NURAY MERT: DEMOKRASİ BİRİLERİNİN ARMAĞANIYLA GELMEZ!
Yazar Nuray Mert uzun bir aradan sonra basına uzun bir söyleşi verdi. İşte Barış İnce'nin yaptığı o söyleşi...
06 Ocak 2013 Pazar 13:24
İşte Birgün gazetesindeki Nuray Mert söyleşisi...
Kürt sorununda tekrar bir müzakere süreci başladı. Erdoğan’ın 'kuzu kebap' polemikleri yapılırken görüşme durumuna dönüldü. BDP heyeti İmralı'ya gitti, Hakan Fidan konuyla ilgili açıklamalarda bulundu. Özellikle yazın çatışmalar bu denli sertleşmişken bu noktaya nasıl gelindi?
Bu noktaya gelinmiş olması gayet normal ve arzulanır da bir şey. Anormal olan sertleşme ve gerilimi tırmandırma siyasetiydi. Valla ben bunun arkasındaki aklı çözmekte zorlanıyorum. Günübirlik politika yapmakla izah edilir bir hali var. Birçok arkadaşımız nasıl değerlendirdi bunu: 'Başkanlık yolunda sağı bloklama' Ancak bu iş onun ötesine taştı. Çünkü sağ bloğun çok kırılgan bir yapısı yok. En azından AK Parti'nin seçmeninde çok büyük bir oynama olmuyor. Seçmen kitlesinde liderlere bağlılık söz konusu. Dolayısıyla MHP'nin oylarına göz dikmek akıllıca bir tavır değil. Çünkü başkanlık seçimi de dahil olmak üzere başkanlık oyla olacak bir şey değil. Oy hesabıyla başkanlık hesabı yapılırsa bu boşa çıkar.
Nasıl boşa çıkar?
Sadece komisyonda şöyle olur referanduma gelir mi tarzı yorumlar üzerinden bu meseleler anlaşılamaz Bakın mesele oy meselesi olsa zaten yüzde 53 alan oyu da pek fazla düşmeyen partinin ülkeyi güllük gülistan şekilde yönetmesi gerekir. Türkiye’de oy hesabıyla, “şu kadar çoğunluk elde edelim” fikriyatıyla bir yere varılamıyor. Bugün Türkiye'nin haline baktığımızda çok rahat biçimde görebiliriz. İktidardaki partinin aldığı oyu neredeyse alacak bir başka parti bulunamazken var olan durum Türkiye açısından ortada. Siyasal istikrarın bulunmadığı net biçimde görülüyor. Sayıyla siyasetin yürümeyeceğinin en iyi örneği Türkiye'de görüldü. Ders kitaplarında okutulması gerekiyor. Bir dönem iki partili sistemler konuşuldu ancak bu durumun mümkün olmadığı açıkça görüldü. Dolayısıyla oy hesabıyla başkanlık olmaz. Zaten iktidar partisi de bu gerçeği başta direnmesine rağmen şimdi görmeye başladı.
Peki nasıl olur oy hesabıyla olmazsa?
Israr edilecekse başka bir yol denenmeli. Nasıl yapılır onu ben bilemem. Kendi adıma başkanlık sistemine sonuna kadar direnen biriyim. Demokrasinin tasfiye anlamına geleceğini düşünüyorum bu sistem için. Ancak çeşitli siyasi pazarlıklarla Türkiye'nin bu konuda oy hesabı üzerinden bir yönelime girmesi ciddi sıkıntılara gebedir.
Sizce müzakere süreci başkanlık sistemi yolunda atılmış bir adım mı?
Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. İktidar partisinin böyle bir amacı olabilir ama şunlara bakmak gerekiyor Kürtlerle böyle bir pazarlık öngörülmüş olabilir mi ya da bu adım niye atıldı?
Niye atıldı peki böyle bir adım?
