22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara10°C
  • İzmir17°C
  • Berlin2°C

'ÖCALAN MÜZAKEREYİ KESEBİLİR, ÇATIŞMALAR YENİDEN BAŞLAYABİLİR'

Murat Belge, Taraf gazetesinin sıcak gündem konularındaki sorularına çarpıcı cevaplar verdi.İşte o söyleşi...

'Öcalan müzakereyi kesebilir, çatışmalar yeniden başlayabilir'

05 Ekim 2014 Pazar 11:37

Murat Belge, Taraf gazetesinden Murat Şevki Çoban'ın sıcak gündem konuları ve özellikle Kürt sorunu, çözüm süreci sorularına önemli cevaplar verdi.

Zamanında AK Parti için “karpuz” benzetmesi yapmıştınız: “Kabuğu yeşil ama içi kırmızı.” O zaman demokrasinin “onlar için de hayat memat meselesi” olduğunu söylüyordunuz, bugün iktidarı “demokrasi ve yasallık sınırlarını tanımayan” şeklinde nitelendiriyorsunuz. Karpuz kof mu çıktı?

Bence daha karmaşık bir süreç sözkonusu. AKP dediğimizde, Erdoğan’ın tartışılmaz önderliği altında İslamcı siyasi hareketten bahsediyoruz. Ama bu hareketin ille de Erdoğan’ın önderliğinde yürümesi gibi bir şart yok. Aynı hareket içinden başka bir kadroyla çok daha demokratik bir süreç başlayabilir. Bu potansiyel hâlâ duruyor. Şimdiye kadar çok da başarılı bir geliş var.

Başarılı derken?

Bir sürü badire atlattı. Kapanma tehdidi; şu kadar seçim kazandı ve ikinci tura bile kalmadan cumhurbaşkanlığına geldi. Bunlar birer başarı. Ama Erdoğan mukadderat da değil. Bence karpuz metaforunu korumak durumundayız. Ben bir sosyalist olarak, memleketin de sola oy vermesini isterim. Sola oy verecek adamları Hong Kong’dan ithal edemeyeceğimize göre, onlar AKP’ye oy verenler. Bu, şu soruya geliyor: Türk halkının sağcıdan başka bir şey olma şansı var mı?

Var mı?

Bence var. Ama daha epey bir deneyim gerekiyor. Bu deneyim, şimdiye kadar bildiğimizden daha zorlu olabilir. Çünkü Erdoğan’ın iktidarını korumak adına, çok gözükara davranabileceği, çok tehlikeli şeyleri göze alabileceği kanaatindeyim. Suriye’de savaşa karışmaya kadar bir yığın riskli şey yapacak. Zarar verecek memlekete.

Tayyip Erdoğan, iktidarını korumak için savaş çıkarır mı?

Çıkarır, öyle görünüyor. Onun için de, şuana kadar AKP ve Erdoğan’a verilen toplumsal destek, çok pahalıya mâl olabilir.

Şimdiye kadar pahalıya mâl olmadığını düşünmüyorsunuz öyleyse...

Şimdiye kadar, demokrasiyi çiğnediler. Bu tabii ki önemli ama ülkeyi pekâlâ daha büyük badirelere sokabilecek bir zihniyet görüyorum. Çatışma üzerine kurulu bir siyaset anlayışı var. Sebep yokken, bu kadar rahat çatışabilen bir insandan, siyasi tercihlerinde de bütün bir toplumun başını derde sokacak şeyler beklenir. Burada özellikle ana muhalefet herhangi bir denetim mekanizması oluşturabilecek gibi durmuyor. Diğerlerinin de boyu posu yeterli değil. O zaman bir tek Kürtler kalıyor...

Kürtler demişken, Suriye’de bir direniş var ve bunun sonuçlarının Türkiye için de belirleyici olabileceği söyleniyor. Siz nasıl bakıyorsunuz, çözüm süreci yürüyor mu?

IŞİD’in ortaya çıkması ve Suriye’deki Kürlere saldırmasıyla, yeni bir biçimlenme ortaya çıktı. Ortadoğu politikasında ilk defa Kürtler diye bir antite, elle tutulur bir varlık var. Burada ben olsam Kürtlerle politika yapmaya öncelik tanırım. Ama tam tersini yapıyor. İçeride de çözüm süreci yürümüyor. Kısmen Erdoğan’dan, kısmen Kürt tarafı yüzünden yürümüyor. Tabii Kürt tarafı şunu seziyor; Erdoğan, “bir şey vermeden kurtulmak” gibi bir zihniyetle yaklaşıyor. Bu yüzden Kürtler arada bir “Süreç bitmiştir” diye ilan ediyorlar. Gerek Kandil, gerekse buradaki parti, sol bir siyasi terbiyeden geliyorlar ve o terbiye içinde Erdoğan’ın zihniyetini hazmetmeleri de zor.

