekiyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.