Ülkenin hali ortada. Ülke yönetilemez bir hale geldi. İktidar da bunun baskısını bir şekilde hissediyor. Böyle gidemeyeceği ortada. Bu ortamın yumuşamasına en çok iktidarın ihtiyacı var her ne kadar hep aksi yönde adım atsa da bu onun işine gelmiyor. Meselenin bir diğer yanı ise bölgesel denklemler. Bölgesel denklemlerde hem Suriye politikası itibariyle bir açmaza girdi ve bu konuda da bayağı ısrarcı oldu geri adım atmamakta ısrar etti. Ancak içinde bulunduğu batı merkezli sistem iktidarın beklediği desteği ona sunmadı. Bunun merkezinde de iki nokta var. Sünni İhvan merkezli bir muhalefetten vazgeçildi. Türkiye'nin kendini içinde bulduğu durum bu. Suriye'deki Kürt oluşumları doğmadan yok etme formülünü müttefiklerine kabul ettiremiyor. Irak'taki dengeler oldukça gerilimli, Bağdat-Erbil gerilimi buna örnek. İran-ABD yine bu gerilime bu çerçevede örnek olarak verilebilir. Tüm bu yaşananlar Türkiye'yi çok zor durumda bırakıyor. Bu politikalarla yukarıda saydığım tablonun çözülmesi olanaksız. Kürt meselesinde yaşanan müzakere sürecini de buradan okumak gerekiyor. Uluslararası alanda da Türkiye'nin Kürt politikası giderek göze batmaya başladı. İktidarın imajı zedelenmeye başladı. Tüm bu tablo içerisinde farklı bir yol tutma ihtiyacı var. Bu adımın kendisini rahatlatacağını düşünüyor. Bölgesel sarsıntıların yaşandığı Ortadoğu'da alt-üst oluşların yaşandığı bir ortamda Türkiye'nin batının sözlerine kulak asması kaçınılmazdır. Bir de Türkiye'de iktidarın sadece BDP'lileri değil o çizgide olamayan Kürtleri de küstürdüğü artık ayyuka çıkmış gerçekler haline geline geldi. Bununla birlikte demokrat-liberal çevrelerle arası iyice açıldı. Bu müzakere süreciyle birlikte yukarıda saydığım gibi hem Kürtleri hem de demokrat liberal kesimi kendisine yakınlaştırabilir. Bölgesel olarak da Kürt sorununda çözüm için adım atan bir aktör imajına kavuşabilir.
KCK tutuklamaları da pazarlık için yapılmış bir şey miydi? Hükümet müzakerelerde elini güçlendirmek için mi bu kadar insanı tutukladı?
Hem o düşünülebilir, hem de hali hazırda iktidar hâlâ bu noktada ısrarcı. Bir yandan terörle savaşıyorum bir yandan da siyasette müzakereye devam ediyorum mesajı vermeye çalışıyor olabilir. Bunu kamuoyu çalışması olarak yapıyorsa anlaşılabilir. Özellikle Türk kamuoyunu ikna etmek için bu tarz bir yönelime sahip olabilir. Bu durum anlaşılabilir. Ancak bu uzun süre sürdürülebilecek bir şey değil. Ben kamuoyunu bu politikalarla ikna ederim derse bunun takdir edersiniz ki Kürt ayağı çöker uzun soluklu olmaz. Oldukça kısa bir sürede çöker. Bunun bir kalıcılığı da olmaz. 2009'da yaşanan açılım ve sonrasında yaşanan hayal kırıklığından daha kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. Samimiyetsizlikten öte işi hafife alma durumunun geçerli olduğu 2009 açılımlarında, bu işin böyle olmayacağını da yazmıştım. Bundan dolayı da ciddi biçimde suçlanmıştım. Bu tür adımları attığınızda süreci iyi yönetemezseniz var olan durumdan da geriye düşüyorsunuz. Bugün itibariyle daha da zor bir durumdayız. Çünkü 2009'dan sonra geriye tepen sürecin ardından bir kez daha geri tepme yaşanırsa çok büyük sorunlar yaşar ve bu tam bir felaket olur. Bu sürecin tökezlemeden devam etmesini temenni etmek lazım. Bu süreçlerin çok iyi yönetilmesi ve tüm ihtimallerin dikkate alınması gerekiyor, aksi bir lüksümüz yok.