Hâlbuki Kürt siyaseti uzun bir süre AK Parti’yi eleştirmemekle suçlandı...

Evet, ama bu Öcalan’dan kaynaklanıyor. Öcalan, başta kendisi olmak üzere tek kişilere inanan bir adam olduğu için, “Bu işi Erdoğan’la ben çözeriz” gibi bakıyor.

Sorunu çözecek iki adamdan biri dünyayı PKK’ye karşı ayaklanmaya çağırdığında, dengeler değişmez mi?

Evet, değişir. Öcalan sanırım müzakereyi kesecek. Öcalan’ın “Böyle olmuyor” deme noktasına yaklaştığını sanıyorum. Erdoğan zaten bu sürece Kürtleri çok sevdiğinden değil, başka bir siyasi hedefe ulaşmak için girdi. Demek ki, o hedefe ulaşmayacak.

Erdoğan’ın ulaşamayacağı o hedef ne?

Erdoğan, Türkiye’ye barışı getiren adam olacaktı, şimdi bu olmayacak. Türkiye’ye barış gelecek mi artık o da belli değil ama barışın Erdoğan’la gelmeyeceği belli. Kürtlerin derdini anladığını da hiç sanmıyorum. Ben âkil adam olunca, o sıfatla insanlarla konuşunca şunu gördüm: Adamlar bıkmış, özellikle okumuş yazmış olanların milliyetçi ideolojileri yok. “Bu ölümler bitsin yeter” gibi yaygın bir hava var. Sanırım Erdoğan buna güveniyor. “Ben bir şey vermeden, sadece çatışmayı durdurarak bu işi hallederim” gibi bezirgân hesabında yürüyor. Süreç bundan fazlasını göstermiyor.

İktidar PKK ile IŞİD’i aynı kefeye koyarken, ateşkesin kalıcı olması mümkün mü?

Değil. Çatışmalar yeniden başlayabilir.

Bu noktada bir ittifak sorunu yok mu? Bazı çevreler, askerle ittifak kurulduğunu savunuyor. Siz, bu görüşte misiniz?

AKP, Ergenekon çevrelerine bir zeytin dalı uzattı. Tabii, oradan bir karşılık alır mı, sanmıyorum. Şunu göz önüne almalıyız: O çevrelerde Erdoğan’ı ve bütün takımını çiğ çiğ yiyecek bir ortam vardır. Onlar hem barışıyor gibi yapar, hem de ilk fırsatta bir açıklarını ararlar. AKP, Cemaat’e savaş açınca böyle bir barış dalı uzatma gereği duydu.

AK Parti, Cemaat’le savaşını kazandı mı?

Devletten paralelciler temizlendi, diyemezler. Tamam, insanlar sürüldü, işleri değiştirildi ama bu kadar zaman geçti, hâlâ kanıtlanan bir şey yok. O zaman, ne yapacak? Cemaatten olanları etkili pozisyonlardan uzak tutacak. Bu da öyle kolay değil. Kazanılmış bir zafer göremiyorum ben.

Peki, bu süreçte hemen herkesin “paralelci” ilan edilmesine ne diyorsunuz?

“İç ve dış düşmanlar” diye diye, aynı Kemalistlerin yaptığını yapıyorlar. Tamamen o Kemalist düzene intibak ettiler. Amerika, Avrupa bize komplo kuruyor... İçeride de herkes paralelci. Doğru bir politika izlemiyor. Sanırım militanı bir kadroya hitap ediyor ama dış çeperden kaybediyor. AKP’nin içinde sonun başlangıcı başladı.

Ne zaman başladı?

Kısmen Gezi’de, ama daha çok 17 Aralık’ta başladı. “Bu iş iyiye gitmiyor” dedi insanlar. “Bu iş iyiye gitmiyor, o hâlde şunu yapalım” diyemediler ama ilerleyen bir şey var. Mutlak oylarda da son iki seçimdir düşme görünüyor.

Bu düşüş trendi devam eder mi?

Mesela 2015 seçimlerinde yüzde 40’ların başlarına kadar inmelerini bekliyorum. Bu, tabii Cumhurbaşkanı’nın kararlılığını durduramayabilir ama çevresindekiler onu frenlemeye doğru bir hareket başlatabilir.

Bu frenleme öncesinde ne bekliyor ülkeyi? İktidar çevreleri, bir süredir HSYK seçimlerini tanımayacağının sinyallerini veriyor mesela...

