'ÖCALANSIZ PKK'
Öcalansız PKK tezinin revize hali, 1999'dan beri dönem dönem hayata geçirilmeye çalışılan 'Öcalan'a tecrit' şeklinde tezahür ediyor...
13 Mart 2012 Salı 09:53
PKK kurulduğundan bu yana Abdullah Öcalan’ın durumu tartışmalı bir konu. Farklı kesimler tarafından geniş bir yelpazede yapılan bu tartışmalarda dile getirilen iki temel tez var. Birincisi, PKK’nın lider merkezli bir örgüt olduğu ve liderinin etkisiz hale getirilmesiyle örgütün dağılacağı tezi. Öcalan’ın monolitik liderliğinin son bulmasıyla örgütün zaman içinde marjinalleşeceği görüşü, bu çevreler tarafından sıklıkla dile getirildi. Örgütün lideriyle bağının koparılması durumunda uzun vadede dağılacağı ve yaşanan sorunun kendiliğinden ortadan kalkacağı varsayılıyordu.
Bu tez doğrultusunda 90’lı yılların başından itibaren Öcalan’ı etkisiz hale getirmek için örgüt içinden ve devlet içindeki şahinlerin çok sayıda senaryo ve eylem planı gündeme getirildi. Zaman zaman devletin bir grubuyla, örgütün içindeki bir kanadın Öcalan’ın diskalifiye edilmesi hedefinde sonuçta aynı yere düştükleri görüldü. Hüseyin Yıldırım, Mehmet Şener, Şahin Dönmez, Çetin Güngör gibi çok sayıda Öcalan muhalifi isim, özellikle ilk yıllarda onu sahnenin dışına itmeye ve Öcalansız yeni bir PKK kurmaya çalıştılar. Bu hedeflerine ulaşmak için Öcalan’ın ajan ve devlette mahkum olduğu görüşünü dahi ileri sürdüler.
Örgütle bağı koparmak...
Bu tezin en somut hali 15 Şubat 1999’da Öcalan’ın yakalanıp Türkiye getirilmesi sırasında yaşandı. Bu süreçte başta askerler olmak üzere kimi milliyetçi çevreler, Öcalan’ın idamını savunup mahkemenin kararının infaz edilmesini istediler. DSP-MHP-ANAP hükümeti, devletin menfaati ve toplumsal barışın muhafazası için MGK’nın oluru ve TBMM’nin onayıyla infaz kararını hayata geçirmedi. Devlet, ‘hikmet-i hükümet’ içinde bir karar vererek tarihi bir olaya imza attı. Bu konuda başta ABD olmak üzere kimi dış kaynaklı bazı baskılardan bahsedilse de son tahlilde devlet isteseydi her şeye rağmen Öcalan’ın idam kararını hayata geçirebilirdi.
Bu konudaki ikinci tez ise Öcalan’ın idam edilmesiyle bin yıldır beraber yaşayan iki halkın arasına kan davası gireceği ve ‘devrimci şiddetin’ yapamadığı toplumsal çatışma riskine dikkat çekip, bu karara karşı çıktı. Geçmişte yaşanan bazı yanlış uygulamaların PKK için kuluçka işlevi gördüğü, efsaneleştirilen ve dilden dile anlatılan kimi hikayelerin toplumsal hafızada derin izler bıraktığı vurgulanırken, aynı zamanda Öcalan üzerinden örgütün kontrol edilebileceği düşünüldü. Öcalan’ın idamının belki PKK’yı sonlandıracağı ancak daha radikal ve daha sert bir örgütün ortaya çıkmasına zemin hazırlayacağı ve bu sarmalın kan davasına dönüşerek sonsuza kadar devam edeceği ifade edildi.
Toplum çözüm istiyor...
İki görüşünde haklı ve tutarlı tarafları olduğu gibi, eksik ve çelişkili yönleri var. Bu tür problemlerin dünyada nasıl ele alındığına ya da yakın dönem Türkiye tarihinde yaşanan olaylara yakından bakıldığında, her iki görüş de eleştirilip yetersiz bulunabilir. Kişisel olarak beğenilsin veya beğenilmesin sonuç itibarıyla devletin verdiği bir karar var. Bazı lokal ve münferit reaksiyonlar bir yana, toplumun genelinden bu karara karşı infial yaratacak bir tepki gelmediği de görülüyor. Toplum, devletin bekası, milletin huzuru ve yaşanan sorunun çözümüne katkı sunması bağlamında her türlü seçeneğin masada olmasını istiyor. Bu tezin sağlaması, 12 Eylül 2010 referandumunda ve 12 Haziran 2011 seçimlerinde açık biçimde yapıldı.