28 Şubat'ın mağdur ettiğini dile getirdiğiniz bir İslami çevrenin yazarları özellikle Kürt sorunundaki söylemleriniz nedeniyle size karşı çok sert ifadeler kullandı. Hedef göstermeye kadar götürdüler işi. Ne hissettiniz bunları görünce?
Ben zaten bir çevreyi memnun edeyim diye o tutumları göstermiş değilim. O görüşlerimde bütün bu olan bitenler sonrasında en ufak bir değişiklik bulunmuyor. Aynı görüşlerimde ısrarcıyım. Başörtülü milletvekili olması gerektiğini düşünüyorum bunun için düzenleme yapılması gerektiğini düşünüyorum bunun bir eşitsizlik olduğunu düşünüyorum. Bu adımların atılması gerektiğini düşünüyorum. Bu konularda fikrim değişmiş değil. İnsanların demokrasi algıları etik algıları böyle diye geçmişe dönüp böyle bir şey söylemem. Ben onlara destek vermemiştim kendi düşüncelerim doğrultusunda hareket etmiştim. Onlar beni yanlış algılamış. Hayatımı da bu söylediklerim doğrultusunda tanzim ettim. O dönem bu çevrenin ciddi bir ezilmişliği vardı ama ben bunu hamiyetperverliğimden dolayı değil düşüncelerimden dolayı dile getirdim. O insanlarla yakın ilişkilerimi de devam ettirdim. Bu dışlanmanın kendisinin sorunlu olduğunu her fırsatta dile getirdim. Onun dışında bir sürü dostluk arkadaşlık ilişkiniz oluyor. Sadece çok köşeli bir şekilde “ben demokrat bir insanım ondan dolayı ölçülü biçili davranacağım” demekle olmuyor. Bu süreçlerde insanı asıl üzen kişilik zaafları. Her iktidarın çürütücü olacağını ve insanların iktidar düşkünlüğünü de gayet iyi bilen biriyim. Yaşım da buna müsait. Sağ siyasetin otoriterliğe olan düşkünlüğünü her zaman söyledim. Meselenin sadece İslamcılık olmadığını sağ siyasetin bütünündeki o otoriterleşmenin anlaşılması gerektiğini sıkça dile getirdim. O yüzden de 'beraber yol yürüdüğümüz insanlar' düşüncesinde hiç olmadım. Başından beri farklı siyasi fikriyata sahiptik. İslamcı siyasetin genel olarak sağ ile ilişkilendiğini biliyordum. Dolayısıyla bu manada bir kırgınlık ya da şaşkınlığım yok. Onun dışında kişilik sorunları meselesi insanı üzen bir şey. Siz kalkıyorsunuz hiç olmayacak bir dönemde, en özgürlükçünün “kamuda başörtüsü olmasın” dediği bir dönemde net bir tavır takınıyor hiç de şikayet etmiyorsunuz.
Böyle bir insana kalkıp da şöyle bir şey denmesi garip: “Aydın Doğan medyasında yazdığı için tavır değiştirdi.” Sadece çıkarı peşinde koşan bir insanın asker güçlüyken ona karşı olması şimdi de muhafazakar bir iktidara karşı tavır takınması herhalde aptallık olurdu. Bunun farkına varılmasını beklerdim tabi. Sadece yakından tanıyanlardan değil bu sergilediğim tutumları bilenler açısından da bu durum geçerli. Bu durum çok kırıcı ve can sıkıcı oluyor. Üstelik bir de benim böyle bir şey yapmayacağımı çok iyi bilenlerin bunları söylüyor olması asıl üzücü. Doğan medyasına girmemle çıkmam da bir oldu. Ben Beyaz Türk dünyasından çıkmışım sosyal çevrem orada olmuş ama ben orayı kabul etmemişim. Doğal seyrinde gitse işler, orada olurdum. Bundan rahatsızlık duyup çıkmış birine bu tarz yalanlar söylemek ve çamur atmak gerçekten ahlaksızca bir şey. Yine aynı çevreler tarafından cumhurbaşkanlığı meselesindeki tavrımdan dolayı darbelere hevesli olduğum ima ediliyor. Darbelere bu kadar hevesli olsam ne işim olurdu 28 Şubat'ta o cenahlarda. Herkes de biliyor bu durumu. Daha fazla uzatmak istemiyorum. Tüm bu provokasyonlara rağmen daha fazlasını söylemem. Bunun fazlasını söylemeyi de ayıp sayarım.