Erdoğan, içinden kendisinin çıkmadığı sandıklara da karşı. Kendinden başkasına itibarı yok. Sandığa karşı, kendi iradesi dışında her türlü iradeye karşı, yargı diye bir üçüncü erk olmasına zaten karşı. Yasamayla yürütme birbirinden gerçek anlamda ayrıdır denemez. Ama hiç değilse yargının ayrıymış gibi bir hâli olabiliyordu. Şimdi onu da ortadan kaldıracak.

Bu vahim gidişin sonu iç savaş olur

Ortaöğretimde başörtüsü düzenlemesi fiilen yürürlüğe girdi. Siz, nasıl bakıyorsunuz bu duruma? Özgürlük müdür?

İktidar, sadece kendi kesimine özgürlük tanıyor. Burada çocuklara da değil, 10 yaşında kızları olan ana babalara özgürlük tanıyor. Ailelere, çocuğunun özgürlüğünü çiğneyebilme özgürlüğü tanınıyor. Olumlu bir şey görmüyorum ben.

Peki, zorunlu din dersi... Zorunlu kimya dersleri ve Türkiye’de ateistlere düşen yükümlülükler, desem...

İnsan artık verecek cevap bulamıyor. Din dersiyle kimya dersi arasındaki farkı anlamayan bir Cumhurbaşkanı varsa ülkede, cevap yetiştirmekten vazgeçiyorsun. Bir ateistin din bilmesi başka bir şey. Ben de mesela ibadet etmeyi bilmem ama din tarihini bilirim... Ateist bir düzen kurup Davutoğlu’na “Sen de artık din min öğrenemezsin” demek gibi bir şey, onun dediğinin muadili bu. Demokrat bir insan bunu yapmaz ama Davutoğlu yapıyor.

Çoğu kişiye göre yeni eğitim dönemi kaosla başladı. Mesela güncel bir kareden bahsedelim: Bir grup ilkokul öğrencisi eylem yapıyor, bir grup ilkokul öğrencisi de onları yuhalıyor. Siz, nasıl bir resim görüyorsunuz burada?

İşte, Gezi’den bu yana birbirine düşman iki ayrı milletin yaşadığı bir memleket hâline geldik. Erdoğan’ın benimsediği siyasetin sonuçlarını yaşıyoruz. Bu siyasetle başka bir şey olmaz zaten. Her şeyin kabahatlisi Tayyip Erdoğan demeyelim, tabii. Kemalistlerin de yapmadığı kalmadı ama şimdi aynı üslupla, ters taraftan bir kutuplaştırma başladı. Onun için çok vahim bir gidiş tabii.

Gidiş vahim, peki çıkış yolu?

Bunun mantıki sonucu iç savaştır. Bu ortamı yumuşatacak tedbirler alınmazsa, iç savaşa kadar gider. Gücü yeten bir kesim, öbür kesimi keser doğrar. Bir de elinin altında tank tüfek olan yine ordu var. Bu gerilimde, askeri darbe de hesap dışı bir şey değil. Darbe olmamasının en mücbir sebebi, dış dünyanın “Biz bunu kabul etmeyiz” demesiydi. Şimdiye kadar her darbeyi alkışlamış olan Amerika’nın “Darbe istemiyorum” mesajını çok net bir şekilde vermesiydi.

Şimdi...

Şimdi, Amerika’nın da öyle bir mesaj vereceğini hiç sanmıyorum. IŞİD karşısında alınan tavır, İsrail’le yürüyen süreç, Amerika’nın hoşlanacağı şeyler değil. Darbe olur; “Vah vah, öyle mi oldu, keşke olmasaydı” der Amerika, ama el altından da “İyi yaptınız” der. Ben bunu yazmıştım, 27 Mayıs tarzı bir müdahale olabilir. Yukarı kadroların dışlandığı, onların haberdar edilmediği bir darbe olur. Tabii, üst komuta katına gelenlerin de AKP’li kesilip “İyidir, iyidir” dediklerini sanmıyorum. Onlar, ses çıkarmasalar da, aldıkları eğitimden, dünya görüşünden sonra çok da içlerine sindirdiklerini sanmıyorum şu durumu.

Tayyip Erdoğan başarılı aktörmüş

AK Parti kadroları, uzun yıllardır içeriği müphem bir “dava”dan bahsediyor. “Biz dava adamıyız” diyorlar mesela. Bugün baktığınızda, AK Parti’nin davası nedir?

Bu, epeyce gizli tutuldu ama artık ortaya çıkıyor: İslamcı. Taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor ya da taşlar zaten yerindeydi de, önünde bir perde çekiliydi. Şimdi o perde açılıyor ve altından İslamcı bir dava çıkıyor.

Entelektüel altyapısı olan bir dava mı bu?

Hayır. İslamcı derken, felsefi boyutu da olan bir hareketten bahsetmiyorum. Tam anlamıyla göreneksel bir ahlak anlayışına sahip, kapitalizmle de bayağı hemhal olmuş, kapitalizmin “Nereden ne kazanılır” gibi mekanizmalarını iyice sindirmiş bir dava ortaya çıkıyor.