İmralı kosteri
Öcalansız PKK tezinin revize edilmiş hali, 1999’dan bu yana dönem dönem hayata geçirilmeye çalışılan ‘Öcalan’a tecrit’ şeklinde tezahür ediyor. Yazdan bu yana İmralı adasına gidecek kosterin bozuk olması nedeniyle yapılamayan avukat görüşmeleri, hem PKK’nın geleceği hem de Kürt meselesinin çözümünde yeni bir konseptin devrede olduğunu ortaya koyuyor. Kosterin bozuk olması sebebiyle yapılmayan avukat görüşmeleri bir yana, Öcalan’ın akrabalarıyla görüşmek istememesi, olayın içinde başka hesapların olduğunu ortaya koydu.
Kim, kime tecrit uyguluyor?
Silvan saldırısı sonrasında başlayan süreçte Öcalan ile PKK arasında adı konmamış bir soğuk savaş yaşanıyor. Bu bağlamda kendi iradesinin üzerine irade konulduğunu düşünen Öcalan, ‘devletle anlaştım’ dediği bir dönemde kendi kararının yok sayılmasını, kendisine karşı bir hamle olarak görürken geçmiş dönemlerde ‘odasının küçültülmesi ve saçlarının kesilmesi’ olaylarında gösterdiği tepkiyi bu süreçte göstermemesi ilginç bir durum oluşturuyor. PKK’yı yakından takip edenler, Öcalan’ın bu süreci Kandil’in kendisini tasfiyesi olarak algıladığını ancak cezaevinde olmasından dolayı yapacaklarının sınırlı olduğunu ve örgütle ters düşmemek adına yaşananları sineye çektiğini dile getiriyorlar.
Öcalan’a yüklenen ‘kutsal önderlik’ motifi, onu PKK için araçsal bir tutkal haline getiriyor. Örgüt yaşadığı sorunları Öcalan tutkalıyla kapatmaya çalışırken, onun ismini kalkan olarak kullanıyor. Gücünü daha çok örgütteki kadın militanlardan ve gençlikten alan Öcalan ise tüm bu hamleleri ‘kolektif önderlik’ yaklaşımıyla aşmak istiyor. PKK içindeki farklı kanatlar, DTK, KCK, BDP, Avrupa onun sözlerini işine geldiği gibi yorumlayıp maksimum fayda sağlamayı amaçlarken, önderlik üzerinden pazarlık yapıyorlar. Bu yapılar işine geldiğinde onun söylediklerini emir telakki ediyor, fakat çoğunlukla yapacakları için meşruiyet kaynağı olarak görüyor.
Bir yandan asıl muhatap Öcalan denirken, diğer taraftan ‘önderliğin iradesi’ boşa çıkartılarak devlet nezdindeki özgül ağırlığı yok edilmek isteniyor. Her savaşın bir sonu vardır diyen Öcalan’a karşı, devrimci halk savaşı kararı alıp gerilim katsayını yükseltenler, çözüm sürecini enfekte edip yeni bir savaşa davetiye çıkarıyorlar. Bu paradoksu gören Öcalan ise avukatlarla görüşmek ve kitleye mesaj verip sokağı mobilize etmek yerine, açlık grevlerini sonlandırmak ve devletin heyetiyle yeni bir diyalog süreci başlatmak istiyor.
Son tahlilde Öcalan’a uygulanan yalnızlaştırma, karmaşık olduğu kadar çok bilinmeyenli bir denklemi andırıyor. Yaşananlar devletin Öcalan kartının değerinin azalmasına, tabanda umudunun tükenmesine ve daha radikal tutumların gelişmesine yol açarken, örgütün dağ seçeneğinde ısrar etmesine kapı aralıyor. Sonuçta olan bitene bir bütün olarak bakıldığında dün olduğu gibi bugün de devletin ve örgütün içindeki bir kanadın Öcalan kartının kullanım değerini ve süresini sınırlamayı amaçladığı görülüyor.
Hüseyin Yayman - Gazi Üni. öğretim üyesi (Radikal)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.