Sizin yazılarınız sansürlendiğinde yeterince desteklendiğinizi düşünüyor musunuz? Özellikle gazeteci camiasının o dönem sizin durumunuza tepkilerini de hesaba katacak olursak?
Çok fazla desteklendiğimi düşünmüyorum. Bu konuda çok kötümserim galiba. Çünkü medyadan beklentim düşük. O dönem bir takım arkadaşlarımın sahip çıkmasına memnun oldum. Bir avuç insan var tabi. “Bu konuda bana neden sahip çıkılmıyor” tarzı bir düşüncem de olmadı. Politik bir insanım herkesin de benim kadar politik olmasını beklemiyorum. Politik bir insan değilseniz bu tarz durumlara katlanmanız daha zor oluyor. Bunu açıkça söylemek lazım. Ben gazetecilik adına bedel ödemedim. Siyasi tutumlarım dolayısıyla bir takım bedeller ödedim. Faturalarla karşılaştım. Her gazeteci arkadaşın bunları göze almasını beklemem. Sadece daha haysiyetli durmasını beklerim. Yani onun olmaması kırılacak bir şey. Hiçbir şey yokmuş gibi yola devam edilmesi, bu konuların tabu konu haline gelmesi arkadaşlarımızın haysiyet muhasebesi yapmasını gerektirir. Kimseden “Nuray yazmıyorsa kalemlerimizi kıralım” demesini beklemiyorum. Ancak bir orta yol vardır buna bile riayet edilmiyor. İşin can sıkan tarafı burası. İşte benim son yazdığım gazete olan Milliyet'te yönetim değişikliği oldu. Yeni genel yayın yönetmeni olan arkadaşımız, özgürlükçü gazete yapacağım dedi. Yahu biz sizi tolare ediyoruz, ayıplarınızı yüzünüze vurmuyoruz. Bari en azından böyle büyük büyük laflarla ortaya çıkmayın. Anlatmak istediğim şey bu. Herkesin halinden anlıyoruz ama efendilik yapıyoruz diye de işi bu kadar abartmayın! İşin bu kısmı da ayıp oluyor.
Merkez medya dışındaki daha düşük tirajlı (BirGün, Evrensel, Sol ve Gündem) gibi gazeteler için ne düşünüyorsunuz?
Merkez medyada bulunmak farklı bir durum elbette. Onu da toplumsal olarak biz üretiyoruz. Merkez medyaya gözümüzü dikiyoruz. Dünyanın her yerinde böyle ama Türkiye'de daha fazla bu durum. Bu nedenle küçük alanlar gittikçe daha içerisine kapanıyor. Daha fazla prensipli daha fazla ortaklıklar üzerinde çıktığı için belirli manada daha avantajlı bir konuma sahip. Kamuoyuna ulaşma noktasında merkez medyanın daha avantajlı olduğunu söylemekle birlikte birçok noktada da dezavantajlı yanları var. Merkez medyada her söylemek istediğiniz şeyi ya da düşünceleriniz açıkça yazamıyorsunuz vaziyet bu. Bunun bilincinde olmamız gerekiyor.
Sermayeye laf ettiğiniz zaman merkez medyada yazmanız çok zor, aksi söz konusu olduğunda da söylemek istediklerinizi tam olarak yazamıyorsunuz. İyi de bu paradoks nasıl aşılacak? Alternatif gazetecilik nasıl yapılacak?
Valla bilmiyorum ben gazeteci değilim onu siz düşünün (Gülüyor). Ben sadece politik bir insan olarak kendi stratejimi belirleyebilirim. Ben merkez medyada bu tarz şeylerin olacağını tahmin ediyordum ve nitekim de zaten mesele çok sivri bir noktaya gelmeden kendim Hürriyet'ten ayrıldım. Ortada bir doku uyuşmazlığı vardı ve tarafların birbirini herhangi biçimde kırmasını çok fazla istemedim. Bu durumu daha da tatsızlaştırmadan ayrıldım.