Türkiye bu davayı kaldırır mı peki?

Hayır. Tabii, bu adamlara oy verenler çoğunlukta ama burada bir tarih var, bir kalemde silinip atılacak bir tarih de değil üstelik. Cumhuriyet’in de gerisine, çok daha eskilere gittiğinizde bile öyle şeriatçı bir damar yok burada. Her şeyi kolay tarafından almaya alışmış insanlar.

Nasıl yani?

Sıradan bir Türk, bütün sene içer rakısını, Ramazan boyunca içmez, oruç tutar ve bunun da cennete gitmek için yeterli olduğuna inanır. Nereden inanır, hiçbir yerde yazmıyor böyle bir şey. Öyle görmüş, alışmış, şimdi bu adamı kalkıp da şeriat cenderelerine sokmak mümkün değil. Bugüne değin bu adam kendi başına bir şey gelmediği için çok da aldırmamış olabilir. Balıkçının evine hırsız girmiş, “Suudi Arabistan’da bunu yapanın elini kesiyorlar, kimse de hırsızlık yapmıyor” diyor. Ama kendi yeğeninin eli kesilecek olsa heyheylenir. Ahali, bu adamların sokmak istedikleri tornaya girmez yani.

AK Parti’nin toplumsal kabulünde liberal ve demokrat çevrelerin desteği büyük rol oynamıştı. Siz, bunca yıl AK Parti’yi yanlış mı okumuşsunuz?

Kendi hesabıma AKP’yi pek yanlış okuduğumu sanmıyorum. Doğrusu, Tayyip Erdoğan’ı yanlış okuduğumu şimdi anlıyorum. O zaman, söylediklerinden bu kadar uzak bir adam olduğu sonucunu çıkarmamıştım. Bayağı başarılı bir aktörmüş, öyle anlaşılıyor. Ama bu hareketin potansiyeli hakkında söylediklerim, bugün görünenden çok uzak, bugün söylediklerimle çelişen şeyler değil.

Hâlâ kredi veriyorsunuz yani?

Benim, pek çok solcu kökenliyi ve Kemalisti rahatsız eden ve “Niye bu kadar kredi veriyorsun” dedirten bir eğilimim var, doğru. Freud, kompleks denen şeyi anlatmak için, bir tiyatro salonundan örnek verir. Adamın biri konuşup duruyor, salondaki herkesi rahatsız ediyor. Salondan atıyorlar. Fakat adam bu sefer de dışarıdan rahatsız etmeye başlıyor. Kapıları, pencereleri yumrukluyor, daha fazla gürültü yapıyor. Kompleks böyle bir şeydir, diyor Freud da. O adamı, daha salonda konuşurken yumuşatmak ve vazgeçirmek lazım. Salondan atarsanız, başa çıkamazsınız. Bu siyasette de böyledir. Yani, hareketi içeride tutmak lazım. İçeriye girince bunlar çiğlik yapmayacaklar diye bir şey yok. Yapacaklar, yapıyorlar da.

Hayatımız böyle geçti

Suikast tehdidini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu sıralar, hükümetten başka bana kızabilecek kimse yok. Ya o cenahtan, daha faşizan bir grup böyle bir şeye kalkıştı. Veya bir ara Ergenekoncular, böyle komiteler kurup, özellikle birilerini rahatsız ettirir, hakkında gerçekdışı iddialar yayardı. Benzerlerini bu iktidar da yapıyor olabilir. Yazmamak, yazdırmamak gibi amaçlarla...

Bu tehdit notunu nasıl okumalıyız?

Şimdi bu nottan ne anlayacağız? Bir grup var, notu yazan da onlarla birlikte ama tam da aynı kafada değil. Onun için de haber veriyor. Altına da “Aletler temiz olacak” diye ekliyor. Bakir bir tabancayla vurulduğumu düşünerek daha mı mutlu olacağım ben? “Temiz silah verilecek” deyince, bu işi daha önce yapanlara, işte malum faşistlere, Ergenekonculara bir gönderme gibi geldi bana. “Şimdiye kadar kullandıklarımızı vermeyeceğiz, sana temiz silah ayarladık” falan. Bu silahların daha önce bir sabıkası yok. Kullanılmış silahlar AKP’nin olamaz... Oraya şüphe çekmek hedefleniyor.

Şimdi ne yapacaksınız?

Hayatımız böyle geçti zaten. Şimdi gene korumalar istenecek. İstemiyorum desem, benim çevremdeki insanlar tedirgin oldular.

Siz tedirgin misiniz?

Çok değilim. Pek ihtimal vermiyorum.

Murat Şevki Çoban – Taraf

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.