Malum konuya gelmeye çalışıyorum aslında… BirGün meselesine…
BirGün meselesi çıktığında neler neler yazılmış. O sırada yurt dışında olduğum için çok fazla takip edememiştim. Zaten burada da olsam takip edemezdim çünkü sosyal medyayı sık kullanan birisi değilim. Meğer kıyamet kopmuş. Şöyle şeyler söylenmiş. “Biz BirGün'de yazmaya gönül indirmiyormuşuz.” Bu arkadaşlar şunu bilmiyorlar galiba ben İMC TV'de program yapıyorum. Orası küçük bir alan, izlenme açısından da oldukça güçlükler yaşayan bir yer. Küçük bir gazeteyi herkes okuyabilir fakat televizyonda öyle bir durum söz konusu değil. Digitürk vb imkanlarınız yoksa izleyemiyorsunuz. Bu kadar basit. Teknik olarak kısıtlı bir alan. Bu durum benim umurumda olmaz. Büyük bir zevkle orada bulunuyorum. Fikirlerimi özgürce açıkladığım bir yer olduğu için gayet de memnunum.
BirGün'ü böyle bir mecra olarak görmüyor musunuz?
Valla BirGün'ü böyle bir mecra olarak gördük. Daha doğrusu bunları konuşacağımız aşamada emri vaki ile karşılaştık ve bu durum oldukça tatsızdı.
Afişi kastediyorsunuz değil mi?
Evet afişi kastediyorum. Ben toplam iki kere görüştüm BirGün'deki arkadaşlarla o esnada da bir sürü şey konuştuk. Ancak ben emrivakilerden hiç hoşlanmam. Yoksa böyle bir mecraya gelip nazlanmak gibi bir durumum asla olamaz. Kendim gelip teklif ederim “Burada yazmak istiyorum” diye.
Bu tartışmalar başladığında “Başbakan'dan korktular vb” tarzında eleştiriler oldu. Korktunuz mu?
Başbakan'dan korkan daha beter olsun. (Gülüyor) Başbakan'dan korkar mıyız, korkarız. O kadar gücü elinde bulunduran bir adam süründürür eğer isterse. Kendisi yapmaz bunu ama bu yapı süründürür. Başbakan'ı kutsayan bir yapı var. Ancak bu bir hesap meselesidir. Bunu defalarca yazdım. Hepimizin zaafları vardır korkabiliriz fakat korkularımıza teslim olursak sefil bir hayat yaşarız. Yani ben bu durumu kabul edecek birisi değilim. Kendime olan saygım buna müsaade etmez. Kendime saygımın azaldığı bir hayatı ne kadar getirileri çok olursa olsun kabul edemem. Bu durumun ne kadar insanı rahat ettirdiğini de en fazla gören insanlardan biriyim. Kısa bir süre de olsa iyi bir kanalda program yaptım merkez medyada köşe yazdım. Bu imkanları benden iyi kimse bilemez. Muzırlık yapmazsanız imkanların ne kadar çoğalabileceğini de görmüş olan birisiyim. Ama bunların hepsi bir maliyet meselesi. Tüm bunları topladığınızda ve beşle çarptığınızda sizin kendinizle saygınızla mukayese edilir mi, bence edilmez. Merkez medyada çalışmamın en büyük yararı şu oldu; Bundan da vazgeçilebileceğini göstermiş olduğumu düşünüyorum. Çünkü ben iyi kariyeri olan, TV performansı iyi olan bir insanım. Birazcık lafı bükseydim bir sürü imkanı devam ettirirdim. Bunları kaybetmek ister mi bir insan, istemez. Ama bunu kaybetmekten korkarsanız kendinize saygınızı yitirirsiniz. İç hesaplaşmadır bu. Dediğim gibi bu imkanlar benim kendime olan saygımdan önemli değildir. Kendime olan saygımla, bunları kıyasladığımda pek bir önemi bulunmuyor tüm bunların. Örneğin eskiden beni programa çıkartmak için sıraya giren arkadaşlar artık 'cıss' gibi davranıyorlar, uzak duruyorlar. Bir tür dışlanma söz konusu oluyor. Özetle Başbakan'dan çekinecek olsam bugüne kadar yaptıklarımın hiçbirisini yapmazdım.
Peki bu dışlananların BirGün'de aynı anda yer alması olumlu bir hava yaratmaz mıydı?
Bence yaratmazdı. BirGün konusundaki en büyük itirazlarımdan birisi de burayaydı. Dışlanmış insanların BirGün'de buluşması gibi bir söz benim hiç haz etmediğim bir şeydi. Çünkü ben kendimi öyle tarif etmiyorum. Ben BirGün'ü düşüncelerimi özgürce ifade edebileceğim bir mecra olarak tanımlamayı tercih ederim. BirGün'ü dışlanmışların 'sığınacak yeri' olarak görmek istemem. Bunu telaffuz etmekten rahatsız olmuyorum fakat kendimi böyle tanımlamıyorum. BirGün konusunda beni en rahatsız eden diğer yan ise toplu olarak bir şey yapmaktan hoşlanmıyorum
Neden?
Çünkü siyasi tavrım ve kişisel tercihlerim beni ilgilendirir. Bundan dolayı aktif siyaset içerisinde de yer almıyorum.
STK'lar gibi örgütlenmeler içine de mi girmezsiniz?
Belli bir mevzu etrafında birlikte çalıştığımız çevreler oluyor. Ama belli konular. Örneğin muhalif tanımlamasından da hoşlanmıyorum. Suyu çıktı bu tanımın. Olumlu bir anlamı vardı artık yok. Bin bir çeşit muhalif var. Bu herkesi aynı kategori içerisine sokmamalı. Kendimi daha özgür hissetmeliyim.
Peki nasıl bir ortaklık ya da ortak hareket etme durumu açığa çıkartacağız böyle düşünürsek?
Belirli konularda birlikte hareket edilebilir, dayanışma gösterilir. İktidara muhalefet eden insanlar gelmişler, topluca hareket ediyorlar, ben bunu doğru bulmuyorum. Arkadaşlarım kızmasın alınmasın ama ben kendimi hiçbir grubun içerisinde görmüyorum öyle de davranmak istemiyorum.
Afişi beğendiniz mi?
Afişi beğenmediğimi yazmıştım onunla birlikte dayanışma ekinizdeki karikatürü de beğenmedim. Ben o zaman söylemiştim, ucuz muhalefet seven birisi değilim. Bu yazdığımız gazetenin hepsiyle anlaşacağız demek değil elbette. Merkez medyada yazarken her şeyi beğeniyor muyduk? Elbette hayır, ancak daha küçük bir yerde vaziyet böyle olmuyor. Küçük yerlerdeki bağlayıcılıklar daha fazla oluyor. Şundan bundan korkmaktan ziyade bu beni rahatsız eder. Sorunların kaynağının bunlar olduğunu düşünüyorum. BirGün'e yakıştırmadığım bir 'star sistemi' üzerine kurulu bir kampanyayı doğru bulmam söz konusu değil. BirGün, “Daha geniş bir çevreye açılayım, çeşitli muhalifliklerinden dolayı platform bulamayan sesini çıkaramayan insanlara kucak açalım” demek yerine bir star sistemine kurulu bir çerçeve çizerse bu yanlıştır. Afişte öne çıkarılan bu tarzın yanlışlığı ortada. Bazı isimlerin daha iyi bilinenlerin ismi üzerinden yürütülen bir sistemi ne kendime ne de BirGün'e yakıştıramam. Açık konuşmak gerekirse belirli isimler üzerinden giden bir anlayışı tasvip etmiyorum. Olay bundan ibaret. Ortada büyütülecek bir durum da yok. Bu durumu bir yıpratma projesine dönüşmesine de gerek yok diye düşünüyorum Belirli çevrelerin bunu bilinçli yaptığını düşünüyorum.
BirGün'le özel olarak bir probleminiz yok o zaman.
Saydıklarım dışında yok tabii, bu durumu da Ahmet Şık'la ve diğer arkadaşlarla da konuştum. Bu durumun benim anlayışıma uymadığının altını çizdim. Kendi adıma konuşmak gerekirse BirGün’e özgürce düşüncelerimi ifade edebileceğim bir platform olarak bakarım. Bunun dışında 'dev adımlar atılıyor' gibi bir bakışla hareket etmem. Çünkü medya böyle değil. Böyle büyük adımlar atılıyor, yer yerinden oynuyor gibi bir algının ortada dolaştığı izlenimine kapıldım ve rahatsız oldum. Bu beklenti hayal kırıklığını da beraberinde getirir. O yüzden lanse edilme işlerindeki benim algımla gazetenin algısı arasındaki fark beni rahatsız etti.
BirGün'ü bir olanak olarak görüyor musunuz siz de?
Elbette. Ben az evvel de dediğim gibi politik biriyim. Uzun süre gerçekten sıdkım sıyrıldı. Medyada olmak çok yıpratıcı bir süreç. Sadece yazı yazmıyorum. Siyasal aktivizmim sürüyor inzivaya çekilme durumum söz konusu değil. Yazı yazma işine gelecek olursak bir dönem inşallah yazı yazma durumumu kaybetmem diye düşünüyordum çünkü hiçbir şekilde özleme halin söz konusu değildi. Hiç de özlemeyecek gibiydim. Ancak öyle olmadığını gördüm. Bir süre sonra insan özellikle politik bir insansa kendini ifade etmek istiyor. Sözünü söylemek istiyor. Bu röportajı da kimse bir cilveleşme röportajı olarak algılamasın. (Gülüyor)
Ama bir cilveleşme oldu sanki, hoş da oldu…
Ben röportajdan önce de BirGün'deki arkadaşlarla konuştum, görüşümü izah ettim. Görüşlerimiz ortaklaşırsa “BirGün'de yazmak isterim” dedim. “Politik olarak bir şey söylemek istersem bunu yazarak da ifade etmek isterim” dedim. Yani şöyle bir tarzı doğru bulmuyorum: “Ben demiştim, ben daha önce bunu söyledim” tarzını… Yazdığımda bunları yazacaksam yazmayayım daha iyi. Bize bir dönem Ergenekoncu diyenler, darbeye zemin hazırlamakla suçlayanlar, şimdi otoriter rejimin yükselişinden dem vurmaya başladı. Ben 'bak sözüme geldiler' ifadesini kullanmaktan her zaman kaçınan birisiyim. Özellikle bugünlerde Kürt meselesinin geldiği noktayı da düşünecek olursak yeni şeylerin söylenebilecek bir dönem olduğunu düşünüyorum. Önemli olan maksat hasıl olsun. O maksat hasıl olmadıysa bugün ne söylersek boş. Ben bugün o maksadın hasıl olmasına dair kaygı taşıyorsam yazarım. 3 yıl sonra referanduma dair işte şöyle oldu böyle oldu diye yazmanın anlamı yok. O zaman destek vermek gerekiyordu bana değil bu pozisyon alışa destek vermek gerekiyordu. Bugün ben haklı çıksam ne olur çıkmasam ne olur. Demokratik basıncı o gün oluşturmak gerekiyordu. Olan olmuş biten bitmiş. 'Yetmez Ama Evet' tartışmaları ve ona benzer tartışmalar bu tartışmalara hiç girmek istemiyorum. Bir sürü küfür yemek pahasına 'bu değişiklikler yargıyı yürütmenin denetimine sokma' anlamına geliyor dediğimizde susanların bugün ne dedikleri beni çok ilgilendirmiyor. Yani bugün haklı çıksak ne olur çıkmasak ne olur. Ama demokrasi için mücadele etmemizin gerekleri ortada duruyor. Bugün görüyoruz “evet yanıldık” diyenler bile roman yazmaya çekiliyor en büyük sıkıntı da o demokrasi mücadele etmeden birilerinin armağanıyla gelmez.
Barış İnce - Birgün
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.